Prof. Dr. Cemil Koçak’tan “27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları” – İbretlik belgeler.. Hem çok değişmişiz, hem de hiç değişmeyen yönlerimiz var..


YKY – Yapı Kredi Yayınları – Karton kutu içinde 2 Cilt – 1226 Sayfa – 1. Baskı Mayıs, 2010

Prof. Dr. Cemil Koçak – Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi

Merhabalar,
27 Mayıs, 1960’da, çeşitli rütbelerden bir gurup subay, cumhuriyetin ilk askeri darbesini yaparak hükümeti devirip meclisi kapatarak başa geçerler. Bu darbeci subay gurubu kendisine MBK ‘Milli Birlik Komitesi’ adını verir. Başlarında yüksek rütbeli bir subay olmaması silahlı kuvvetlerde sıkıntı yaratır. Örneğin 3. Ordu Komutanı, “eğer içlerinde benden kıdemli general varsa emrine girerim, yoksa Ankara üzerine yürür, bastırırım” der. Bunun üzerine, ihtilalciler, acele ile yeni emekli olmuş Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’i başlarına geçmek üzere davet ederler. Karşıyaka’nın Bostanlı semtindeki küçük evine yerleşmiş olan Cemal Gürsel apar topar Ankara’ya gelerek başlarına geçer. Cemal Gürsel, 27 Mayıs döneminde üç ünvanı birden taşır. Hem MBK’sinin başkanı, hem devlet başkanı, hem de başbakandır. MBK, kapattığı meclisin yetkilerini üstlenmiş ve yasama organı olarak çalışmaktadır. MBK Kararları kanun hükmündedir. Yürütme yetkisini ise başbakan başkanlığındaki bakanlar kurulu kullanır.. Ancak bu hükümet, MBK’nin gölgesinde kalmış bir ‘askeri dönem’ hükümetidir. “Davul hükümetin boynunda, tokmak MGK’nın elinde” ifadesi zabıtlarda da geçiyor zaten. Birkaç asker üyesi dışındakiler genellikle bürokrat kökenli, 27 Mayıs’ı bir ‘devrim (inkilap)’ olarak kabul eden, DP karşıtı – CHP yanlısı zihniyete mensup, devrin ‘seçkin’ isimleridir.

Prof. Dr. Cemil Koçak, işte bu askeri dönem hükümetinin ‘Bakanlar Kurulu Tutanakları’nın tamamını ele geçirmiş ve yayınlamış. Bu ülkemiz için bir ilk. Bazı toplantıların son kısımlarında zabıt katipleri dışarı çıkartılıyor, bazı toplantılarda ise hiç zabıt tutulmuyor, ama bu durumlar bile resmi olarak kayıt altına alınmış.

Binikiyüz küsur sayfalık eserin başında, Cemil Koçak’ın yetmiş sayfalık bir değerlendirme yazısı var. Kalan sayfaların tamamı orjinal toplantı zabıtları ve resmi belgeler. Bu tip bir eserin sadece meslek olarak tarih ile uğraşanların ilgisini çekeceği düşünülebilir. Ama öyle değil. Bir ‘dönem romanı’ tadında okunuyor. ‘Güler misin, ağlar mısın?’ dedirten bir çok kısmı var. Üzerinden elli yıl geçtikten sonra bir ‘ibret vesikası’na dönüşmüşler. Bugün bulunduğumuz noktadan bakıldığında bana ‘ibretlik’ gelen yönleri, şunlar oldu:

1.
Türkiyemiz, o günden bu yana geçen elli yılda inanılmaz yol katetmiş.

O bakanlar kurulu üyelerinin, toplumun en iş bilmez kesimi olan asker ve bürokrat kesiminden olduklarını biliyoruz. Yine de kendi devirlerinin belli bir kampının en seçkin isimleri olduklarına şüphe yok. Bu isimler bile, bu günün ölçüleri ile çocuk gibiler. Dünyayı tanımıyorlar, fikirleri oturmamış, bakış açıları dar, ölçüleri küçük.. O akılları ile bugüne gelseler, ellerine irice bir belediye emanet edilemez gibiler. Türkiye’nin kat ettiği yolun büyüklüğü buradan anlaşılıyor.

