Tevfik İzmirli – Burak Ozan Koç ile Sohbet

Tevfik Abi Merhaba,

Merhaba Sevgili Burak,
Bir kere benimle zıtlaşma.. valizin hala bende duruyor.. ona göre:)) Bu arada valizi diktirdim, haberin olsun:))

Yazılarınızı büyük bir dikkatle takip ediyorum

Sağol..

ancak; Bu Kemalist düzen ve onun zihniyetinde olanlar tu-kaka, hatta onun gibi düşünenler bir numaralı vatan haini

Vatan haini demiyorum.. hatta kendilerine sorsan vatansever olduklarından yapıyorlar bu salaklıkları,

darbeci

doğru,

faşist

Doğru.. kendileri bilincinde olmasa da çoğu sivil faşişt,

cahil

Burası da doğru, bu kesimin en entellektüel sözcüleri bile bilgili olsalar da arif değiller,

beş para etmez insan

İnsan olarak sevdiklerim var aralarında birkaç tane.. şeriatcılar Kemalistleri kesmeye başlayınca onları kurtaracağım.. tabi bu arada bana iyi davranmışlarsa:))

olabilirler. Bu imam hatip takımı inanılmaz ileri görüşlü ve yapılan her şeyi demokrasi için yapıyorlar

(Ne için yapıyorlarsa yapıyorlar, belki kendi durumlarını sağlama almak amacıyla yapıyorlardır..)

ve her şeyi dedikleri gibi vatan millet sevgisi için yapıyorlar.

Sen ben hepimiz, kendimizce doğru olanları neden yapıyorsak onlar da aynı şekilde yapıyordur. Herkes istediği kaynaktan motive olsun.. bize ne? Samimiyet testi mi yapacağız? Bu, siyasi bir soru değil..

Ancak hala bu imam hatipli demokrat görüşlüler beni bazı konularda tatmin edemediler;

Sadece seni değil, daha milyonlarca insanı ikna edemediler.. ve hala neden ikna edemediklerini tam anlamış değiller.. Bu konuda son derece başarısızlar.. ”HAYIR diyenlerin çoğu, mesela bizim İzmir’liler, “Kardeşim ben hepsinin karısının başı bağlı bir siyasi ekibin niyetinden korkuyorum.. bana ne Anayasa maddelerinden, al sana “HAYIR” diyor. Burada AKP’liler başarısız.. bu guruba güven vermenin yolunu bulamıyorlar.. ama bu gurupta da ciddi beyin yıkanması olmuş.. “Resmen dindar = cahildir = gericidir = kötüdür” şartlanması yerleşmiş.. bu gurupla diyalog kurmak, o kadar da kolay değil..

Bu adamlar bu kadar demokrat neden hala kendi partilerinin iç işleyişine demokrasiyi getirmek icin çaba göstermiyorlar? Neden hala seçimlere bir ay kala bu imam hatipli demokrat takımı bir odaya kapanıp miletvekillerini belirliyorlar ve millete kendi seçtikleri adayları dayatıyorlar. Bu mudur bu adamların demokrasi anlayışları? Bunu şu an icin yapmalariını engelleyen bir kanun mu var? Neden halkın kendi belirleyeceği adamları değil de bu adamların belirlediği adamları seçmek zorundayız?

Bu konuda tüm partilerin dibi kara.. çünkü bir siyasi partinin adaylarını ön seçimle belirlemesinin önünde yasal bir engel yok.. hangisi istese yapabilir. Bence de yasal değişiklik yapılarak önseçimin zorunlu olarak, tüm üyeler arasında ve hakim denetiminde yapılması gerekir..

Neden hala 1980′ lerden kalma (yanılıyorsam düzeltin) %10 seçim barajını aşagı çekmek için adım atmıyorlar. Mecliste çok seslilik demokrasinin gerekliliklerinden değil midir?

Bu baraj işi enteresan.. şu anda %10 bence de aşırı yüksek bi baraj.. AKP de, işine geldiği için hiç ellemiyor.. Kürt partisini de inatlaşarak bağımsız girmeye zorluyor.. “Temsilde adalet” ilkesine aykırı.. ama diğer yandan, 60’lı yıllardaki “milli bakiye” sistemini de yaşadı, Türkiye.. temsilde adalet derken bu defa “yönetimde istikrar” elden kaçıyor.. Herhalde böyle % 5 – 6 gibi bir yerlerde olması uygundur.. Ama kalkınmış, işleri yoluna koymuş bir Kuzey Avrupa ülkesi gibi, “Yahu, biz koalisyonlarla da idare edilsek fark etmiyor, baraj sıfır olsun demek bizim için optimal seçenek değil.. biz henüz koalisyonları verimli çalıştıramıyoruz..

Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması demokratik bir acilimsa, bunun bir sonraki adımı üniversitelerde kızların aynı sınfta ayrı oturması da bir demokratik açılım mıdır?

Değildir.. abukluk olur, ama bunun olacağının hatta deneneceğinin en ufak bir işareti bile yok. Üniversite öğrencileri kendiliklerinden öyle davranmaz.. İran usulu devlet lazım onları ayrı oturtmak için..

