Tevfik İzmirli – Lozan.. Tarihimizdeki en kalın İngiliz kalemi.. Bütün telgraflarımızı okumuşlar.. – VII. Bölüm –

Merhabalar,

Kurtuluş Savaşı’mızın belli bir aşamasından, yaklaşık olarak 1921 başlarından itibaren, Sovyetler Birliği’nin ‘Batı’nın emperyalist güçlerine, özellikle İngiltere’ye dönük en büyük tehdit’ olarak dünya sahnesine çıkması bir dönüm noktası.

Bu küresel tehdit değişimine paralel olarak, dış dinamiklerin bizim üzerimizdeki etkilerinin olumluya döndüğünü söylüyordum.

Aynı etkinin Lozan sürecinde, yeni devletimizin şekillenmesinde ve Atatürk İnkilapları olarak bilinen uygulamalarda tüm ağırlığıyla kendisini gösterdiği açık.

Biz çocuklarımıza “Bütün bu yapılanlar bir dahinin eseri, onun fikirlerinin hayata yansımasıdır” diye öğretsek de, tarafsız bakıldığında pek böyle gözükmüyor.

Bu değerlendirme pek çoğumuzu rahatsız edecektir ama neredeyse büyük bir ‘İngiliz Projesi’nin bize kendi irademiz olarak uygulatıldığını düşünüyorum.

Eğer böyle değilse, gerçekten büyük bir tesadüfler serisiyle karşı karşıyayız demektir. O kadar ki, bizim kendi irademizle, ya da şöyle diyeyim, bizim büyük liderimizin iradesiyle attığımız her ‘inkilapçı adım’ nasıl olduysa her seferinde tam da İngilizlerin en işine gelecek opsiyon yönünde atılmış.

Harf Devrimi’nden, Tarih ve Dil İnkilaplarına, Şapka İnkilabı’ndan Türkçe Ezan’a, Ayasofya’nın ibadete kapatılmasından Hristiyanların kutsal gününün hafta tatili olarak kabul edilmesine, Hilafet’in kaldırılmasından dış politikaya hakim kılınan paradigmaya kadar, yapılan pek çok uygulama İngiltere’nin yararına hatta bazıları kendi kolonilerinde yapmaya cesaret edemediği uygulamalar.

Hele bu inkilapların (!) Osmanlı’nın varisi – yani İslam dünyasındaki tek potansiyel tehdit kaynağı – olan Türkiye Cumhuriyeti ve onun halkına dayatılmış olması İngiltere’nin bütün dualarının kabulü anlamına geliyor. Allah’ın İngilizler’i hiç kırmadığı anlaşılıyor.

Biz yine iyimserliği elden bırakmayalım, ya tesadüf olmuş, ya da büyük önderimiz halkımıza işin aslını söyleyememiş ama ‘hayatta kalmamızın tek yolu bu inanılmaz tavizleri vermekmiş herhalde’ diye düşünelim…

Bugün konuya Lozan ile devam ediyoruz.

1. İNGİLİZ ARŞİVLERİNDEN LOZAN KONFERANSI

Dr. Sevtap Demirci
Lozan Konferansı – Stratejiler ve Mücadeleler
İSİS Yayınları. 2005. 218 Sayfa


Dr. Sevtap Demirci, yüksek lisans derecesini Cambridge’den almış, doktorasını ise The London School of Economics and Social Sciences’dan kazanmış bir tarihçimiz.

Şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde.

Yanda görülen kitabı, Dr. Demirci’nin İngiliz devlet arşivlerindeki gizliliği kaldırılmış belgeler üzerinde yaptığı araştırmalara dayanıyor.

Bazı belgeler araştırmacılara açılmış olmakla birlikte henüz isimleri karartılmış olarak verilen belgeler de var. Zamanla onlar da açıldığında aramızdaki İngilizleri tam olarak tanıma imkanımız olabilecek.

Bu yazı çerçevesinde Lozan Konferansı’nın detaylarına girecek değilim. Bu gayet geniş ve kapsamlı bir konu. Üzerine kitaplar yazılıyor. Hala tartışılıyor. Lozan, sadece yeni Türkiye’nin kuruluş anlaşması değil. Aynı zamanda büyük güçlerin ‘Doğu Meselesi’ni kalıcı bir çözüme bağlamak amacıyla Osmanlı mirasını masaya yatırdıkları bir anlaşma. O yüzden o kadar geniş kapsamlı müzakereler cereyan etmiş.

