Tevfik İzmirli – ‘Füze Kalkanı’ Konusu nedir? ‘Bir dış politika’ sınavı mı? Türkiye ne yapmalı? – I – Türk Savunma Sanayii’ne bir bakış..
18/10/2010 (Kategori: Yazılarım)
16 Ekim, 2010 ‘Füze Kalkanı’ Konusu, basınımızın gündemine dışarıdan ve bir dış politika konusu olarak düşmeseydi, Türkiye’nin gündeminde yok muydu?
Olmaz olur mu? Tabi ki vardı. İstanbul’a kar yağıncaya kadar “Kış Geldi” başlığı atamayan Türk basınına bel bağlarsak, diğer konularda olduğu gibi, savunma konusunda da karanlıkta kalırız. Türk basınında doğru dürüst savunma muhabiri yok. Askerin anlattıklarını bile anlamıyorlar. Örneğin tam şu anda (16 Ekim, 2010) tarihli Hürriyet’in ilk sayfadan verdiği bir saçma haber daha: “Türkiye bu uçaktan 100 tane alacak.. hem dikine iniyor, hem dikine kalkıyor”. Bir de video koymuşlar. Koskoca gazetenin ne dediğinden haberi yok. Türkiye’nin alacağı F-35 uçaklarının uçak gemilerinden görev yapabilecek tipi bu. Türkiye ile ilgisi bile yok. Müsteşarın yaptığı açıklamayı bile anlayıp yazamayan bir basının amiral gemisi.. Halbuki bu konular, düzgün işlense, başlıbaşına bir tiraj kaynağı olabilir. Millet, ‘TSK’nin gücü ve gelişmesi’, ‘Türk Savunma Sanayinin Başarıları’ gibi konularda haber açlığı çekiyor. Bunu İsrail ile yaşanan Mavi Marmara krizinde ve ‘Heron’ lar konusunda yaşadık. Hem de iki aşırı uca savrularak yaşadık. ‘Türkiye’nin üç dört değişik tipte ‘İHA’ (İnsansız Hava Aracı) ürettiğinden habersizler’ bir tarafta, “Hava Kuvvetleri İsrail’e bir ders versin” diyerek zırvalayanlar diğer tarafta. Bundan ne anladık? Kamuoyumuzun savunma konularında bilgisiz bırakıldığını. Aslında bunlar gizli bilgiler değil. Hem Savunma Sanayi Müsteşarlığı‘nın, hem de ilgili şirketlerin web sitelerinde ve aylık dergilerde yayınlanan, halka açık bilgiler.
Basınımız, kendi yetersizliği sebebiyle konuyu işlememiş, işlediği zamanlarda yalan yanlış bilgiler aktarmış, doğru bilgiyi zamanında verememiş. Bırakılan bu boşluk da hamaset içeren rivayetlerle, şehir efsaneleri ile doldurulmuş. Aşırı böbürlenme ile kendini zavallı hissetme arasında bir sarkaça dönmüşüz. Aynı tuhaflığı, zamanın Genel Kurmay Başkanı, Körfez savaşı sırasında istifa ettiğinde de yaşamıştık. “Çöl savaşı hazırlık ister, biz yapamayız” şeklinde yansıyan asker görüşü, bazı arkadaşlarımda hayal kırıklığı yaratmıştı. Öyle ya, ‘dünyanın en güçlü beşinci ordusu’ TSK değil miydi? Nasıl olur da yapamazdı?
2. Körfez Savaşında da füze tehditi gündeme geldiğinde ise yurt dışına avuç açmak, NATO üyesi devletlerden medet ummak zorunda kalmıştık. Sonunda Hollanda’dan getirilen Patriot bataryalarını Diyarbakır ve Batman’a yerleştirmiştik. Bunun anlamı da TSK’nın bu konuda aciz olduğu idi.
Savunma Sanayimiz, Savunma Sanayi Müsteşarlığı, Özal, Erdoğan..
