Tevfik İzmirli ile “Kürt Özerklik Manifestosu” üzerine ropörtaj..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, BDP’nin TBMM’de Kürtçe konuşma girişimine karşı bir yorumu oldu.. Abdullah Gül, resmi dilin Türkçe olduğunu, TBMM’de kullanılacak dilin Türkçe olduğunu.. Bunun Meclis İçtüzüğü’nde belirlenmiş olduğunu vurguladı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

TV’de izledim. Abdullah Gül, bu konuşması ile ne kadar vizyonsuz bir Cumhurbaşkanı olduğunu bir kere daha göstermiş oldu.. Cumhurbaşkanlığı bakımından maalesef acınacak bir haldeyiz.. Abdullah Gül’ün hakkıyla yapabileceği en yüksek devlet hizmetinin Kayseri Valiliği olduğunu düşünüyorum..
Bir Cumhurbaşkanı, bu kadar hayati konuda bir tüzük maddesinin ardına sığınır mı? Sen tüzük maddesini öne sürersen, karşı taraf ‘o zaman o tüzük maddesini değiştiriverelim’ dediğinde cevabın ne olacak?
Bir Cumhurbaşkanı, bu kadar temel bir konudaki bu kadar radikal bir siyasi talebi bu kadar çocukça bir mazaretle mi göğüsler?
Nerede senin siyasi, felsefi, toplumsal, anayasal argümanların?
Bir an önce görev süresi dolsa, Erdoğan Cumhurbaşkanı olsa, Binali Yıldırım’ı Başbakan olarak görsek.. Abdullah Gül de Kayseri’deki bir üniversitenin mesela mütevelli heyeti başkanı olarak ya da Fethullah Gülen vakıflarının birinin Onur Başkanı olarak hizmete devam etse.. diye sabırsızlanıyorum.. Aldığı bir kuru maaşın bile hakkını veremiyor, bence..

Peki, aynı konuda sizin değerlendirmeniz nedir?

BDP’lilerin, daha doğrusu Abdullah Öcalan’ın belli bir hedefe yönelik planlı adımlar attıkları görülüyor.. Bu kadar radikal bir paketin dayatma uslubuyla gündeme getirilmesi.. Önerilerin içinde ‘Öz savunma güçleri’ gibi bir takım fantazilerin bulunması.. Kabul edilmesi mümkün olmayan taleplerin dayatılması.. Başka niyetleri olduğunu gösteriyor..

Ne gibi?

Türkiye kamuoyu Atatürkçülük denen narkozun etkisinden yeni yeni çıkmaya başlayan bir hasta gibi.. Bilinci, doksan sene sürmüş narkoz uygulamasından sonra yeni yeni açılıyor.. Daha otuz yıl önceki devlet başkanımız olacak şahıs, bu millete “Kürt yoktur.. kart kurt..” zırvalarını satan bir cahildi.. Kürtçe konuşmayı bile kanunla yasaklatmıştı.. Gerçi bu cahil dahi emekli olduktan sonra “En büyük hatam buydu” dedi ama ne fayda?


Bugüne dönersek?

Şunu demek istiyorum.. bu kadar ağır bir narkozdan sonra yeni yeni uyanmaya başlayan bir hastaya biraz daha sabır göstermek gerekiyordu.. Milletimiz bu narkoz dönemi yüzünden bazı konularda onbeş yaşındaki bir ergen gibi.. Yeni yeni büyüyor, gerçeklerin farkına varıyorken.. Kürtlerin varlığını daha dün kabul etmişken.. Cemevlerinin varlığından haberdar olalı henüz yirmi yıl dolmamışken.. Zaten her gördüğünü ilk defa görmüş gibi hayret eden, hafızası silinmiş bir hasta gibiyken..
Tam Kürtlerin dilinin de asgari saygıyı görmesi gerektiğini içine sindirmeye başlamışken.. Kürtçe yayın yapan TV’ler yayına girmişken.. daha pek çok konuda demokratik esaslar dahilinde beraber yaşama anlayışı gelişirken.. bu taleplerle ortaya çıkmak ya aptallıkla açıklanır ya kötü niyetle..

Ne bakımdan?