Hatta bir adım ötesi kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda eğitim görmesi midir?

Değildir.. bu da saçmalıktır.. ama benim değindiğim paranoya burada ortaya çıkıyor.. siz neredeyse, Suudi Arabistan’a doğru gideceğimizden korkuyorsunuz.. dindarların üstündeki baskı kalkacak gibi olunca şeriat mı geliyor, diye korkuyorsunuz.. Irak’da böyle değil, Suriye’de böyle değil, Mısır’da böyle değil.. nereden çıkıyor bu korkular.. biz bu ülkelerden, toplumsal olarak belki 100 – 150 sene öndeyiz.. burası Osmanlı toprağı..

Bunun olmayacağını, ben tu kaka Kemalist zihniyette biri olarak garanti edemiyorum siz bunun olmayacagını garanti edebiliyor musunuz ve bunu neye dayandırıyorsunuz?

Ulan ben yarın sabaha çıkacağımı garanti edemem.. bunu nasıl edeyim?:)) O zaman sokağa da çıkmayalım, kafamıza saksı düşebilir.. bu ihtimal de bu kadar zayıf..))

Ne olucak canım ayri sınıfta okusunlar diyorsanız

Demiyorum..

böyle bir ortamda çocuklarınızı bu tür bir eğitim sistemi içinde yer almasını ister misiniz?

Istemem.

Ben kesinlikle böyle bir şey istemem.

Yalnız, bu konuda bazı incelikler var.. Sen, ben, biz, kendi çocuklarımız için istemeyiz ama, bir iki kişiden okudum, bir iki tane de bu tip insan tanıyorum.. özellikle Doğu’da, kızların okula yollanmasına direnç gösteren ailelerin belli bir kısmı, ilk öğretimi bitiren, ergenlik çağına ulaşmış kızlarını, taassup yüzünden, kız-erkek karışık liselere göndermek istemiyorlar.. tam bir erkek egemen toplum baskısı yüzünden bu kızlar evde oturtuluyor.. Benim okuduğum yazılardan birisinde, şu görüş vardı, bana da akla yakın görünmüştü: Kardeşim, şurada 10 –20 yıl önceye kadar kız lisesi, erkek lisesi diye bir ayrım vardı.. Sonradan bu ayrım kaldırıldı.. iyi de oldu.. fakat bazı bölgelerde, bu bir hassasiyet yaratıyorsa (biz onlara gerici diyebiliriz) neden oralarda bu erkek – kız lisesi ayrımı bir 10 – 20 yıl ertelenmesin? Çünkü bu örümcek kafalı anne babaların (aslında belki onların da suçu yok, sosyal çevreleri böyle toplumsal bir baskı yaratıyor herhalde) hatasını kızları okuyamayarak ödüyorlar.. Cahil kalıp, cahil anne olarak, cahil çocuklar yetiştiriyorlar.. Böyle olacağına.. karışık okuyacaksınız diye israr etmeyelim, tek bu kız çocukları da okusunlar.. Zihinleri ana babalarından farklı çalışmaya başlasın.. Bir de bunun örneği Hristiyan dünyada bol bol var.. Mesela NY’da yaşayan yakın bir arkadaşımın karısı orada doğmuş bir Türk kızıydı.. Babası NY’da doktor.. Adam, kızını, lise çağına gelince yatılı Katolik lisesine vermiş.. Paralı, özel okul.. Kız erkek ayrı.. Hiç olmazsa, diğer Amerikan okulları kadar çılgın bir ortam olmaz, diyerek.. Yani normal devlet okulları bildiğin gibi olur.. ama vakıflar eliyle, özel kuruluşlar eliyle böyle kız – erkek ayrı okullar açılabilir Türkiye’de, bence.. ben çocuğumu yollamam.. ama isteyen yollasın.. derim.. Başka bir tanıdığım var.. Oldukça varlıklı bir insan.. tam Erbakan’cı.. adam kızını mümkün olabilen en iyi okulda okutuyor.. müzikse müzik, enstrümansa enstrüman.. tek rahatsız olduğu konu, kızının bu çalıştığı enstrümanla ilgili olarak sahneye çıkarılması.. adam bundan çok rahatsız oluyor ve izin vermiyor.. kız (ne çaldığını unuttum) bütün yıl öğreniyor.. ama sene sonu konserinde sahnede çalmıyor.. Bunlar ince konular.. Dünyada, ana babanın, reşit olmayan çocuklarını yönlendirme hakları tanınıyor.. sen nasıl çocuğunu Kemalist değerlerle yetiştirme hakkına sahipsen, bu vatandaş da muhafazakar değerlerle yetiştirme hakkına sahip olmalı.. o da vatandaş.. o da baba.. biz karışmayalım. Hakkımız da yok zaten.. buna Mao karıştı, Lenin karıştı.. sonuçta rezil oldular.. bizimki de karıştı da.. neyse:))
Bir de Türkiye’de açılmış yabancı okullar bu tipe iyi örnek.. Örneğin Burcu’nun okuduğu Üsküdar Amerikan, bizim zamanımızda kız okuluydu.. sonradan değişti de İlhan da orada okudu.. Türkiye’deki tüm Fransız okulları ha keza.. ya kız okulu, ya erkek okulu.. İzmir Amerikan da kız kolejiydi.. şimdi karışık.. yani bu, bizim gibi eğitim açığı olan bir ülkede, elinin tersiyle çöpe atılacak bir yaklaşım, değil.. okuyacaksa, aman okusun, durumu var, bence..