Savunma Sanayi Müsteşarlığı’mız, ilk hali olan ‘Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı’ olarak, 7 Kasım, 1985 tarihinde çıkartılan 18927 sayılı kanunla kurulmuştur. 1975 Yılında askeri telsiz üretimi için kurulan Aselsan’ın tırmanışı da 1987 yılında başlamıştır. Yine Özal’ın kurdurduğu ‘Savunma Sanayi Fonu’ da işin finansman kısımını halletmek üzere hayata geçirilmiştir. Ondan öncesi, resmi adı ile ‘dış askeri yardımlar’, Türkçe’deki karşılığı ile ‘iane’ devriydi. Bu yüzden, pek çok ekonomik konuda olduğu gibi, savunma sanayi konusunda da ülkemiz henüz 25 yaşındadır. Milat, Özal’ın ilk kabinesini kurduğu 1994 yılının ilk aylarıdır. Kendim dahil, bu tarihten önceki Türkiye’de yaşamış olanlar kendilerini ‘dünyaya erken gelmiş’ saysalar, yeridir, maalesef.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı, benim dışarıdan görebildiğim kadarıyla, devletimizin en modern ve akılcı örgütlenmiş kurumu halindedir. Müsteşar Murat Bayar da en başarılı bürokratların başında geliyor. Müsteşarlığın konuya yaklaşımı da son derece çağdaş. Ne olursa olsun kendimiz üretelim gibi ekonomik gerçeklere ters bir bakışı yok. Murat Bayar, yaklaşımlarını şöyle özetliyor: “Tedarik modelimiz, öncelikle yurtiçi geliştirme, ürün yelpazesinin zenginleştirilmesi ve uluslararası pazardan pay alınması esasına göre kurulmuştur. Diğer seçenekler ise uluslararası konsorsiyum, ortak üretim ve hazır alımlardır.” Yani ilk önce bakacağız, kendimiz geliştirip dışarıya da satılabilecek bir ürün elde edebiliyor muyuz? Cevap evet ise, öncelik buraya.. ikinci seçenek, Stinger gibi, A-400 gibi, F-35 gibi uluslararası konsorsyumlara en baştan imalatçı olarak katılmak, çünkü bu kaynaklar ambargo uygulayamıyorlar.. işin bir kısmı bizde.. Üçüncü seçenek ortak olarak üretmek.. ATAK Helikopterleri gibi.. hazır almak ise, 10 adet Super Cobra’da olduğu gibi ancak ihtiyaç takvimi sıkışık ise veya Patriot ya da S-300/400 füzeleri gibi şu an itibari ile ulaşılamayacak bir teknoloji ise. Tamamıyle akılcı bir yaklaşım.
Bir de Murat Bayar’ın şu ifadesini unutmuyorum. Basına, “Fikri mülkiyeti bize ait olup, TSK tarafından envantere alınmış ve yurt dışına satmakta zorlandığımız bir ürün yoktur” demişti.. Bu lafı söyledikten bir iki yıl sonra, bu çıta da aşılmış, ve daha TSK envanterine girmeden yurtdışına satılan ürünler ortaya çıkmaya başlamıştır. Nurol’un Gürcistan’a ihraç ettiği EJDER zırhlı aracı da buna örnektir.
Türkiye savunma sanayinde bir devrim yaşıyor… Artık silah ve sistem temininde direksiyon sivillerin elinde. Askeri kesimin yüzüne gözüne bulaştırıp bıraktığı ihalelerden sonra yolun doğrusu bulundu. Askerler bir – iki yıldan beri sadece işin teknik yönünde söz söylüyorlar. Bu da bir devrim.. ama yine farkında olan pek az.
Özal’ın ardından, Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu konuya, milli AR-GE çalışmalarını ve savunma sanayi kuruluşlarının ihracat gayretlerini kastederek, ‘benim himayemdesiniz’ ifadesini kullanacak kadar sahip çıkması, bu konuda gerçek bir vizyon sergilemesi, Türkiye için bir şans olmuştur.
Paradoksal gözükebilir ama, siyaset anlayışı gereği olarak, askeriyenin siyasi hayatımızdaki rolünü kısıtlamayı çalışan Tayyip Erdoğan, TSK’nın silah ve teçhizat yönünden çağdaşlaşmasına ve bunun milli imkanlarla sağlanmasına en büyük katkıyı sağlayan başbakanımız olmuştur. Belki de Milli Görüş kökenli olması, ‘Batıcı – Amerikancı beyin yıkama sistemi’nden fazla etkilenmeden yetişmiş olması bir avantaj teşkil etmiş olabilir. Bizim için kabul etmesi zor olsa da, doğruya doğru..
