Tevfik İzmirli – Hanefi Avcı’nın Kitabı Kitabı Hakkında Birkaç Söz – “Haliç’te Yaşayan Simonlar – Dün Devlet Bugün Cemaat”

Herkese Merhaba,

Hanefi Avcı’nın, “Haliç’te Yaşayan Simonlar –Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabını, genel eğilimin dışında kalmamak için ben de okudum.. Hatta elimdeki diğer kitapları bırakıp buna öncelik vererek okudum ki, sağda solda çıkan yazıları daha rahat değerlendirebileyim..

Konusu bakımından, benim ve benim gibi sıradan vatandaşların üzerinde ahkam kesebileceği bir kitap değil.. İstihbarat dünyası.. İstihbaratcılar.. Benim, bu güne kadar, istihbaratcı bir yana, sıradan bir emniyet amiriyle çay içmişliğim bile yok.:))

Fatih Altaylı’nın şu yazısı da hoşuma gitmişti:

Avcı’nın kitabı

Bazı okurlar soruyor, “Neden Hanefi Avcı’nın iddialarını köşende değerlendirmiyorsun” diye. Hemen söyleyeyim: “Korkuyorum.” Yok yok Hanefi Avcı’dan veya onun suçladığı Gülen Cemaati’nden değil. “Kullanılmaktan” korkuyorum. Olan biteni anlamlandıramadığım için çekiniyorum. Çünkü Avcı’nın yazdıkları aslında hepimizin uzun süredir konuştuğu, söylediği, yazdığı, dedikodusunu yaptığı konular. Avcı bunları “içeriden” biri olarak dillendirmiş ama “Şaşırdık. Allah Allah böyle miymiş” diyen kimse yok. Bu yüzden de korkuyorum. Çünkü Hanefi Avcı yıllardır bildiğimiz bir isim. Geçmişte “illegal dinlemeler” yapmış, yaptırmış, telekulağı Genelkurmay Başkanı’na kadar uzatmış bir isim. Cemaatlere çok da uzak değil. Hatta dün cemaatlere yakın birinin yazdığına göre “cemaatler” tarafından kollanmış, üst görevlere atansın diye torpil yapılmış bir emniyetçi. Şimdi birdenbire böyle bir kitapla karşımızda. Bakan Çelik’in, “Fethullah Gülen evete destek verince bu kitap çıktı” sözüne katılmıyorum. Kitap dediğin boyacı küpü değil ki, sokup çıkarasın bir anda. Belli ki, bir hazırlık var önceden. Ama niye şimdi? Bu yüzden bu kitapla ilgili bir yorum yapmaya korkuyorum. 30 yıldır bu meslekteyim. Çok şey gördüm. Özellikle emniyet ve istihbarat camiaları ilginçtir. Avcı her ikisi de. Onlar bir şey yaptığı zaman biz sıradan insanlar buna bir anlam yüklemeye, bir hedef görmeye çalışırız. Biraz daha akıllı olanlarımız, hedefin arkasındaki hedefi görmeye uğraşırlar.
Ama bu gibilerin yaptığı her şey, söylediği her söz üç bant bilardo gibidir. Ben topun o üç bantta nerelere çarparak sonunda nereye varacağını bilemiyorum. O yüzden de yazmıyorum.”

Bu durumda, bana hiç laf düşmez..