Tabi, konumuzun dışında ama, bir de tamamen pratik konular var.. mesela Tokyo metrosunda, aşırı sıkışıklık olduğundan, erkeklerin tacizinden korumak için, kadınlara mahsus vagonlar var… Bu tip olayları da salt kadın – erkek eşitliğine..ya da laiklik hassasiyetine kurban etmemek lazım..

Bu Kemalistlerin hepsi yalancı bu Imam hatiplilerin hepsi doğrucu mu?

Yalancı mı, doğrucu mu sorusu, siyasi bir soru değil.. her zümrede şerefsiz insanlar da bulunabilir, evliya gibi adamlar da bulunur.. ayrıca ben Kemalistlere yalancı demiyorum ki.. buradan puan alamazsın.. Kemalistler çok iyi insanlar olabilirler, hatta ben o kimbilir kaç tane Kemalist subay ve generalin de, bütün o saçmalıkları yaparken, temiz niyetle, kendilerine öyle öğretilmiş olduğu için, vatanseverlik dolu olarak yaptıklarına eminim.. Sıkıntı insanların niyetlerinde değil.. mesela Çetin Doğan’ın suçlu olduğu ispatlansa bile ben en fazla onun başa geçme hırsı ile yaptığını düşünürüm.. mutlaka başa geçtiklerinde vatanı kurtaracaklarına inanıyordur. Dürüst olmak, salak olmaya mani değil.. Sıkıntı Kemalistlerden çok Kemalizmin kendisinde.. Kemalizm, miadını doldurmuş, 1930’larda kalmış, modası, çağı geçmiş, bugünümüze faydası kalmamış, raftaki yerine kaldırılacak, okullarda, akademik olarak okutulabilecek, bir dünya görüşü.. nasıl Salazar’ı okuturlar, Franco’yu okuturlar.. onun gibi.. Franco, az mı katkı yapmış Ispanya’ya? Şaka değil.. Mussolini zamanı da trenlerin dakikliği ile meşhur.. (bu son örnek haksız oldu.. amacını aştı.. ama centilmenlik yapıyorum.. silmiyorum:))

Hiç mi bu adamların gizli planları yok?

Gizli planı ne için yapacaklar? Devleti ele geçirmek için.. Bu adamlar nerenin vatandaşı? Bu devlet nerenin devleti? Kendi devletinde önemli mevkilere gelme talebi gayri meşru bir talep mi? Kemalistler, ölümden kurtardıkları genç kıza tecavüz eden harami gibiler.. Memleketi düşmandan kurtarıp kendi cariyeleri yapmışlar.. devleti ele geçirmek diye bir suç varsa eğer, yahu Kemalistler bu suçu işlemişler zaten.. Kemalistlerin planları gizli bile değil.. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, e-muhturalar, YAŞ’lar, MGK’lar.. saymaya vakit yetmez.. adamlar zaten devlete el koymuş, milli iradenin ırzına defalarca geçmişler.. hem de ele geçirme yolları demokratik değil.. tekme tokatla, tankla, topla.. bunlara çüş deyince.. ”Ulan kimbilir bunların ne planları vardır, diyorsunuz.. varsa bunların gizli planları, bunlar da demokrasi dışı yollarla idareye çöreklenmeye kalkarlarsa, sapık sapık işlere dalarlarsa, o zaman bunlarla uğraşırız.. bunların topu tüfeği mi var? Sandıkla geldiler, sandıkla da giderler.. hırsızlıktan gidebilirler, yolsuzluktan gidebilirler, iktidar yıpranmasından gidebilirler.. muhalefet düzgün bir kadro çıkarır onlar kovalar bunları sandıkta, öyle giderler..
Yeterki, boynumuzu, senin benim oyumu hiçe sayan şu vesayet rejiminden bir kurtaralım.. generaller haddini bilir olsun.. yüksek yargı en geniş kaynaklardan beslenerek oluşsun, toplum kendi hukukuna sahip çıkabilsin..kim tutar ondan sonra Türkiye’yi? Şu tarihi kapandan gerçekten kurtulabilirsek, generaller de karikatür olur, şeriatçı bozuntuları da karikatür olur..bu türbanlı kızlar mı şeriat taraftarı olacak? Oğlum onlar sevgilileri ile elele parklarda, kafelerde, sinemalarda.. o varoş kızları için türban modernleşmenin yolu.. kim istiyor bu şeriatı?)