Tayyip Erdoğan hem Demirel’in ‘Büyük Türkiye’ vizyonunu, hem Erbakan Hoca’nın “100,000 tank yapacağız, tank motoru yapacağız!” sloganının ayakları yere basan halini, hem Özal’ın ‘dünya ile rekabet edebilen Türkiye’ vizyonlarını sentezlemiş olduğunu, savunma sanayi konusundaki uygulamaları ile, en azından bana karşı ispatlamış bulunmaktadır.
Bu konu çocukluktan beri amatör ilgi alanlarımdan biri. Sade vatandaş olarak izleyebildiğim kadarıyla, savunma sanayi konusunda, bugüne kadar takdir etmediğim tek bir kararına şahit olmadım, Tayyip Erdoğan’ın.. Hatta, hiç çekinmeden söyleyeyim, başbakanlıktan ayrılma günü geldiğinde, acaba yerini alacak kişi, aynı hassasiyeti göstererir mi, diyerek endişeleniyorum.
Geçen yıl ülke çapında yapılan toplam AR-GE harcamasının, 4,6 Milyar TL’ yi bulması, AR-GE yatırımlarına getirilen teşvikler, bunların sonucu olarak hızla artan yabancı şirketlerin Türkiye’de AR-GE merkezleri açma faaliyetleri, şimdiden binlerce mühendisimizin buralarda çalışıyor olması, savunma sanayi şirketlerimiz tarafından sadece 2009 yılında 505.- Milyon dolarlık AR-GE harcaması yapılması ve bunun 206.- Milyon dolarlık kısmının (2002’de 45.- Milyon dolar) şirketlerin özkaynaklarından karşılanması, toplam cirolarının 2,3 milyar dolara varması (2002’de 1.- Milyar dolar), TSK’nın tedarik ettiği silah ve teçizatın yurt içinden karşılanma oranının 2010 yılında %50’ye çıkması (2003’de %25) ve Savunma Sanayi ihracatımızın 2011 yılında 1.- Milyar dolarlık ihracat hedeflemesi (2005’de 156 Milyon dolar), hep Tayyip Erdoğan’daki bu vizyonunun damgasını taşıyan gelişmelerdir. (Bkz. SSM WEB’in ilgili sayfası)
Türk ordusu gülle atan toplardan mermi atan yivli – setli toplara geçildiği çağdan beri ilk defa olarak kendi imalatımız olan, bilgisayarlı atış kontrol sistemine sahip / dünyanın en iyisi olan Alman kundağı motorlu obüsleri ile yarışabilecek / arka arkaya attığı üç mermiyi farklı mermi yolundan yollayarak hedefin üzerine aynı anda indirebilen / 40+ km. menzilli / ihracat imkanı olabilecek / seri imalatı Adapazarı’nda devam eden / ‘Fırtına’ kundağı motorlu obüslerini kullanmakta ama ne basınımız, ne kamuoyumuz, ne de muhalefetimiz bunun üzerinde yeteri kadar durmamaktadır.
Fırtına Kundağı Motorlu Obüsü. Topçularımız ona “Topların Cadillac’ı diyorlar.”
‘Tek top tek batarya’ konseptine uygun tasarlanmış Fırtına, yine Türk malı topçu radarı ve ateş idare sistemleri ile, 30 – 40 km. uzaktan atılan düşman top mermisinin havada takip ettiği mermi yolundan hesaplama yaparak, o merminin çıktığı namlu ağzının yer yüzü üzerindeki konumunu tesbit etmekte, kendi konumundan da yola çıkarak, meteorolojik şartlar dahil her türlü veriyi bilgisayar ile hesaplayıp ateş ettiğinde, mermisini düşman topunun tam üzerine indirebilmektedir.