Sadece kendi izlenimlerimi yazayım.. Kim yazdırmış, neden yazmış, hangi amaca hizmet etmek istiyor,
arkasında kimler olabilir, tarzındaki sorular bi yana, benim notlarım şöyle:
• Bir kere kitap 588 sayfa. İki bölümden oluşuyor. İlk bölümün adı “Devlet”, ikinci bölümün adı “Cemaat”.
İkinci bölüm 395. sayfada başlıyor.
• İlk bölümde, Avcı, çocukluğunu, tüm tahsil hayatını, dünya görüşünü, bu görüşün nasıl oluştuğunu, meslek hayatını, bulunduğu görevleri, makamları, katıldığı ya da yönettiği belli başlı operasyonları, emniyet teşkilatının durumunu, bana kalırsa gayet samimi bir şekilde, içinden geldiği gibi anlatmış.. Zaman içinde nasıl olgunlaştığını
görebiliyoruz.. Gençliğindeki tipik “dangalak” polisten, tecrübesi arttıkça nasıl olgun bir emniyetçi haline geldiğini, değişen görüşlerinden takip etmek mümkün.. Atatürkçülük hakkında, ayrılıkcılık hakkında, devlet politikalarımız hakkında, demokrasimiz hakkında gayet çağdaş görüşleri var.. İlk yıllarındaki ham polis, zaman içinde olgun müdüre doğru evrime uğruyor. Kendi ifadesi ile “devletin ne kadar kof bir yapılanması olduğunu” anlatıyor.. Yakalanan militanların bilgi ve analiz yeteneğine hayranlık duymuşluğu bile var.. Sadece bu ilk bölümünü bile “Hatıralarım” diyerek yayınlasaydı okumaya değermiş.. herkese öneririm..
• Ikinci bölüm, tamamen “Fethullah Hoca Cemaati’nin” gizli / ard niyetli / zararlı faaliyetlerine ve bu cemaatin yargı ve emniyet içindeki yapılanmasına ayrılmış.. Bana sanki, zaten ilk bölümünü sakin sakin yazıyormuş da, cemaat operasyonları hızlanıp, kendisinin yakından tanıdığı isimler de hedef olmaya başlayınca, resmi makamlara yaptığı başvurular, suç duyuruları, soruşturma talepleri karşılık bulmayınca, bu ikinci bölümü, biraz hızla, acele ile biraz da hırsla kaleme alıp, kitabı yayına yetiştirme gayretine girmiş gibi geldi.. Tabi tam referandum arifesinde yayınlanması da manidar..
• Aslında, yazdıklarını samimi kabul edersek, benim sık sık dile getirdiğim “talihsizliğimiz dallama askerlerle ilkel cemaatciler arasında kalmış olmak.. Yoksa al birini vur ötekine” analizime paralel görüşleri var.. Örneğin, 554. sayfada diyor ki:
“Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın tüm ordu içersindeki müdahele çalışmalarını anlattığı günlükleri, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un darbe hazırlık planlarının belgeleri, Sarıkız ve Ayışığı gibi darbe planları hakkında, çok önceden bilgi sahibiydiler. Bu gizli tehditlere karşı tedbir alarak bu sayede ayakta kaldılar. Şimdi de bu belgeler gibi ordu içersindeki cuntalaşma, müdahale hazırlığı gibi hususlarda, bizim bilmediğimiz, belki de ilerde yayınlanacak birçok bilgiye sahip olabilirler ve ellerinde bu oluşumları kanıtlayan belgeler bulunabilir. Bu şekilde tedbir alıp bu badireleri atlatıyor olabilirler. Başbakan ve diğer yetkililerin okuyup bilgi sahibi olduğu ama daha yayınlanmayan ne kadar çok belge var acaba? Dolayısı ile, ordu içersinde cuntalar olduğu müddetçe mevcut veya gelecek başbakanlar ve hükümetler, belgeleri temin eden cemaate muhtaçtırlar ve onlara karşı tavır alamazlar. Belki biz de olsak mecburiyet duyarız. Yani cemaati ordudaki cuntalar, cuntaları ise orduya sızmak isteyen cemaat var ediyor” ……. “ tek yol açık, şeffaf ve legal bir yapıya sahip olmaktır, herkes boş hayallerden vazgeçmelidir.. Türkiye’nin bu açıdan huzura kavuşabilmesi için ordu demokrasiye karışmayı bırakıp Avrupa ülkelerindeki batı modeli ordu yapısına ve anlayışına sahip olmalıdır..O zaman ordu içindeki bu cuntacı unsurlar zayıflar..”