Ben çocukluğumdan ergenliğe geçiş dönemini doğuda yaşamış bir insan olarak, Kürt bir kapı komşum olmasından tedirgin olurum, keza mutaassıp bir aile ile de mümkünse kapı komşusu olmayı çok tercih etmem. Siz tercih eder misiniz?

Ben de etmem.. hatta bizim alt katımızda Kore’li bir aile oturuyor.. biz aslında onları da tercih etmezdik, sorsalardı..:)) kahvaltıda galiba balık yiyorlar:)) hafif sarmısaklı bir sos kokusu oluyor:)) Mutaassıp komşu derken ayakkabılarını kapı önünde çıkartan şehirli olamamış kıroları kastediyorsan orada sıkıntı mutaassıplık değil, şehirli olup olamamak.. Müslümanlığın şartları arasında kıroluk yok:)) ayakkabı ile eve girmek istemiyorsan kapıda çıkardığın ayakkabıyı, kapının önünde bırakmazsın, hemen alıp, kapının dibindeki bir ayakkabı dolabına koyarsın.. Mesela, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin Ihsanoğlu bizim yanımıza taşınsa, bizi yeteri kadar entellektüel ve rafine bulmayabilir.. Kendimizi onun yanında eksik, ezik hissedebiliriz.. Sıkıntı bizim dindarların köylülüğünde.. onu da rahmetli Atatürk’e sormak lazım.. şehirli elit dindar sınıfını neden sindirdin, tasfiye ettin de bizi bu köylülerle başbaşa bıraktın, diye.. Onlar dağıtılmasaydı, bugünkü dindarlarımız işe en baştan başlamak zorunda kalmazlar, daha rafine müslümanlar haline gelmiş olurlardı.. belki biz onların yaşam tarzını örnek alırdık.. İstanbul usulu buymuş, diyerekten.. Ya da mesela karşı komşum, üst düzey bir Kürt entellektüeli olsa.. Rahatsız olur muyum? Belki öyle bir adam, benimle sohbet etmeyi vakit israfı olarak görecektir.. Yani, konu seviye meselesi, sınıfsal.. Müslüman’ın da, Kürt’ün de, seni rahatsız edecek olanı var.. gıpta edilecek olanı var.. Biz yeni evliyken, alt kat komşumuz, son derece modern bir insandı.. herhalde alkoliklik derecesinde laikti:)) her akşam içer, bazen nara atmaya başlardı.. bir gece balkondan benimle şakalaşmaya başladı.. sonunda eşi hanım onun namına özür dilemek zorunda kaldı.. yani hayatta rahatsız olduğumuzu hatırladığım tek komşum.. sıkı bir laikti.. Yabancı okul mezunu, bir Avrupa ülkesinin ticaret ateşesi olarak çalışıyordu, hem de.. Ayrıca, buradaki konu şu: kişisel tercih ile ilkesel duruş birbirinden değişik kavramlar.. ben sigara tiryakisiyim ama, sigara yasağından yanayım..)) Biz bu tip fikir tartışmaları yaparken, kişisel sıkıntılarımızı dile getirmek amacında değiliz.. bir nev’i sanki yarın biz iktidara gelecek olsak ne yaparız, sorusuna cevap arıyoruz.. Bu konu da öyle.. ben de tüm komşularım üst düzey, görgülü, bilgili insanlar olsun isterim.. kızım onların çocukları ile görüşecek, vs.. bu konu başka, siyasi düzlemde Kürt’lerin var olma haklarını, kültürlerini yaşama – yaşatma haklarını tanıma, onları eşit vatandaş olarak içimize sindirme konusu başka.. Kemalist refleks.. kendi vatandaşlarına ırkçı gözlükle bakıyor.. bakmış.. Atatürk devrinde kasten, eğitimden mahrum bırakmış.. okurlarsa gözleri açılır mantığıyla..(Bkz. hem Inönü’nün, hem Bayar’ın Doğu Raporları) Bu tutum karşı tarafı da bilemiş, bilemiş.. geldiğimiz noktaya bak..ayıkla bakalım pirincin taşını şimdi.. ayıklayabilirsen.. Sizin verdiğiniz tepkileri bir kız çocuğu, ya da yaşlı bir nine de verebilir.. ”Ay! Bu Kürtler kokuyor!!”, “Şekerim, bunlar da hayvan gibiler..lagara lugara diye bi konuşmaları var!”, “Kuyruklu Kürtler!”, vs.. böyle yaklaşırsan, en hafifinden onları yok farzedersin, uğraşmak istersen asimile etmeye çalışırsın, olmadı imha etmeye kalkarsın.. zaten Kemalist rejim de böyle yapmış.. konuyu kangren etmiş..

Bu onları yok saydğım anlamı ya da onları aşağıladığım anlamı çıkarılmasın ama birebir içlerinde yaşamış bir insan olarak bu tür insanların gerek yaşam tarzları, gerekse hayata bakışı benden cok ayrı. Bu tür düşüncelere saygım sonsuz ancak onların bana tahammülü maalasef yok.