‘Musul’u bıraktık’, ‘Boğazlar’ı Türk hakimiyetine alamadık’ gibi, tarafların karşılıklı güçlerini dikkate almayan eleştiriler yapacak da değilim.

Lozan’la ilgili olarak bugün değinmek istediğim tek nokta, Dr. Sevtap Demirci’nin kitabından önce bilmediğimiz ve onun araştırmalarından öğrendiğimiz bir gerçek:

Meğer Lozan Konferansı esnasında İsmet İnönü başkanlığındaki heyetimizin Ankara ile yaptığı tüm telgraf haberleşmesi İngiliz istihbaratı tarafından okunuyormuş!!

Lozan’ın II. Döneminde İngiliz heyetinin başkanlığını Lord Curzon’dan devralan Rumbold’un “Rakibinin elini görerek oynayan briç oyuncuları gibiydik” lafı bizim açımızdan iç acıtıcı.

İngiliz İstihbaratı Lozan’ın yerini seçme aşamasından başlayarak tüm hazırlıklarını yapmış. İster ‘Doğu Hattı’ – Eastern Line – denilen hattan yollansın, ister Köstence hattı üzerinden, Türk tarafının telgrafları okunuyor ve tercüme edilmiş olarak İngiliz heyetinin yetkililerine bir iki saat içinde sunuluyor.

Bunun dışında, İngiliz yazışmalarından anlaşılıyor ki, hem Türk Heyeti’nde, hem Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çevresinde hem de Türkiye Millet Meclisi’nde İngilizlere casusluk yapanlar var.

Ayrıca heyetimizin özel yazışmalarının da okunduğunu kaydedelim.

Bu yazıda başka detaya girmiyorum.

İsmet Paşa’nın elinde Ankara’dan verilen 25 – 30 sayfadan ibaret bir nottan başka hazırlık olmamasına, karşı tarafın ise Musul Meselesi gibi, Osmanlı Borçları gibi, Boğazlar Meselesi gibi her konu hakkında sandık sandık belgelerle geldiğine değinmiyorum. Bizim heyetimiz ihtiyaç duyduğunda yürürlükteki anlaşmaların metinlerini bile bulamıyor.

İsmet Paşa’nın duyma engeli ve lisan yetersizliği ve diplomatik tecrübe yokluğu yüzünden çekilen sıkıntılara değinmiyorum.

Heyetimizde ‘Mali Konular Uzmanı’ olarak yer alan Hasan Saka’nın her hesapladığında Osmanlı Borçları için değişik bir rakam bulduğuna değinmiyorum.

Heyetimizde, İstanbul’daki diplomatik ve mali kadrolardan destek talep etme konusundaki isteksizlik yüzünden, ‘Diplomatik Fransızca’ya yeterince vakıf kimse bulunmamasına ve bu yüzden uğranılan kayıplara değinmiyorum.

İngiliz ve Fransızların arka planda kendi aralarında ve iç politikalarında yaşadıkları zaafları yeterince analiz edememiş olmamıza değinmiyorum.

İngilizler Musul’un petrol gelirlerinden yüzde yirmibeşlik hisse vermeye dünden razı iken acemi İsmet Paşa’nın yüzde on talep edivermesine İngilizlerin ne kadar memnun olduğuna değinmiyorum.

Telgraf konusu yeterli. Hani asker “Barut bitti” deyince komutan, ‘Tamam başka sebep sayma, bu yeter ” demiş ya. O hesap.

Telgrafların okunuyor olması ve bizim en üst düzeydeki iki kahramanımızın bunu düşünmekten bile aciz bir görgü bilgi seviyesinde olmaları bile yeterince utandırıcı, üzücü ve düşündürücü.

Maalesef bu üzücü gerçekler de benim tezimi güçlendiriyor. Ülkemizin idaresini, vatanı kurtarmış olmanın prestijiyle ele geçiren bu kadronun gücü kendi halkına yetmiş. İngiliz’in önünde küçük düşen bu insanlar dönüp bize bu antlaşmayı ‘Lozan Zaferi’, vasat bir heyet başkanı olan İsmet Paşayı da ‘Lozan Kahramanı’ olarak dayatmışlar. Nesiller boyunca belletmişler.