Şöyle.. bu taleplerde israr edildiği takdirde tüm iyiye gidişin.. günden güne gelişen anlayış ortamının bir anda havaya uçacağını görmek için alim olmaya gerek var mı? Hangi devlet kendi sınırları içinde alternatif bir silahlı güç kurulmasına izin verebilir? Bu talepler ‘demokratik talepler’ başlığının altına sığabilecek talepler değil.. Bunlar resmen ‘ayrılıkçılığın manifestosu’.

Bu taleplerde israr edilmesi ne gibi gelişmelere yol açabilir?

Köşeye sıkıştırılan kedi misali nasıl Kürtler yanlış Atatürkçü anlayışın tek etnisiteli, asimilasyon, ayrımcılık, adam yerine koymama, inkar, zulüm, işkence uygulamalarının sonunda dağa çıkmaya neredeyse itildiler ise.. Şimdi de Türk tarafı aynı ümitsizliğe kapılıp.. “Maliyeti ne olursa olsun bu önerileri kafanıza geçiririm” noktasına gelebilir..
Sağduyunun yerini ‘vurdulu kırdılı’ söylemler alabilir.. Nerede duracağı bilinmez..

Bu gidiş kime yarar?

Bu ülkenin sendelemesini bekleyenler dışında kimseye yaramaz.. Herkese zararı olur.. Büyük talihsizlik.. Bir kırılma noktası bu.. Doğal gelişimle gelinen bir noktada değiliz.. Çekmeceden çıkan bir plan masanın ortasına atılıverdi..

Neden ‘talihsizlik’ lafını kullandınız?

Şundan.. Tam Türk tarafı Atatürkçülük narkozundan kurtuldu.. kendi aklını, kendi vicdanını dinlemeye başladı, derken, birden bire Kürtlerin ‘Apo narkozu’ altına giriverdiğine şahit oluyoruz.. Bu talepleri ortaya atan akıl – ki bu Apo aklı – ya gerçekçilikten yoksun, rüyada yaşayan, güç dengelerini değerlendiremeyen bir akıl.. Ya da bizi birbirimize düşürmekte çıkarı olan bazı güçlere hizmet eden satılmış bir akıl.. Bu hamleyi bir deli yapmazdı..

Neden yapıyor peki?

Çok iyimser düşünürseniz böyle şok taleplerle, avantajlı bir pazarlık pozisyonu yaratmaya çalışıyorlar.. denebilir.. ölümü gösterip sıtmaya razı etmek denilen taktikle.. gelecek sene gündeme gelmesi beklenen yeni anayasa tartışmalarında, bu pozisyondan geriye gele gele bir anlaşma noktası arayacaklardır.. ama tabi bu çok zorlama bir iyimser yorum.. Amacın bundan ibaret olduğunu düşünmüyorum..

Peki sizce asıl amaçları ne?

Asıl amaçlarını acaba kendileri biliyorlar mı? Bu önerdikleri daha doğrusu tek taraflı olarak dayattıkları paketin bugünkü Türkiye’de tartışılması dahi mümkün değildir.. Bunun tarihi şartları mevcut değildir ki siyasi şartları oluşmuş olsun..

O zaman amaçlanan ne olabilir?

Bu durumda üç ihtimal var: Birincisi; Konu, uluslararası –  bölgesel denklemler düzlemine kaydırılmak isteniyor olabilir.. Eğer böyle ise, mantıklı analiz yapma imkanı kalmaz.. Analizler ‘politik kurgu romanı’na döner.. Çözümün Türkiye dışında aranması, dış güçlerin yönettiği ortamlarda aranması felaket getirir.. Akla sayısız sorular gelir.. İlk gelecek sorular şunlar olur: Acaba Türkiye’nin bölgesel güç olma yönünde attığı adımlar takılan bir çelme ile mi karşı karşıyayız?.. Acaba Türkiye’yi Irak’a sokma çabalarının bir parçası mı?.. gibi..

İkinci ihtimal nedir?

Ya da Türk devletine zor kullanmaktan başka yol bırakmayacak bir hamle yapılmaktadır.. Bunun üzerinde spekülasyon yaparsak.. Türkiye’deki demokrasi karşıtı güçlerin, Kemalist ulusalcı zihniyetin değirmenine su taşıyacak bir süreç başlatılmak isteniyordur.. Bu da Türkiye’nin bölünmeden yaşaması yönündeki ümitleri söndürür.. Sonu kesin ve kanlı bir bölünme olacak bir yola girilir.. Devletle yöre halkını karşı karşıya getirip oluşacak trajedilerden fayda uman bir planları olabilir..