Sen bir subay çocuğu olarak, etraftaki ilkel ve cahil Kürtler’den hoşlanmamışsın.. olabilir.. muhtemelen o yıllarını Erzurum kırsalındaki Türk köylerine yakın geçirmiş olsan, onları da pek beğenmiş olmayacaktın, yahut New York’lu bir avukatın çocuğu da ABD’nin güney eyaletlerinin kırsalındaki siyah nüfus içinde zaman geçirseydi.. o da böyle düşünürdü.. sevip beğenmek, hoşlanmamak..bunlar kişisel duygular, kanaatlar.. kimse kimseyi sevmeye mecbur değil.. Kürtler de, zenciler de, bizi sevin demiyorlar.. hakkımızı, hukukumuzu tanıyın, diyorlar.. bizim konumuz da o.. Amerikalı’lar kendi zencilerinden ilk başkanı çıkardılar.. bu gelişim için ABD 40 – 50 yıl uğraş verdi.. Başkanları, Yüksek Mahkemeleri, tüm sistem bu hedefe yürüdü.. bizim kemalist devletin yapması gereken de bu..Bir de, bu bakış açısını bu yaşa kadar taşıman doğru mu? Yarın zengin, eğitimli, yakışıklı bir Kürt de Tokat’a gidip oradaki Türk’leri beğenmezse ve bunu genelleyerek Türkleri aşağılarsa, ne diyeceğiz? Bu bakış ırkcılık içeriyor.. Arap deriz, çorap deriz.. ABD’nin ilk başta Irak’a yolladığı en üst yetkili de, adamın adını hatırlıyamıyorum, Arap’dı.. al bakalım bir randevu.. alabilirsen.. senin gördüğün Kürt’ler de, belli bir yılda, Doğu’nun belli bir şehrinde bulundukları için, orada birikmiş tarihi şartların sonucunda o hale girmiş Kürt’ler.. o şartlar da ben de, sen de doğsaydık öyle olacaktık.. sen devlet adamıysan, yahut en azından bu meselelere kafa yoruyorsan.. ”Ben onları sevmem.. onlar beni sevmez..” diye çocukca bakamazsın.. bunlar neden Isveç’e göçünce adama benziyorlar da, bu topraklarda yabani kalıyorlar? Ne yapsak da bunları kazansak? Bunların gönlüne nasıl girsek de, bunlar da bu ülkeye sadakat duysalar? Enerjilerini kendilerinin ve bu ülkenin lehine kullansalar, diye düşünmek lazım.. Sende de, Kemalistlerde de bu yaklaşımı görmüyorum.. seninki biraz çocukca geliyor kulağa da, derin Kemalistlerin ki, iyice tuhaf.. Beyaz adam kölesine özgürlük bağışlar havasındalar..Kürt konusunda..
(Prensip 1):
Kendine yapılmasını istemediğin muameleyi sen de karşındakine yapmayacaksın..
(Prensip 2):
Adalete, hukuka ve vicdana aykırı işin içinde, önünde, arkasında olmayacaksın.. yapan baban da olsa, Atatürk de olsa itiraz edeceksin.. Haklı kalmaya bakacaksın..
(Prensip 3):
Hoşumuza gitmese de gerçekle yüzleşmemiz ve ne yapacağımıza aklımızla karar vermemiz lazım, şablonlarla değil..
Kürt konusuna bunları uygularsak;
(Prensip 1) + (Prensip 2)
Sana her sabah “Kürdüm, çalışkanım” diye bağıracaksın, deseler ne yaparsın? Bulgarlar, çocuklara Türkçe isim koymayı yasakladıklarında biz ne hissetmiştik? Senin babanın doğduğu yerin adını size sormadan başka bir dile çevirseler? Senin doğduğun yerdeki kışlaya, inadına dedeni kesmiş generalin adını verseler? Şu son bilmem kaç yıla kadar.. sokakta, açıkta Türkçe konuşman yasaklanmış olsa? Türkçe şarkı dinlemen serbest olmasa? Radyo – TV’yi başka dilde seyretme zorunluluğun olsa? Ana dilin yoktur, dense? Arkadaşların silahlanıp dağa çıkana kadar, tek bir toplumsal hakkın bile tanınmamış olsa? Senden sadakat beklenebilir mi? O zaman karşımızdakine de, kendimize istediğimiz saygıyı göstereceğiz. O da insan, o da vatandaş.. ya da yakasını bırakacaksın.. asker ve vergi istemeyeceksin..
Ayrıca, sen, ben kimiz ki, diğer bazı vatandaş kategorilerinin hakkını hukukunu tartışıyoruz? Bu hakkı bize hangi kanun verebilir? Biz bu ülkenin asıl sahibi pozunda racon kesme tavrını neye dayanarak sürdürüyoruz, Kemalist şartlanmalarımız dışında? Adamlara sanki babamızın tapulu malını bağışlıyoruz.. şu hak diye verdiklerimizi zaten uluslararası bir mahkemeye gitseler alırlar.. adamların kendisini bize beğendirme mecburiyeti var, bizim kendimizi kimseye beğendirme mecburiyetimiz yok.. Bu rüyadan uyanın artık..
(Prensip 3)
Bir kere kabul edeceğiz ki bu adamlar Türk değiller.. bunların ayrı bir mensubiyetleri var, dilleri ayrı.. dinimiz bir.. tarihimizde ortaklık var ama bunlar TÜRK DEĞIL.. en azından kendilerini Türk olarak kabul etmiyorlar.. bir kere biz bunu veri kabul edeceğiz.. buna kızmayacağız.. Atatürk’ün bize yutturduğu dolmalara aykırı da olsa, biz yetişkin insanlar olarak bununla yüzleşeceğiz.. Bu ülkeyi elde tutmak, düzgün yaşamak istiyorsak, tabii.. Kendi doksan yıllık salaklığımıza kızamadığımız için bunlara kızmayacağız.. Belki de, gerekirse, çıkıp, adamları yok farzetmiş olduğumuz için resmen, devlet olarak özür dileyeceğiz.. nasıl Özal zamanında Cezayir’den özür dilemiştik.. öyle.. Kemalist rejim bu konuda halkına yalan söylemiş, yanlış öğretmiştir.. sıkıntının başı burada.. “Kusura bakmayın, bizim hükümetlerimiz, liderlerimiz bizi aldatmış.. af diliyoruz..sizden” diyeceğiz.. belki..
Bu gerçekleri kabul ettikten sonradır ki.. sağlıklı bir şekilde oturup tartışmaya başlayabiliriz.. o saate kadar kör dövüşü.. yoksa hem kaybeden taraf oluruz, hem komik duruma gireriz.. bugün bu noktadayız.. Allah’tan bu iktidar, konuyla kısmen yüzleşebildi de, (Çünkü akılları Kemalist ipotek altında değil.. akla aykırı uygulamalara, hadi oradan, diyebiliyorlar), lisan yasağı kalktı, TV yayını başladı, naklen Kürtçe maç yayını yapıldı, Dil Ensitüleri kuruluyor, müzik serbest, Milli Eğitim Bakanlığı Kürt yazarların eserlerini derlemeye başladı, bastıracak.., Kürtçe Festivaller yapılabiliyor, vs.. şimdi pozisyonumuz, geçmişe göre çok daha savunulabilir.. bu tip her adım dağdakilerin meşruiyetini azaltacaktır..