Belgeler çıktıça pullar dökülüyor. Gerçek kapasite ortaya çıkıyor. Lozan’da karşı taraf bir imparatorluk olduğu için dünya ayarında bir arşiv bugünümüzü aydınlatabiliyor. O devirlere ait kendi belgelerimiz incelendikçe daha kimbilir hangi basiretsiz uygulamaların bize müthiş icraat adı altında pazarlandığını göreceğiz. Sırada o kadar konu var ki böyle belgelerin incelenmesini bekleyen.

Her çıkan belge o ‘Altın Devir’ hakkında bir gerçeği daha ortaya dökecek. Böyle böyle tarihimize bir yetişkin bakışı ile bakmayı öğreneceğiz.

2. LOZAN SONRASI ve HİLAFETİN KALDIRILMASI

Lozan’ın imzalanma tarihi, TMM’de onaylanma tarihi, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından onaylanarak yürürlüğe girme tarihi ile İngiltere tarafından onaylanması ve Halifeliğin kaldırılması arasındaki ilişki de ilginç.. Tesadüfler devam ediyor, diyelim..

Lozan Antlaşması’nın imza tarihi 24 Temmuz, 1923.
TBMM’de onay tarihi 23 Ağustos, 1923
Hilafetin Kaldırılması 3 Mart, 1924
Lozan’ın Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından onaylanması 31 Mart, 1924
İngiltere Avam Kamarası’nda onaylanması 10 Nisan, 2004
İngiltere’nin onay tarihi: 6 Ağustos, 1924
İngiltere’nin Musul Meselesi’ni Cemiyet-i Akvam’a müracaatı: 6 Ağustos, 1924

Pek çok kişi, bu kronoloji çerçevesinde Mustafa Kemal’in, Musul Meselesi sonuca bağlanmadan Hilafet’i kaldırmasını eleştirir. O devrin en büyük Müslüman nüfusu, başta Hindistan olmak üzere, İngiltere’nin yönettiği kolonilerdeydi. Bu Müslüman nüfusun tepkileri İngiltere üzerinde Lozan esnasında da bir baskı unsuruydu. Yeni açıklanan İngiliz belgelerinden anlaşılıyor ki, Hindistan Genel Valisi Londra’ya yolladığı raporlarda bunu vurguluyor. Vali, kendi hükümetine yazdığı raporlarda “Türklerin Lozan’dan mutlaka rencide etmeyecek bir sonuçla ayrılmasının önemini” vurguluyor. Aksi halde “Hindistan’ı idare etmekte zorlanacağını” söylüyor. Aynı baskı Cemiyet’i Akvam sürecinde de bizim lehimize çalışabilirdi. Mustafa Kemal tam bu aşamada Hilafet’i kaldırarak Hint Müslümanları’nı hayal kırıklığına uğratmış, İngilizlerin elini rahatlatmıştır. Haberi duyan Hindistan Müslümanları, o sırada orada bulunan yardım toplama heyetimizi zaten anında kapı dışarı ederler.

Şimdi, elinizi vicdanınıza koyarak ve zihninizdeki Atatürkçü şartlanmaları bir kenara koyarak cevap verin, lütfen.

Mustafa Kemal Paşa’nın baş danışmanı bir İngiliz ajanı olsaydı, Hilafet’in kaldırılması konusunda İngiltere için bundan daha avantajlı bir zamanlama önerebilir miydi?

Ben; ajan olduğu belli olmasın diye, fazla şüphe çekmemek amacıyla, biraz daha Türkiye lehine bir takvim önerirdi, diyorum..

Bence bu konudaki asıl büyük soru, Hilafet’in kaldırılması ile Musul arasındaki ilişkiden kaynaklanmıyor. Hilafetin kaldırılması ile asıl Lozan’ın İngiltere tarafından onaylanması arasındaki ilişki belki daha da önemli. Bu duruşu ile İngiltere, “Seni bağımsız devlet yapacak imzayı atarım ama önce şu Hilafet’i kaldırdığını bir göreyim bakalım…” der gibi..
İşte size bir İngiliz cetveli – kalemi daha…

Also read...

Comments are closed.