Tevfik İzmirli – WikiLeaks XI – Telgrafların birinde biz de suçlansak ne yapardık?

Merhabalar,

WiliLeaks’in sızdırdığı Amerikan Dış İşleri Bakanlığı’nın gizli telgrafları açıklanmaya devam ediyor.

Sitede ‘960/251,287’ ifadesi var.. Henüz yolun başındayız demiş oluyorlar..

WEB Sitesini yayından alıkoyma çabaları para etmiyor. Dünyanın her yerinden pek çok site WikiLeaks’e ulaşıma yardım ediyor.

Bu ‘ayna siteler’ in hangisine tıklarsanız, sizi WikiLeaks’e ulaştırıyor. Bunlardan yüzlercesinin adresleri sitede sergileniyor. Siteyi kapatma çabaları bu yolla sonuçsuz bırakılıyor..

İsveç, Wikileaks adresini kaldırdı.. Site şu anda İsviçre’den devam ediyor.. İsim kaldırılsa de, ayna siteler sizi WikiLeaks’in rakamlardan oluşan adresini girme zahmetine katlanmadan siteye ulaştırıyor..
İnternet böyle bir olay.. Sen internet’e düşmeye gör..

Julian Assange bugün İngiltere’de, hakkındaki tecavüz iddiaları ile ilgili olarak teslim olmadan önce, siteye şifreli bir dosya konduğu gündeme geldi.. Kırılamayacak bir şifresi olduğu, şifrenin Assange’ın ya da ortaklarının başına bir iş geldiği takdirde açıklanacağı söyleniyor.

Assange, WikiLeaks’in sahibi ya da tek yöneticisi değil.. Wikileaks, aynı amaca odaklanmış yüzlerce gizli ortağın ortaya çıkardığı bir yapı. Assange, 2010 içinde sözcü olarak dünyanın önüne çıkarılmış.. Hakkındaki tecavüz iddialarının da düzmece olduğu yaygın bir kanaat.

Gerçekten, sitede bu güne kadar elde edilmiş tüm belgeleri içeren yaklaşık 20,000 dosyanın arşivlendiği yazılı.
Sitedeki ifadeyi kopyalıyorum:

All released leaks archived
2010-11-28
Due to recent attacks on our infrastructure, we’ve decided to make sure everyone can reach our content. As part of this process we’re releasing archived copy of all files we ever released – that’s almost 20,000 files. The archive linked here contains a torrent generated for each file and each directory.

İnternet ve bilgisayar konusunda çalışan arkadaşlarımız, ‘Torent’ kavramının, bir dosyayı tek kaynaktan değil, bunu aralarında paylaşmış yüzlerce belki binlerce kişiden indirmeyi ifade ettiğini ifade ettiler… Bu işi yapan programlar biliniyor.. Şu anda bu yolla dosyaları indirmiş arkadaşlarımız var.. Bunların içinde şifreyi içeren ve askeri şifreleme standartlarında şifrelenmiş olduğu için, şifresinin kırılması yıllar alabilecek, ‘Insurance’ – Sigorta – adlı bir dosyanın da bulunduğunu yine aynı arkadaşlarımız doğruluyorlar.. Ancak, ‘Insurance’ Türk basınının söylediğinin aksine, siteye mahkemeden hemen önce konmamış.. Geçen ay yerleştirilmiş.. Ancak WikiLeaks’in şifreyi açıklaması halinde bu ‘torrent’ açılabilecek ve yüklenmiş dosyalar okunabilecek..

Gizli telgrafların sıkıntıya yol açmadığı ülke kalmadı gibi.. öyle ülkeler varsa da muhtemelen ‘demek ki bizim bir önemimiz yokmuş’ diye mahsun düşmüşlerdir.. En önde gelen ülkeler bile etkileniyorlar..

Peki neden orta yere düşenlerin içinde, şöyle nükleer bomba gücünde bir gizli telgraf yok?