Ramazan da sigara içtiği için darp edilen insanların bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz, bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Yoksa her iktidarin ya da her kisinin kendine gore demokrasisi farklı mı?

Bunu savunan mı var? Eskiden sağcılar, solcular yolda diğerini çevirip döverdi.. bu milletimizin ilkelliğinden kaynaklanıyor. Diğer taraftan, Cıngıllı’da iken, koca holding binasında, işe aldığım bir çocuğa, bir seccadelik namaz yeri bulamadığım bir ülkede de yaşıyoruz, Ramazanda değil, tüm yıl boyunca, türbanlı kızların eğitim haklarının elinden alındığı bir ülkede yaşamıyor muyuz? Ben kendimi bildim bileli, Anadolu’da, Ramazanlarda bu tip olaylar olur.. bunun AKP ile bir ilgisi yok.. hatta belki bunlar, aman, sakın, ufacık bir olay üzerimize yapışır, diye uyarıyor bile olabilirler.. kendini bilmez, çiğ softalar olabilir.. sadece dengesiz bir lümpen olabilir, diğer taraftan, biz çocukken, Izmir’de bile, Ramazan’da göstere göstere sokakta yemek yemek, sigara içmek saygısız bir davranıştı.. geçen gün bir arkadaş anlatıyor.. belki 40 yıl öncesi.. İstanbul.. ustası gayri müslim.. ustanın oğlu işçilerin göreceği şekilde sigara içiyor.. adam kendi oğlunu Ramazan’da sigara içilir mi, oruçlu insanların önünde diyerek azarlıyor.. biraz da terbiye meselesi, saygı meselesi.. hem sokakta sigara içen için, hem hıyar gibi müdahale eden için.. yani laik devlet, özgür vatandaş demek, toplumun kutsal değerlerine açıkça saygısızlık yapmak mı demek ille de?

Demokrasi de tutanların yanında tumayanlara da sayg göstermek değil midir?

Tutmayana kim ne demiş? Saldırıya uğrayan tutmadığı için değil, sigarasını sokakta içtiği için saldırıya uğramıştır..

Demokrasiler de ozgurce telefonda konusmak yasak midir?