Diyelim ki elimizde, 1960 – 61 yıllarının İngiltere Bakanlar Kurulu zabıtları bulunsa. Her iki zabıtları da beraberce okuyup bir kenara koysak. Ardından, her iki ülkenin 2009 yılına ait bakanlar kurulu zabıtlarını da bize açsalar, onları da beraberce okusak.. Mutlaka İngiliz zabıtlarında da elli yılın getirdiği, olumlu yönde bir akıl, fikir, bakış açısı ilerlemesi ve kavram zenginleşmesi görülecektir.. ama hiç zannetmem ki bizim bakanlar kurulu zabıtlarımızda görülecek farkla kıyaslanabilsin.

Bu zabıtların tutulduğu yıllarda ben beş – altı yaşlarındaydım. Arkadan aynı zihniyet 12 Mart, 1971 muhtırası ile seçilmiş hükümeti devirip yerine ara dönem hükümetlerini kurdurduğunda onbeş – onaltı yaşlarına gelmiştim.. Sevgili askerlerimiz 12 Eylül, 1980’de idareye el koyduğunda ise yirmidört yaşındaydım. Yani benim neslimin ömrü aynı klişeleri dinleyerek geçti diyebilirim. ‘Milli birlik ve bütünlüğümüz’, ‘İç ve dış düşmanlar’, ‘İrtica tehlikesi’, ‘Zararlı akımlar’, ‘Kökü dışarıda ideolojiler’ gibi.. Bu perspektiften geriye doğru bakınca, ‘Türkiye’nin pek çok konuda miladı Özal devridir’ inancım pekişiyor. O güne kadar merkezden idare edilen bir kumanda ekonomisi söz konusu. Bu kitapta da görülüyor. Koskoca kabine, bir tütün tücarı gibi elde kalmış bir kaç bin ton tütünün fiyat pazarlığını yapıyor.. Lojman olarak kullanılan bir apartmanda kimlerin oturacağını görüşüyor.. Dünyadan haberleri yok ama hepsi Atatürkçü..

Bizi bu kafa tarafından idare edildiğimiz yıllarda resmen Allah korumuş.. Her zaman soğuk savaşın Türkiye’de olabilecek gelişimi buzdolabı gibi dondurduğundan, ABD ve NATO’nun güvenliğimizi garanti etmekle birlikte toplumsal gelişimi engellediğinden bahsedilir.. büyük çapta doğru da olsa, şu kitap insanı düşündürüyor.. biz bu akıllarla, o yılarda yedekte bekleyeceğimize, kendimizi adam yerine saydırıp gerçekten sahaya çıkıp oyuna dahil olsak, halimiz ne olurmuş?
Yumurta – tavuk konusu gibi.. Bizi dış güçler mi uyuttu, yoksa biz uyuyorduk da dış güçler ninni mi söylediler?.. Bu zabıtları okuyunca, insanın “galiba ikincisi doğruymuş” diyesi geliyor..

2.
Laiklik konusunda, bürokrat – CHP’li – Atatürkçü – çarpık laikçi (!) kafanın hiç değişmediği görülüyor..

Mesela Önder Sav o bakanlar kurulunda otursa, ‘ne kendisi yadırgar, ne de onu yadırgarlar’ hissi veren bir çok görüşme var zabıtlarda. Bakanlar Kurulu, “Ezan sesleri sokaklara taştı, buna çare bulalım” tarzında görüşmelere sahne oluyor. İçlerinden bir kişi de kalkıp “Siz aklınızı mı oynattınız?” demiyor.. Konu bakanlardan birisine bir arkadaşından gelen şikayet mektubu ile açılıyor. Aynı bakan bunu “bir münevverin feryadı” olarak sunuyor. Bunu söyleyen de meşhur maliye bakanı Kemal Kurdaş..

3.
Okurken, “Allah Kürt vatandaşlarımıza sabır vermiş, bize iyi dayanmışlar” dedirten yerleri var.

Kürt konusundaki tarihi “Kürt yoktur, dağ Türkleri karda yürürken ayaklarından kart – kurt sesleri çıkardı, o yüzden onlara Kürt denmiştir” vecizesini büyük Atatürkçü devlet adamı Kenan Evren Paşa’nın zannedenler, Kenan Paşa’nın bu bilimsel görüşünün kaynağını bu zabıtlarda buluyorlar. Bu ‘inci’, kendisi de Kenan Evren Paşa gibi gerçek bir Atatürkçü olan Cemal Gürsel Paşamıza ait. Bunu bir kerametmiş gibi bakanlar kurulunda da tekrarlıyor. Artık, “o kimden öğrenmişti acaba?” sorusunu sormayalım.. Sorarsak ne olur? Benim “1930’larda bu millete herhalde bir ameliyat yapılarak beyni çıkartıltı” teorime geliriz. Zira, hem Atatürk, hem İsmet Paşa, Kürtleri gayet iyi tanıyorlardı.. her ikisi de ırkçı, ayrımcı, asimilasyoncu olmazsa imhacı idiler, ama hiç olmazsa Kürt yoktur gibi saçma lafları yok. Ama onların zamanında yetişen nesilde bu yalanın gerçekten inanılarak benimsendiğini görüyoruz..