Ya üçüncü ihtimal?

Ya da gerçekten ‘Mikro milliyetçi – tecrübesiz milletlere mahsus – akılsızlık’ ile karşı karşıya bulunuyor olabiliriz..

Bunu açar mısınız?

Bu benim icat ettiğim bir kavram değil. Literatürde yeri var.. Ben pek çok yerde rastladım.. Tarihi tecrübesi yeterli olmayan milletler ya da topluluklar çabuk heyecanlanıp ani yanlışlar yapabiliyorlar..

Örnek verebilir misiniz?

O kadar çok örneği var ki..
Mesela; Gürcistan’ın sonu hüsranla biten hesapsız kitapsız Osetya hamlesi..
Mesela Kıbrıs’lı Rumlar’ın gerekli sabrı göstererek Türklerin erimesini beklemek yerine 1974’de aniden heyecanlanıp hemen sonuç alacaklarını zannederek Türk müdahalesine yol açmaları..
Mesela Yunanistan’ın boyundan büyük hırslarla 1919’da Anadolu’ya çıkması..
Mesela Saddam’ın gerçek dünyadan koparak 1990’da Küveyt’e girmesi,
Mesela Doğu Anadolu Ermenileri’nin önü arkası hesaplanmamış bir bağımsızlık coşkusuna kapılarak Rusya ile işbirliği içinde Osmanlı’ya kılıç çekmeleri..
Dikkat ederseniz nüfusca küçük miletlerde ve köksüz devletlerde böyle bir acele ile büyük lokma yutma hevesi sık rastlanan bir hastalık.. sonu hep hüsranla biter bunların.. Ya büyük bir güce alet olmuşlardır.. o büyük güç işi bittiğinde bunları unutmuştur.. Ya da fizibilitesi olmayan bir hülya peşinde kendilerini maceraya atmışlardır..


Türkiye Kürtleri neden bu hatayı işlesinler?

Bizim Kürtlerimiz maalesef bir lider kıtlığı içindeler.. Abdullah Öcalan’ın hapiste olması onu muhtemel yıpranma sürecinden de korudu.. Vefa duyguları ağır bastı.. Bir nevi ‘tek ve değiştirilemez önder’ statüsünü pekiştirdi.. Öcalan’ın kendisinden bağımsız politika önerebilecek Kürtlere uyguladığı Stalinvari yöntemler de belli.. Sesi soluğu çıkan Kürt aydını sayısı git gide azaldı.. Şimdi karşımızda, yıllardır hapiste olan, ‘Ekolojik Cumhuriyet’ gibi zırvalara kafa yoran, böceklerin hayatı ile ilgili kitaplar okuyan bir insan ve korkudan onun fikri ipoteği altına girmiş, şahsiyetinden vazgeçmiş bir kadro var.. Kürtlerin akılları da Apo’nun ipoteği altında.. Bu da ciddi bir talihsizlik..

Türkiye bu durumda ne yapmalı?

Bu konuda benim kafam net.. Önce.. Panik yok.. Küçük devlet reflekslerini gündemden çıkartarak hareket etmek lazım.. Komplekslerden arınmış.. sakin ve bilinçli adımlar atmak lazım..

‘Küçük devlet refleksleri’ ve ‘Komplekslerden arınmış’ derken?

Küçük devletlere yakışacak intikam alma, had bildirme, güç sergileme gibi tutumlardan uzak durmak lazım.. Güç zaten bizde.. Önemli olan bunu akıllı ve ülkenin uzun vadedeki çıkarlarına uygun şekil ve yöntemle kullanmak..
Komplekslerden arınmış derken de, “Hak verirsek, ‘Bak dağdakileri indiremediler mecburen hak veriyorlar’ diyen olur mu?” gibi sorulara.. “Önce dağdakiler insin sonra haklarını tanıyalım” gibi önerilere kulak tıkamayı kastediyorum..
Çünkü bunlara göre hareket etmek insiyatifi karşı tarafa teslim etmek anlamına gelir.. Senin kendi Kürt vatandaşlarına haklarını verip vermemen gibi temel bir konu dağdaki üç – beşbin silahlı adamın insiyatifine kalır..
Bu adamların dağda kalmasını sağlayacak bir dış güç, senin Kürt vatandaşlarınla olan ilişkilerini tayin etmiş olur..
Bu karşı tarafa açıkça “Şu düğmeye basarsan ben bu hareketi yaparım.. ben bir robotum..” mesajını vermektir..
Halbuki benim devlet olarak kendi doğrularım, kendi planım olmalı ve bu plan uluslararası hukuk ile benim milli menfaatlerimin kesiştiği noktalara dayanmalı..
Üç – beşbin gerillanın tercihine değil..