Burada, cemaatci yapılanma ile cuntacı zihniyet arasındaki birbirini besleyen ilişkiyi iyi tespit etmiş ama, “Asker 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaptığında karşısında cemaat mi vardı?” sorusu boşlukta kalıyor. Yani, sanki cemaatin faaliyetleri olmasa, askerin devlet idaresine müdahalesi gündeme gelmezmiş gibi bir yanlışa düşüyor.. Halbuki standart Türk generalinin yönetime müdahale etmesi için ne cemaate gerek var, ne başka bir dürtüye.. Kendilerine göre bu onların en doğal hakları, varoluş sebepleri.. Kürt politikasına takabilirler, Kıbrıs politikasına takabilirler, AB politikasına takabilirler, eğitim politikasına takabilirler, dış politikaya takabilirler, laiklik uygulamalarına takabilirler.. Onların kafaları çapari gibi.. Her yere takılabilir..

Sonuç olarak diyorum ki;

1.
Okunmaya değer bir kitap. Güç mücadelesi denen anaforun tam gözünü konu ediyor.. Sıkmıyor..

2.
Altaylı’nın dediği gibi, bilinmedik, duyulmadık konular değil.. Askerin cuntacı yapılar barındırdığını da cümle alem biliyor, cemaatin devleti ele geçirmeye çalıştığını da.. Ama bu defa yazan üst düzey bir istihbaratçı.. Detaylar ilginç.. Zaten kitap şu haliyle açık bir suç duyurusu.. Savcılık da sözüm ona soruşturma başlattı.

3.
Anlattıkları doğruysa, bu cemaat devlet içinde devlet, hükümet üstünde hükümet haline gelmiş durumda..
Yaptıkları rezillikleri, attıkları iftiraları isim isim anlatıyor.. Üstüne üstlük Hanefi Avcı, gençliğinde Işık Evleri’nde kalmış, çocuklarını cemaat okullarında okutmuş, muhafazakar bir isim.. o bile “No’luyoruz?” demiş..

4
Bu kitapta yazanların tümü doğru olsa bile, referandumda EVET deme kararım etkilenmedi..
Çünkü bu iki beladan cemaatin hakkından, bir iktidar değişikliği ile gelinebilir… Sonuçta bürokratik yapının içinde yuvalanmış kişilerden ibaret.. Başka bir iktidar tek tek kulaklarından tutup atabilir, ya da etkisiz görevlere vererek dişlerini sökebilir.. Ama asker – yargı vesayeti öyle değil.. Bir hükümet değişikliği ile, kanun çıkarmakla hallolacak bir iş değil.. Tarihimizde kökleri olan çarpık bir zihniyetin yıkılması maalesef o kadar kolay değil..
Halkın belki yarısı bile bu vesayeti normal karşılıyor.. Yakalamak lazım, teşhir etmek lazım, halkın kafasında bunları Güney Amerika askerlerinin düştüğü duruma düşürmek lazım ki yeni gelenler sivil otoriteye tabi olmayı kabul etsin.. Demokratikleşmenin buna faydası olacak, AB normlarının faydası olacak, uzun vadeli bir konu..
Bugün için, hem asker – yargı vesayetinden kurtulmuş, hem cemaat etkisinden arınmış tam demokratik, gerçekten laik, çağdaş bir devlet yapısına tek hamlede ulaşma imkanımız yok.. Bu belaları hukuki ve demokratik yollardan tek tek tepeleyerek ilerleyeceğiz.. İlk tekme en yakındaki köpeğe atılır.. O da bu vesayet illeti.. Cemaatçılığa sırası gelince bakarız.. Önce dizginler sivillerin ve seçilmişlerin eline geçsin.. Sandık herşeye çare..

Selamlar, saygılar,

Tevfik İzmirli

Not:
Taraf’dan bir röportaj..”Avcı işkence yaparken ezan okununca mola veriyor, namaza gidiyor”:
http://www.taraf.com.tr/haber/iskenceyi-birakip-namaza-giderdi.htm

Also read...

Comments are closed.