Bunun birden çok sebebi olabilir..
Öncelikli sebebi şu: CIA ve Pentagon, birbirinden ve Dış İşleri Bakanlığı’ndan tamamen ayrı ve güvenlikli internet şebekelerine sahipler. Bunların da bir sürü harften oluşan kısaltılmış adları var..
İkinci sebebi, şu delinmiş bulunan Dış İşleri Bakanlığı’nın internet sistemi olan SIPDIS’in en yüksek gizliliğe sahip – top secret – belgelere ev sahipliği yapmaması.. Onlar sızdırılmış belgeler arasında değil..
Üçüncüsü de şu olabilir: Beş yayın organı, artık sorumluluktan mı, korkudan mı bilinmez – yayımlayacakları telgrafları seçerken ölçülü davranıyorlar. Sonuçta bu beş basın organı da ‘Sistemle barışık’ gazeteler..
Tabi ki bu gazetelerin açıklamadıkları telgrafların sonsuza kadar gizli kalması garanti değil.. WikiLeaks mensupları dışında, bu beş gazetede kalabalık uzman gurupları aylardır bu belgeleri ayıklıyorlar.. Bu kadar insanın – hem de çoğu gazeteci olan insanların – elinden geçmiş bir belge ne süreyle gizli kalabilir?

Bizim başımıza gelse ne yapardık, ne yapabilirdik?
Diyelim ki, biz de kabinede bakanlık yapmış ya da yapan bir siyasetçiyiz ve telgrafların birinde, Amerikalı bir diplomat bizden ‘rüşvetci olarak tanınıyor’ diye bahsetmiş..
İki ihtimal var.. söylenen ya gerçektir, ya değildir.. Ama vereceğimiz tepki iki halde de farksız olacaktır, diye düşünüyorum..

Gerçek ise numaradan, değil ise içten gelerek feryat ederiz.. Bunu da herkes düşüneceğinden, feryadımız ne yazık ki haklı da olsa ikna edici olmayacaktır..

Ardından muhtemelen aklına, tecrübesine güveneceğimiz bir hukukçu, bir de halkla ilişkiler uzmanı arar, bulur, onlara danışırız..
Bu uzman profesyoneller bize ne önerebilir?
Halkla ilişkiler uzmanı muhtemelen, sakin ve kararlı bir dille, bir yalanlama yapmamazı.. kendimizden emin olduğumuzu vurgulamamızı, “belgeleri fazla ciddiye almanın doğru olmadığını” söylememizi önerecek.. dava yoluna gitmeyi tavsiye etmeyecektir..

Hukukçu uzman ise.. dava açmanın mümkün ancak sonuç almanın zor olduğunu, davanın burada mı, ABD’de mi açılması gerekeceği, ABD Hükümeti aleyhine mi, raporun altında adı yazılı diplomata karşı mı açılmasının uygun olacağı gibi konularda bizi bilgilendirecektir..

Diyelim ki o diplomata karşı dava açtık.. Dokunulmazlığı yargılanmasına mani olmadı ve ABD’deki mahkeme davayı kabul etti.. Diplomat da hakim karşısına çıktı. Şöyle diyebilir mi?

“Sayın yargıç ve davacı avukatları.. Evet bu raporu ben yazdım. Çünkü ben zaten bir ABD diplomatı olarak aynı zamanda bir ABD casusuyum.. Tıpkı dış ülkelerde görev yapan Türk diplomatları gibi.. Casuslardan tek farkımız bizim işimizi diplomatik dokunulmazlıktan faydalanarak ve açık kimlikle yapmamızdır.. Ben vazifemi yaptım.”

“Sayın Bakan’ın rüşvet aldığını bana bir Türk tanıdığımın aktardığını ifade ettim. Bu yalan değildir. Gerçekten de, Sayın Bakan’ı tanıdığını bildiğim bir Türk yetkilisi, sohbetimiz esnasında bu duyumunu / kanaatini bana aktarmıştı.. Ayrıca, velev ki, bunu bana kimse aktarmış olmasa, ben rapora kendi kanaatim olarak yazmış olsam ne lazım gelir ki? Yanlış çıkarsa, kendi bakanlığım benim hakkımdaki kanaat notunu düşürür, bu da olsa olsa benim mesleki kariyerimi etkiler..”

“Ayrıca, ben bu bilgiyi umuma açık bir ortamda paylaşmış değilim. Davacıyı mağdur etmek kastım yoktu. Kendi bakanlığımın gizli haberleşmeye yarayan internet şebekesinden yolladığım mesajın içeriğinden sorumlu tutulamam. Suçlanması gereken biri varsa o ben değilim, devletin gizli belgelerini muhafaza edemeyen Dış İşleri Bakanlığı ve bunları açıklayanlardır. Bana müsaade.. ben emekliyim.. arkadaşlarım briçe bekliyorlar..”