Somut olarak ne önerirsiniz?

Önce karşı tarafın hamlelerine karşı hamle yapmak gibi ‘reaktif’ tutuma girmeye gerek yok. Bu, insiyatifi karşıya teslim etmek olur.. Onlar istediklerini söylesinler.. Biz kendimize vicdani, uluslararası hukuka uygun bir mevzi inşa edelim ve orayı savunalım..
Haklar konusunda, bugüne kadar yaptığımız ‘mecbur kaldıkça ver ama mümkün olan en azını ver.. kalanını ertele.. gıdım gıdım ver’.. taktiğini hemen terkedelim.. Eğer söz konusu olanlar Kürt vatandaşlarımızın hakkı ise.. Bunlarda pintilik etmenin, adeta yalvartarak vermenin.. ertelemenin.. sonra mecbur olunca biraz daha vermenin hiç bir faydası yok.. Babamızdan miras kalan maldan bir üçüncü kişiye bağış mı yapıyoruz? Yoksa babamızın mirasında hak sahibi olan, varlığını sonradan öğrendiğimiz kardeşimizle mi hesap görüyoruz? Bu noktayı açıklığa kavuşturmamız gerek.. Bu da bizim eksikliğimiz.. Bugüne kadar, hem faydasız hem ahlaksız bir tutum içinde olageldik.. Bunu itiraf edelim..
Aramızda, adamların anadilleri üzerindeki yasağın kaldırılmasını bizim bir lutfumuz olarak görenler var.. Sayıları da az değil..

Verebileceğimiz, vermemiz gereken, uluslararası hukukun şartı olan tüm hakları yarın sabahtan tezi yok anayasal güvencesini de tanıyarak verelim.. Son derece anlaşılabilir, savunulabilir, vicdanlara ve hukuka uygun bir çizgiye gelelim.. Dağda üçbin değil üçyüzbin gerilla da olsa vermeyeceklerimizi vermeyelim, bir tane bile gerilla kalmamış olsa vereceklerimizi ise verelim.. Bunun ötesini kırmızı çizgi olarak ilan edelim.. Bu çizgi, karikatür karakteri generallerimizin abuk Kuzey Irak kırmızı çizgisi gibi hayali olmasın.. Hukuki ve anayasal olsun..

Başka?

Bu haklar sadece Kürtlere ya da Güneydoğu Anadolu’ya mahsus olamaz..

Neden olamaz?

Biz ırk ya da bölgeler esasına göre yapılanmış bir devlet değiliz.. Bu sadece kanunlarla, Anayasa ile tanımlandığı için böyle değil, tarihsel gelişimizde yok bu.. Bu tip yapısal özellikler ya çok uzun süreçlerde yavaş yavaş oluşurlar ya da büyük savaşlardan sonra yeniden yapılanma süreçlerinde değişirler.. Bu gece yatalım, sabah kalkınca yaparız, denecek işlerden değildir.. Bu kimsenin gücü dahilinde bir iş değildir.. Dolayısı ile yapılacak iyileştirmeler, ‘genellik prensibi’ uyarınca, ‘hiçbir zümreye ya da guruba ayrıcalık tanınamaz’ prensibi uyarınca, tüm yurtaşlarımızı kapsamalıdır.. Aleviler’in Diyanet’de temsilinden – ya da Diyanet’in lağv edilmesinden – tutun, seçim barajının düşürülmesine, yargının demokratikleşmesinden askerin sivil otoriteye tabi kılınmasına, dokunulmazlığın sadece kürsü ile sınırlandırılmasından, şiddet içermedikçe bölücülüğün suç olmaktan çıkarılmasına kadar ileri demokrasinin tüm gereklerini karşılayacak bir paket şart..