Bir kere, istihbarat teşkilatlarının, istihbari dinleme yapmadığı bir ülke olmadığını düşünüyorum.. hele 11 Eylül’den sonra.. bizde, kimin kimi dinlediği tam belli değil.. Emniyet Istihbarat, Genelkurmay Istihbarat, belki iç siyasetimizi dizayn etmek isteyen yabancı ülke servisleri, bazen Uzan gibi azgın özel kişiler.. daha kimbilir kimler.. Ulaştırma bakanı, resmen teknolojik açıdan acz içinde olunduğunu itiraf ediyor.. Olay şu, dört dörtlük bir hukuk devleti olsak, neyi önleyebiliriz? Ancak, hakim kararı olmadan devlet güçlerinin dinleme yapmasını engelleyebiliriz.. Yani polis veya savcılık, düzgün hakim kararı olmadan dinleme yapamaz.. TSK zaten kanunen vatandaşı dinleyemez.. Buraya kadar tamam.. kanun bu resmi güçlere işler.. CIA veya Mossad’a işler mi? Bu işe 50,000.- dolar, belki 500,000.- harcayabilen Uzanvari teşkilatları engelleyebilir mi? Ortam dinlemesi yapan cihazlar neredeyse Tahtakale’de satılacak hale düştü.. veya Baykal’ın komplosu gibi, muhtemelen yakın çevresine sızmış insanların faaliyetlerini kim önleyecek? Biz emin miyiz ki, birilerinin elinde mesela Başbakan’ın kaseti olmadığına? Bizim insanımız da tuhaf.. mahalle bakkalı bile dinlenebilirim havasında, sanki muhalefet gazetesinin genel yayın yönetmeni.. ayrıca bir yön daha var: Ben sade vatandaş olarak bu dinleme işinin, bizim demokrasimiz, yargımız, silahlı kuvvetlerimiz, AB normlarına yaklaşana kadar, hatta tamamen serbest olmasından yanayım:)) Tüm konuşmalar kayıt edilsin, sonra binlerce uzman tek tek bu kayıtları dinlesin:)) cinsel hayat ve aile içi konuşmalar dışında tümü YouTube’a konulsun diyorum:)) Ulan, kim kimi dinlese mutlaka dişe dokunur bir skandal var.. ya rüşvettir, ya şantajdır, ya darbe planlamasıdır, ya ihaleye fesat karıştırıyorlardır.. ya Yargıtay hakimi mafyaya yazlık ev tadilatı yaptırıyordur.. böyle pislikler savaşı bizim gibi sade vatandaşın lehine oluyor, bence)) Bu dinlemeleri yapan sanki AKP’miş gibi soruyorsun.. veya bunları savunan varmış gibi… kaç tane de iktidar aleyhine dinleme düştü ortalığa, ben mesela başbakanın, Remzi Gür’le, kızına para yollama konuşmasını dinlemiştim..ortada tek bir dinleme cihazı var, o da hükümetin elinde gibi bir durum mu var?

Sonuc olarak benim gordugum Turkiye bir korku ve ve tek adamli bir sisteme dogru gidiyor.

Benim gördüğüm Türkiye korku imparatorluğunu parçalamaya gidiyor.. Bu sizdeki korkuyu yayanlar, (1) Alıştıkları “king maker” konumlarını elden kaçıran Doğan Medyası başta, diğer ona benzeyen kendini doğuştan imtiyazlı sayan çevreler.. (2) Mecburen, ama bugün ama yarın, mutlaka sivil idarenin tam emrine girip topuk selamı vereceği günlerin yaklaştığını gören Genel Kurmay, (3) Genel Kurmay destekli, psikolojik harp amaçlı, kara propoganda amaçlı internet siteleri, (4) Al gülüm ver gülümle son otuz yılı hukuk yerine guguk üreterek geçirmiş damar sertliğinden muzdarip, yaşlı, sinirli, lisan bilmedikleri için hukuk literatürünü izlemekten aciz, Atatürkçü bozuntusu, vesayetci hakimler, (5) Köylüleri polis zoruyla Ankara’nın merkezinden uzak tutan bürokratlardan üremiş, sabit gelirli, hayatla mücadeleyi kıvıramayan, memur maaşına talim etmekten gözü dönmüş, kendi fildişi kulesinde yaşamaya alışmış, hep küçük görmeye alıştığı insanlar adam yerine geçip de, sınıfsal olarak kendilerini solladıkları için ifrit olan memur takımı… (6) Sizi bu tip korkular yoluyla kontrol edilebilir halde tutabilmek için, böyle tırsak hale getirmek için, ama bilerek ama bilmeyerek, toplumsal kendine güvenimizi zedelemiş, başımızda bir ulu önder olmazsa, onun yolundan ayrılırsak hapı yutarız, anlayışını kökleştirmiş Kemalist beyin yıkama prosesi.. (7) “Loser”lar partisinin tüm konuşmacıları, sözcüleri.. (8) Irkçı faşişt partisinin tüm konuşmacıları, sözcüleri..

Umarim bir gun karsilastigimiz da Tevfik Abi cok yanilmissiniz demek zorun da kalmayiz ve her sey sizin yazilariniz da yazdiginiz gibi olumlu ve daha iyi bir demokrasiye dogru gidiyordur.