Mahkeme, “Bu durumda mahkemenin yaptırımı olan bir hüküm tesis etmesinin ABD yasalarına göre mümkün olmadığı”na karar verirse konu kapanır..

Diyelim ki mahkeme, diplomatın savunmasını dikkate alarak veya almayarak, Dış İşleri Bakanlığı’nın, adı saklı olan bu ‘bilgi aktaran Türk yetkilisi’nin kimliğini açıklamasına karar verdi. Bizim için iyi haber.. değil mi?

Bu durumda, ABD Dış İşleri Bakanlığı, mahkeme kararına uyarak, söz konusu telgrafın isim kısmı silinmemiş halini mahkemeye – ya da avukatlarımıza – teslim eder.. Bir de ne görelim.. Tüm Türkiye’nin tanıdığı, ihmal edilmeyecek bir şöhret sahibi bir insanın adı elimizde ve tüm medyada.. Ee, Amerikan diplomatı da ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ ile yemek yiyip sohbet edecek değildi ya..

Bu defa ne yapacağız? Masumuz olduğumuza göre.. Tutup bu meşhur şahsiyet aleyhine ‘iftira’ suçlaması ile dava açacağız.

Ya suçluysak .. Eyvah.. Adam hapse girmemek için uğraşıp didinip, delil ya da şahit bulabilir mi, acaba? Başımıza iş açıyoruz!” durumu çıkıyor ortaya..

Bu durumda ne diyebiliriz? “Suçlu olan ABD’li diplomata dava açamaz mı, diyelim?.. Yoksa durumu kurtarmak için açar.. açar ama kazanmamaya mı çalışır?” diyelim..

Masumsak problem yok.. Meşhur şahsiyet ispat edemeyecek ve bir cezaya çarptırılacaktır.. Yalnız kritik bir nokta daha var.. Evet, Başbakan’ın dediği gibi, ‘Var olmayan bir varlığın var olmadığı nasıl ispat edilebilir?” lafı doğrudur ama “Bir varlığın var olduğunun mahkemede ispat edilememesi, o varlığın aslında yok olduğu anlamına gelmez..” Mahkemede ispat edilememiş ama aslında işlenmiş pek çok suçun varlığını herkes bilir.. Bu durumda, en azından kamuoyunun bir kısmı şöyle düşünmeye devam edebilir mi: “Mahkemede ispat edemedi ama koskoca – işadamı ya da politikacı – deli midir ki, bu bakanı rüşvetçi olarak göstersin.. Mutlaka vardır birşeyler.. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.. O kadar bakanın içinde, şuna ‘Deli’ dediler, buna ‘Anti Semit’ dediler.. ama bir tek bu bakana ‘Rüşvetçi’ dediler..
Bence kamuoyunun önemli bir kısmı böyle düşünmeye devam edebilir..

Yani.. Çamur sıçradıktan sonra.. Masum olsak da.. Hasarı sıfırlamanın imkanı yok.. Artık Google’ı her tıklayan sizin adınızı bu iddiaların içinde görecektir.. İşin gerçeğini arayan olur.. Aramaya gerek görmeyen olur.. Bu ‘hak’ mıdır, ‘reva’ mıdır? Değildir.. Ama gerçek bu..

Sonuç olarak, maalesef “Çamur at izi kalır” lafının hayatta belli bir geçerlilik payı var..
Bu da siyasetle uğraşmanın bir faturası olsa gerek..
Çünkü siyaset yapmak “Topluma akıl satmak.. benim gösterdiğim yoldan yürümenizi tavsiye ederim” demek..
O zaman da sıradan insanlar için ‘olabilir’ kabul edilen ufak tefek kusurlar bile, topluma aktaracak akıllara sahip olduğuna inanmış ve bunu bir iddia şeklinde ortaya koymuş siyasetçiler için ‘kabul edilemez’ kategorisine düşüyor, zaten..
Değil ki rüşvet, irtikap iddiaları..

Sonsöz: “Allah iftiranın yakışanından korusun” demişler.. O bakımdan, hiç olmazsa bazı tip iftiraların yakışmayacağı bir duruş içinde yaşamak elden gelen tek tedbir olabilir.. Yeterli olmasa da..

Also read...

Comments are closed.