Bu arada Kürtlere düşen sorumluluklar yok mu?

Var tabi.. Onlar da ‘Ben geçmişte çok eziyet çektim, şimdi ne kadar saçmalasam hakkımdır’ diye özetlenebilecek, Hitler’den çok çekmiş Yahudilerde görülen ‘sorumsuzluk sendromu’ndan çıkmak zorundalar.. İlerlemek istiyor muyuz? Yoksa geçmişe ağıt yakma seansı mı düzenleyeceğiz? Akıl çizgisine gelmeleri lazım.. Anlayış gösterilmesinden yanayım.. Bana göre Türkiye Cumhuriyeti’nden bir ‘Kurumsal özür’ alacakları da var.. Ama bu, bir takım zırvaları savunma ve cephaneliğe elde meşale ile girme özgürlüğünü vermez onlara..
İkinci sorumlulukları.. Zamanın iyileştirici etkisini kullanmak.. kullanılmasına fırsat tanımak..

Bu ne demek?

Büyük çapta bizim kusurumuzdan da kaynaklansa, tatsız bir yakın geçmiş bagajı altındayız.. Aramıza güvensizlik, hatta kan bile girmiş.. Ciddi zamana ihtiyaç var..

Zamanın ne faydası olacak?

Şu faydası olacak.. Mesela şu 2010 yılında Türk Milli Futbol takımı sahada oynarken, deli gibi tezahürat yapan seyircilerimizden bir gurup bir yandan ‘Türkiye! Türkiye!’ diye bağırırken bunların bir kısmının diğer ellerinde Türk bayraklarının yanında birer de kara kartallı Arnavutluk Bayrağı görsek şüphelenir miyiz? Ben şüphelenmem.. Arnavutluğun Osmanlı’dan bağımsızlığını elde etmesinden beri aramızda en ufak sıkıntı yaşanmamış.. Ülkemizin sadık Arnavut asıllı vatandaşları, hem Türk Milli Takımı için kendilerini parçalıyorlar, hem de Arnavutluğa olan yakınlıklarını sergiliyorlar, diye düşünürüm. Aynı resmi Makedonya Bayrağı, Bosna Hersek Bayrağı için düşünün.. Hiç sıkıntı yok.. Ama, misal, İstanbullu Rumlar aynı şekilde Yunan Bayrağı açarlarsa linç tehlikesi bile yaşayabilirler.. Bu bir algı meselesi.. Bugün gündeme getirdikleri ‘Ayrı bayrak’ konusu da hem zamansız, hem gerçekçi değil.. Zamanlama, art niyetli değilse, çok yanlış..

Yani bir gün gelir Kürt Bayrağı da çekilebilir mi?

Tabi çekilebilir.. Aynı milli maçın 2030 yılında oynandığını düşünün.. huzur dolu bir yirmi yıl geçmiş.. Pek çok Kürt vatandaşımız bu ülkeye hizmetleriyle katkıda bulunmuş.. Bir tanesi Kürtçe romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü aldığında, diğeri olimpiyatlarda altın madalya kazandığında, hem Kürt olmakla, hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla ne kadar mutlu olduklarını ifade etmişler.. Bu, genel bir tavır haline gelmiş..
Binlerce Kürtçe öğrenmiş Batı Anadolu’lu Türk genci yazlarını Kürt köylerinde gönüllü olarak hizmet ederek geçiriyor.. Kimi öğretmenlik yapıyor, kimi tıbbi hizmet götürüyor.. Aradan bu şekilde yirmi yıl geçmiş olsa.. O milli maç Diyarbakır stadında oynanıyor olsa.. Kim gocunur sarılı yeşilli Kürt bayraklarından?
Daha ileri bir örnek vereyim.. Huzurlu bir barış ortamına bugün girsek.. 29 Ekim, 2015 günü Diyarbakır’da yapılan Cumhuriyet Bayramı törenlerinde yürüyen öğrenciler ellerinde hem Türk bayrakları hem Kürt bayrakları ile yürüseler, bunun engelleneceğini düşünür müsünüz?
Ama sen bunu 2010 yılında ‘Bayrağımı asarım’ dayatması halinde ortaya atarsan.. “Ey devlet! Gel bu bayrağı indir de olaylar iyice çığrından çıksın” demiş olursun..