Böyle bir sistemin Türk mühendisleri tarafından TSK’ya teslim edilmiş olması benim için muazzam bir haberdir. 1967 Yılında çıkarma gemisi yokluğundan Kıbrıs’a müdahele edilememiş, ardından ‘Kendi Gemini Kendin Yap’ kampanyası açılmıştı. İlkokul son sınıfta arkadaşlarmdan topladığım 25′er kuruşları PTT ile havale ettiğimi, sonunda da İzmir Alaybey tersanesinde inşa edilen 20 – 30 metrelik, içine eski tank motorlarının yerleştirildiği ufacık gemilerin denize indirilme törenlerine gittiğimi hatırlıyorum. Kimbilir yıllarca Amerikan hurdalarını kullanan topçularımız ne kadar memnundurlar..
Evet kullanılan 1,000 BG’lik dizel motorlar Alman MTU’dan alınmakta, top namlusu MKE’de Kore lisansı altında üretilmektedir, ama sistem olarak fikri mülkiyetimiz altındadır.. Tüm elektronik, bilgisayarlı atış kontrol sistemleri Türk malıdır. Silah sanayinde önemli olan sistem entegrasyonudur. Yarın lazım olsa yerli- yabancı başka bir motor kullanabilir, başka bir namlu yapabiliriz.. önemli olan bu alt sistemleri entegre ederek kusursuz bir silah sistemini rekabetçi maliyetlerle ortaya çıkarabilmektir. Türkiyemiz artık pek çok sistemde bunu başarmakta hatta bu sistemleri dünyaya satabilmektedir.
Birkaç örnek vermek isterim.
Yonca-Onuk Tersanesinin inşa ettiği MRTP (Çok Rollü Taktik Platform) ler, şu anda bir çok ülke tarafından satın alınmakta, hatta ABD Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından incelenmektedir. Kendi sınıflarında dünyanın en hızlı silahlı vasıtaları olan bu gemiler, tamamen kompozit malzemeden inşa edilmektedir. Tasarım tamamen yerlidir. Artık neredeyse Türkiye’nin geleneksel ihraç ürünleri arasında yer almaktadırlar. Bir ülkede de Yonca – Onuk ortaklığı altında üretim yapılmaktadır. Kendi kategorisinde dünyada bir numara olarak gösterilen karmaşık bir üründen bahsediyoruz..
İş bunların silahlandırılmasına gelince Aselsan imalatı uzaktan kumandalı top ya da makineli tüfek platformları devreye girmektedir. STAMP (Stabilize Makineli Tüfek Platformu) ve STOP (Stabilize Top Platformu). Körfez ülkelerinden bu platformlara alınmış sipariş adedi 100’ün üzerindedir.
Merak edip gurur duymak isteyenlere, en azından şu şirketlerimizin sitelerini ziyaret etmelerini öneririm: Aselsan / Havelsan / Roketsan
Savunma Sanayi müsteşarlığı sitesinin ‘Şirketler‘ sayfasına giderseniz, tüm savunma sanayi şirketlerinin linkleri mevcut.
Savunma Harcamaları
Bir diğer kafa karışıklığı da savunmaya harcanan paraya israf olarak bakan görüştür. Kim istemez harp tehlikesinin ortadan kalktığı bir çağda yaşamayı? O çağ gelinceye kadar belli bir savunma kapasitesi mecburen elde bulundurulacak. Doğru soru şudur: Madem ki belli bir bütçe buraya ayrılacak, bu parayı başka ülkelerin sanayi kuruluşlarına sipariş olarak aktaralım da, onlar mı döviz kazanıp istihdam yaratsınlar, yapmış oldukları yatırım bedellerini bizim siparişlerimiz ile amorti etsinler, yoksa kendi kuruluşlarımıza mı aktaralım? Bugün en barışçı iki ülke olan İsviçre ve İsveç’in ortak bir yönleri, dünyanın en meşhur iki uçaksavar topunu üretiyor olmalarıdır. ‘Bofors’ bir İsveç markası, ‘Oerlikon’ bir İsviçre markası. Hele İsveç, hava, deniz ve kara kuvvetlerinin tüm silahlarını kendisi üretebilen çok nadir dört – beş ülkenin içindedir. Toplam sanayi üretimi içinde en yüksek savunma sanayi payına sahip iki ülke ise İsveç ve Belçika. Kendi silah sanayini geliştirmemiş tek bir kalkınmış ülke yok. Savunma Sanayi, işin güvenlik riskleri bir yana, ekonomik açıdan da en yüksek katma değer yaratan sanayilerin içindedir.