Bir referandumda evet dedik diye zırt diye bir yere ulaşacağımız yok.. ama tarihi bir adım olarak görüyorum.. birisi yazmış, “Seçimden çok önemli, seçim dört yılda bir geliveriyor, bu fırsat otuz yılda bir zor gelir” diye.. bence de seçimden daha önemli bir oylamaydı.. Bu toplumsal ilerleme, maddi kalkınmadan da yavaş bir süreç.. fabrikayı yaptın, ertesi sabah çelik üretimi başlıyor.. bunda böyle bölük pörçük, iki ileri bir geri.. önyargılar kırılacak, bakış açıları değişecek, zihniyetler ayarlanacak, herkes karşılıklı birbirinden öğrenecek.. dün Fatih Altaylı konuşuyordu.. bunlar arabalarına “Hakimiyet Allah’ın” yazarlardı, epeydir bakıyorum, “Hakimiyet milletin” yazdırıyorlar.. buraya kadar geldiler.. değişim göstermekte başarılılar, diyor.. bence de, Erdoğan ve AKP yönetimi kendi tabanını eğitip dönüştürme konusunda mucize yaratıyor.. bunlar 15 sene önce bildiğin cami cemaatiydılar.. Milli Görüşçü.. AB Karşıtı.. faiz karşıtı.. mecburiyetten demokrat.. laikliği dinsizlik zanneden.. bildiğin varoş cahili bir kadroydu.. aradan geçen zaman içinde partinin bırak yönetimini, seçmeninin geldiği yere bak.. Partinin konuştuğu konulara bir bak: AB standartları, evrensel hukuk normları, insan hakları, azınlık hakları, katılımcı demokrasi, çoğulcu toplum.. sürdürülebilir büyüme.. kamu finansman dengesi.. bütçe disiplini..vs. Bir de Baykal’ın CHP seçmenine yaptığı kötülüğe bak.. adam o tabanı, resmen mutsuz, negatif, tutucu bir ruh hali içinde, sanki 1979 yılında siyah beyaz televizyon gibi çaktı bıraktı.. toplumun sosyolojik olarak en geri kanadı nereden nereye uçtu.. değişime en açık olmasını beklediğin kanadı nerede otluyor.. rezil bir liderlik yapmış oldu.. CHP seçmeni de yönetimi de Küba vatandaşlarına döndü.. dünyadan koptular.. akılları ermiyor.. öneri getirmeyi bırak gündemi takip edemiyorlar.. abondone oldular.. bir de bu arsanın üzerinde bunlar bina yapmış diye, başka sosyal demokrat oluşumlar da ortaya çıkamadı.. tek kanatlı kuş gibi olduk milletçe.. Erdoğan çalıyor biz oynuyoruz.. gerçi ben çalan müziği seviyorum ama.. akıllı, bilgili, yapıcı ama gaddar, esaslı bir muhalefetin yokluğu büyük eksiklik..

Selamlar,
Burak

Selamlar,sevgiler,
Tevfik İzmirli

On 9/14/2010 2:14 PM, Tevfik Izmirli wrote:

Aşağıdaki yazı, TARAF’tan, Yasemin Çongar’ın:

“Tarihi bir nitelik taşıdığını daha yaşarken hissettiğimiz olaylar, bugünümüzü değiştirirken, aynı zamanda, hem geçmiş hem gelecekle çok kuvvetli bir ilişkiyi ima ederler. 12 Eylül 2010 referandumunda alınan EVET sonucu da, sadece hayatımızı değiştirecek reformları onaylamakla kalmadı. Bu sonuç, Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasıdır.

EVET oyunun geçmişle ilişkisini, 1924’te Mustafa Kemal’in “vatan hainliği” ile suçladığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşuna kadar götürebiliriz bence; referandumda alınan sonucu, Kemalizmin ideolojik bekçiliğindeki vesayet rejimine indirilmiş en büyük halk darbelerinden biri sayabiliriz.

Bu sonucun, gelecekle ilişkisini ise yarattığı derin “kırılma”da görüyorum ben. Referandum ortaya koydu ki, bu memlekette toplumsal çoğunluk artık sahiden “iktidar” olmak istiyor; Cumhuriyet’in kurumlarına hükmeden küçük bir azınlığın kolladığı rejimin tasfiyesi talebi ve bu yöndeki ittifak ise hiç olmadığı kadar güçlü.

“Kemalizm,” Batı’daki kıyı kentlerine sıkışmış, İslamofobik ve Kürt düşmanı, neo-faşizan bir azınlığın zamana ve topluma aykırı ideolojisi olarak son demlerini yaşıyor. Sovyet rejiminin yıkılmasına direnen Stalinistler gibi, bizim Kemalistler de vesayet rejiminin yıkılmasına direniyorlar ve Sovyetler’de olduğu gibi, burada da, rejimin doğal bekçisi sayılan “elit” kendi içinde büyük bir kırılma yaşıyor. Referandumda EVET oylarının yüzde 58’i bulmasında, rejimin kendilerine reva gördüğü “ikinci sınıf vatandaş” muamelesine başkaldıran geniş toplum kesimleri kadar,

    bu “birinci sınıf” elitin içinden kopan değişim yanlılarının da payı büyük.

Türkiye’nin demokratik yarınlarını omuzlayacak olan bu ittifak, referandumun geleceğe dönük en önemli sonucu belki.”

Yukardaki bloklanmış satırda, benden bahsediyor:)))
Tevfik İzmirli

Also read...

Comments are closed.