Peki siz şu yukarıdaki önerilerinizin ya da benzerlerinin hayata geçebileceğine inanıyor musunuz?

Hayır inanmıyorum.

Neden inanmıyorsunuz?

İnanmıyorum.. Çünkü halk olarak o siyasi olgunluktan henüz uzağız.. Milletler çocuklar gibi, hangi konuda baskı altında yaşamışlarsa, o konuda eksik kalırlar.. Ruslar seksen sene ekonomik faaliyetten yasaklanmışlar.. bugün esnaflık bile yapamaz haldeler.. Türkler de öyle.. Siyasi sorumluluktan mahrum bırakıldıkları seksen – doksan yıl onlarda ‘siyasi erişkinliğe ulaşamama’ hasarı yaratmış durumda.. Sen üç – dört nesli siyaset diye ‘kumda oynamaya’ mahkum edersen ve hükümetler ile meclisin etki alanını neredeyse sadece bayındırlık hizmetleri ile sınırlayıp direksiyonu bir Kemalist bürokrat klanın elinde bırakırsan, işte böyle ‘siyaseten iğdiş edilmiş’ bir halkın ve siyaset sınıfın olur elinde.. Halkımızın yüksek tahsilli kesimleri bile yakın tarih ve bu ülkenin beşeri coğrafyası konusunda tın tınlar. Resmi tarih olarak üniversitelilere bile bir ‘tek adamdan çocuklara masallar’ kitabı okutursan, coğrafyayı sadece nehirler ve dağların bilimidir havasında, insan unsurunu çıkararak verirsen, ne bekleyebilirsin? Memlekette kaç etnik gurup olduğunu İngiliz araştırmacılardan, yakın tarihi yasaklanmış yayınlardan öğrenmek zorunda kalmış bir memlekettten bahsediyoruz. Onun için hep söylüyorum.. Çağırın şimdi Atatürk’ü düzeltsin bu işleri diye.. Atatürk’ün kendi elleriyle başlattığı, kendi insanını bilgisiz bırakma / memleketinde yaşayan insanların ırkından, dilinden, mezhebinden habersiz yetiştirme / Türkçesi ile, ‘sosyal ve siyasi konularda’ cahil bırakma çabaları ile yetiştirdiği nesillerde, bu boy problemlerle başa çıkacak kapasite yok.. İspatı mı? CHP Kongresi’ne bir bakıverin.. Onlar hala Diyarbakır’a fabrika yapmaktan bahsediyorlar.. Koca kongreyi ‘Kürt’ ve ‘Alevi’ kelimelerini ağızlarına almadan tamamlamayı başardılar.. bir de devrim söylemi çıkardılar ortaya.. O kanadın devrimden anladığı “Atatürk’ün gardrop devrimi’nden başka bir şey değil halbuki..
Askeri kanadın durumu daha vahim.. Onların sözde en iddialı oldukları konular bu tip ‘milli beka’ yı etkiliyecek başlıklar.. Gerçek hayatta ise bakıyoruz konunun en cahili onlar.. Çünkü onlar Atatürkçü olmaktan da öte bir durumdalar.. Resmen Atatürk’e tapıyorlar.. Tam akıl tutulması halindeler. Emekli Kara Kuvvetleri Komutanı olacak muhteremin kendi ağzından itirafı var. “Ben kırk yaşıma kadar Kürtlerin bizlerden ayrı bir gurup olduklarını bilmiyordum.. Bize kart – kurt şeklinde anlatılmıştı” diyor.. Adam Emekli Orgeneral.. Daha ne desin? Bir adım sonrası Taksim meydanında “Ben cahilim” diyerek anırmak.. Bunlardan mı hayır gelecek?
Halbuki şu söylediklerimin ya da çok daha akıllıca düşünülmüş benzerlerinin yapılabilmesi için, bir ‘yüksek vasıflı devlet aklı’nın etrafında mutabakat olması lazım.. Bu yok.. Olacağı da yok.. O cesaret, Atatürkçülük narkozu yemeden büyüdükleri için sadece İslamcı kanatta var.. Çünkü kim daha az dozda Atatürkçülüğe maruz kaldıysa onun aklı daha berrak..
Ama bu tek kanatla uçabilecek bir kuş değil maalesef..

Also read...

Comments are closed.