Silahı satan ülkeler var bir de alan ülkeler.. silahsız ülke henüz yok, maalesef.. İşte Türkiye alanlar arasından satanlar arasına doğru tırmanmaya başlıyor..
‘Hava Savunma Sistemleri’ nedir?
1940 Yılında olsak, bu sorunun cevabı ‘Uçaksavar topları’ dan ibaret olacaktı. Karada ya da gemide konuşlu namlulu silahların, taarruz eden hava vasıtalarını def etme gayreti.. Aslında bugün de işin özü farklı değil. Düşmanın hava tehditini bertaraf edeceksin. Bunu ya tehdit ile havada kapışacak uçak kaldırarak yaparsın, ya da satıhta konuşlu silahlarınla. Uçakların hava savunma görevi, bugünlerdeki tartışmanın konusu dışında. Zaten Türkiye’nin o konuda bir sıkıntısı yok. Elimizdeki tüm savaş uçakları ağırlıklı olarak ‘Avcı’ özellikli uçaklar.
Havadan Gelen Tehditlerin Cinsleri:
Hava tehditi;
- Askeri tesisler, cephanelikler, fabrikalar, limanlar, havaalanları, rafineriler, trafo merkezleri, haberleşme santrallari, enerji üretim tesisleri, köprüler, vs. gibi sabit hedeflerimize ve çatışma alanında manevra halinde olan birliklerimiz, gemilerimiz gibi hareketli hedeflerimize karşı;
- Düşmanın, alçak / orta / yüksek irtifadan taaruz edecek, konvansiyonel veya isabet hassasiyeti arttırılmış bombalar ile havadan yere güdümlü mermiler atacak uçakları / satıhtan satıha güdümlü füzeleri (SSM) / seyir füzeleri (cruise missiles) / balistik füzeleri’nden oluşur.
Bu tehditlerin her birinin azami mesafeden fark edilmesi ve asgari zamanda değerlendirilmesi / tanımlanması / hedef alınması / bertaraf edilmesi gereği vardır. Bu son derece ileri teknoloji içeren, belki de askeri alanın en karmaşık ve her gün gelişen bir kısmıdır. Her silah karşı tarafı şaşırtacak / yanıltacak elektronik karşı tedbirler içerir (ECM – Electronic Counter Measures). Buna karşılık karşı silah da bu tedbiri boşa çıkaracak tedbirler barındırır (ECCM – Electronic Counter Counter Measures). Bugün bu karşılıklı teknolojik tedbirler o kadar artmıştır ki aradaki ‘C’ harfinin sayısı dörde – beşe çıkmaktadır). Silah teknolojisinin kalbi burada atmaktadır. Askeri teknolojinin en ileri kısmı (cutting edge) bu alanda geliştirilmektedir. Bu sebepsiz değildir. II. Dünya Savaşı’ndan ama özellikle 1967 İsrail – Arap Savaşından beri, bir numaralı kuvvet hava kuvvetidir. Gelecek harplerin kaderi de bu alanda belirlenecektir. Bu alanın dışındaki kısımları neredeyse her devlet becerebilmektedir. Fark yaratılacak alan burasıdır. Hava üstünlüğünü ele geçiren taraf için işin geri kalanı basit hale gelmektedir. Havadan beli kırılmış bir düşmanı hangi kara ordusu olsa ezip geçebilir. Teknoloji hızla kahramanlığın yerini almaktadır. Zaten, bu teknolojiye sahipseniz sizin 20’li yaşlardaki kadın askeriniz bilgisayar başında ciklet çiğneyerek harbeder, değilseniz aslan gibi evlatlarınız sırtta otuz kilo yükle hedef olur.. bir de işin şu tarafı var ki, bu alana para da verseniz giremezsiniz.. Para ile size tank satarlar, uçak satarlar, ama işin bu elektronik harp kısmına hakim değilseniz tüm o silahlar sizin elinizde eğreti kalacaktır.. ancak efendinizin izni olduğu zaman ve miktarda kullanabilirsiniz. İş Suudi Arabistan’ın parayla silah almasına döner.. Onun için milli Ar-Ge, milli Ar-Ge, milli Ar-Ge… Teknolojiyi ya kendiniz geliştireceksiniz, ya da size devreden bir kaynak bulup oradan aldığınızı özümseyerek kendiniz geliştirmeye devam edeceksiniz. Ukrayna’dan güdümleme, Çin’den yakıt teknolojilerini alarak Roketsan’da imal ettiğimiz, 30 Ağustos törenlerinde gururla geçirdiğimiz karadan karaya füze sistemlerimiz gibi.