4.
“2. Cumhuriyet” tabiri bir 27 Mayıs icadı..

1. Gürsel hükümetinin programında ‘Kurulacak 2. Cumhuriyet’ tabiri kullanılıyor.. Yani bu tabiri bizim şimdiki 2. Cumhuriyetcilerimiz bulmuş değiller..

5.
‘Oy hakkı’ tartışmaları..

Yıl 1960 olmuş, bizim bakanlar arasında ciddi ciddi ‘Lise diploması olmayan oy kullanamasın’ görüşünü savunabilenler var. Allah’tan birisinin aklına Vehbi Koç’un yeterli tahsili olmadığı geliyor da, konu kazasız belasız kapanıyor.. Bu konu 7. toplantıda konuşulmuş.

Ardından 46. toplantıda tekrar gündeme geliyor. Bunu, Cemil Koçak, ‘Giriş’ bölümünde şöyle anlatıyor:

“Başbakan, seçmen olabilmek için en az ortaokul mezunu olmak gerektiğini ileri sürmüştü. Böylece eğitim ile siyasi bilinç arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş olmaktaydı. Bu suretle, bir kez daha, siyaset ile eğitim arasında doğrudan ve olumlu bir ilişki kurulmuş oluyordu. Elitist yaklaşımın tipik bir örneği olan bu görüş, ancak resmi eğitimden geçen kişilerin siyasete katılabilecek yetenek ve bilinçle donanmış olabileceğini öngörüyordu. Bunun dışında kalan kişiler ise, henüz siyaset için ehil sayılamazdı ve siyasetin dışında tutulmalıydı. Siyaset mümkün olduğunca seçkin bir tabakanın tekeline bırakılmalıydı. Diğer yandan, hükümetin yine askeri kanadından bir başka üye, Sıtkı Ulay bu öneriye karşıydı. Başbakanın bu önerisinin bakanlar kurulunda desteksiz kalması dikkate değerdir.”

6.
Ortak Pazar ile ilgili görüşler..

– Toplantılardan birisinde bu konu görüşülürken karşı çıkan bakanlardan birisinin korkusu “İtalya’dan Türkiye’ye büyük miktarda göç olması”..
– Sekizinci toplantıda yine bu konu görüşülür. Cemil Koçak’ın ifadesi ile;

” Türkiye’nin Ortak Pazar’a gerçekte Yunanistan ile ticari rekabeti nedeniyle girmek istemiş olduğu açıkça belirtilmişti. Bütün mesele, tütün ihracatı üzerinde düğümlenmişti. Ortak Pazar’a girmek, aslında Yunanistan ile rekabette geri kalmamak üzerine temellenmiş bir düşünceydi ve ticaret bakanının önerisiydi.

İşte o yıllarda bakanlar kurulu üyesi olmuş, yetişmiş insanlarımızın ufuklarının ne kısır olduğunu gösteren örnekler.

7.
Batılı olmak, doğulu olmak

Atatürk bize hedef olarak batıyı gösterdiğine, biz de bunca yıldır batılı gibi olmaya çabaladığımıza göre, birilerinin bizi doğulu olarak sınıflandırması gurur kırıcı olacaktır. Aydın sınıfımızın bu kompleksi o yıllarda da görülüyor. İsviçre Büyükelçisi, yeni bakanlar kurulunu Mısır ile kıyaslayarak “tam bir Avrupalı ve batılı hükümet” olarak tanımlamıştır. Bakanlarımız bundan çok gurur duyarlar.. Batılı bir diplomat kendilerine ‘batılı’ demiştir..

8.
İstatistik Konusu – Adam yokluğu ve bilgisizliğe bir örnek

Daha 1955 yılında yapılan sayımların sonuçları alınmadan 1960 sayımı kapıya dayanmıştır. İlgili bakan, Nasır Zeytinoğlu, 43. toplantıda, istatistik konusunda bilgi vermektedir:

“..ikincisi de personel meselesidir. Bunlar otomatik olarak çalışacaklardır. Fakat herşeyden önce istatistik malumatını haiz insanlar lazımdır. Bugün bu çapta Türkiye’de beş tane insan bulamazsınız. Necati İşçi diye bir adam var. Sabahın sekizinden, akşamın sekizine kadar çalışır.
İstatistikçi yetiştirme mevzuunda, Ankara’da bir İstatistikçiler Ensitüsü açacağız. Buradan on eleman yetiştirmek üzere burs vereceğiz…. bunun dışında bütçeye konulan paralarla, Avrupa’ya her sene en az beş talebe gönderirsek, işte ancak o zaman 1970 senesinde, “Türkiye’de bir istatistik müessesesi vardır” denebilir….
Makine vaziyetimiz fena değildir. ve ihtiyacımızı karşılayacak durumdadır. Fakat iş mütehassıslardadır. Bu makineleri ayar eden bir adam vardı. Bir istatistikte, bu makineler ayar edilirse daha karlı olur. Bu adam senelerce çalışmış, fakat hiç kimseye birşey öğretmemiş.. Odaya girer üstünden de kapıyı kilitlermiş. Bu adam biraz sıkıştırılınca nihayet tekaütlük talebinde bulunmuş. Şimdi bunun için de Remington’dan bir mütehassıs isteyeceğiz. Gelsin de öğretsin.
-Milli Eğitim Bakanı: Bu mesele çok mühimdir.
Nasır Zeytinoğlu: Zannedersem, iki üç gün içinde, Amerikan yardımıyla, iki üç gün içinde, bu, temin edilecektir.
– Bedrettin Tuncel: Buyurduğunuz noktalar, bir memleketin kendi imkanlarıyla halledemeyeceği konulardır. Mesela istatistik konusunda uzman yetiştirilmesi talebi, ancak Birleşmiş Milletler’in yardım şekli içinde mütalaa edilebilir.

Kitapta daha buna benzer nice örnekler var:
– Bakanlar Kurulu, bazen devlete ait bir otelin nasıl işletileceğini tartışıyor, başka birgün bir fabrikadaki stok kabloların nasıl değerlendireleceğini. Herşey tek merkezden yönetiliyor.
– Gemi sahibi armatörler bile ellerindeki eski gemileri satıp yerine Amerika’nın ucuza sattığı yük gemilerinden almak istediklerinde Bakanlar Kurulu’na başvuruyorlar. Çünkü özel sektörün elindeki bir geminin yurt dışına satışı dahi ancak hükümet kararı ile mümkün.
– Bazen turistler “nüfüs cüzdanı” gösteremedikleri için yurda sokulmuyorlar, bazen ülkesine giderken satın aldığı eşeği yanında yurt dışına çıkarmak isteyen bir Amerikalı asker mevzuata takılıyor, bu konular hep Bakanlar Kurulu’na geliyor.
– Türk Hava Yolları’ndan hiç ümitleri yok. Kendilerini bu konuda da aciz görüyorlar.
– O zaman doçent olan Necmettin Erbakan, Bakanlar Kuruluna elde mevcut olan makine parkı, tesisler ve personel kullanılarak, yerli motor, yedek parça ve motorlu araç üretimi yapılabileceğini, ancak gümrük vergileri gibi konularda hükümet desteğine ihtiyaç olduğunu anlatan bir sunumda bulunuyor. İlerde neden kendisinin parti kurarak siyasete atıldığını insan burada biraz anlıyor.

Bu kitabı okudukça, şunları düşündüm:

(a) “Nereden nereye gelmişiz” diye hayret ve şükür etmemek elde değil.
(b) O yıllardaki halimizi bilen Amerikalılar, gerçekten kendilerine lazım olan geri kalmış milletlere nasıl davranılacağını biliyorlarmış. Herhalde bizim gibi ülkelerde görev almadan bunun kursunu görüyorlardı. Bize yine de nazik davranmışlar. Gururumuzu kırmamışlar. Devlet muamelesi yapmışlar. Bu anlayışlı tutumları için onlara da teşekkür edesim geldi.
(c) Özal’a kaç kere rahmet okudum, saymadım. O sistemi çöpe atmasaydı biz acaba bugün nerelerdeydik?

Bu belgeleri gün ışığına çıkardığı için Cemil Koçak’a, yayınladıkları için YKY’ye teşekkür ediyorum. Kitabı herkese tavsiye ederim, hem ciddi bir bilgi kaynağı, hem de hafif bir mizahi eser lezzeti veriyor..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Also read...

Comments are closed.