Roketsan imalatı, kompozit yakıtlı, 100+ km. menzilli T-300 Kasırga Roketleri 30 Ağustos törenlerinde. Yakıt tekolojisi Çin’den, güdüm teknolojisi Ukrayna’dan. Çin ile askeri işbirliği, aynı teknoloji batılı kaynaklardan temin edilemeyince, 1996 yılında başladı.
- Hava Savunma Silahlarının Cinsleri
Namlulu silahlar, özellikle bilgisayarlı atış idare sistemlerindeki ve mermilerdeki fünye teknolojisindeki gelişmeler sayesinde varlıklarını sürdürüyorlar. Fünye cinsine göre, belli irtifaya ulaşınca patlayan mermiler var (Altitude fuse), hedef uçağı hissedip, vuramasa da yakınından geçerken patlayanı var (Proximity fuse).. Özellikle düşük maliyet bunların avantajı. Genellikle baraj ateşi açarak düşman uçağının belli irtifanın altına inmesine mani oluyorlar. Gemilerde kullanılan çok adette döner namlulu tipleri neredeyse bir mermi sağanağı yaratarak, gemiye deniz yüzeyini yalayarak yaklaşan bir güdümlü mermiyi bile havada vurabiliyor. Etkilerini arttıran unsur radar ve bilgisayarlarla desteklenmiş otomatik hedef tesbit ve ateş kontrol sistemleri. Namlulu uçaksavarlar istisnasız olarak ‘Alçak İrtifa Hava Savunma Silahı’ kategorisinde kalıyorlar.
Günümüzde asıl hava savunma silahı ‘Satıhtan Havaya Füzeler – (Surface to Air Missiles (SAM)’
Bunlar menzillerine göre üçe ayrılıyorlar, her kategoriye SSM tarafından verilmiş proje isimleri de yanlarındaki gibi:
1. Alçak İrtifa – T-LAIADMİS Projesi. (Türk – Alçak İrtifa Hava Savunma Füze Sistemi)
2. Orta İrtifa – T-MAIADMİS projesi. (Türk – Orta İrtifa Hava ve Füze savunma Sistemi)
3. Yüksek İrtifa – T-LoRADMİS projesi. (Türk – Uzun Menzilli Bölge Hava Savunma Sistemi)
İlk iki kategoride Türkiye kararını vermiş durumda. 15 Haziran, 2010 tarihindeki ‘Savunma Sanayi İcra Kurulu’ sonunda yapılan açklamaya göre, ilk iki kategorideki sistemler, yurt içinde geliştirme ve imalat yöntemi ile tedarik edilecekler. Ana yüklenici olarak Aselsan A.Ş. seçildi, işin ‘füze’ kısmından sorumlu olacak alt yüklenici olarak da Roketsan A.Ş. Tedarik takvimi işlemeye başladı.
Üçüncü kategori.. hazır olarak dışarıdan alınacak. ABD’nin Patriot, Rusya’nın S-300 veye S-400’leri var, bir de Avrupa’dan, Aster 30 sistemi teklif ediliyor. Türkiye bu sistemler için teklifleri topladı. Hatta sonradan Kongre onayı sorun olmasın diye Amerikalılar 8.- Milyar dolara kadar ön ihracat izini bile aldılar. Kamuoyunun kafasını karıştıran 8.- Milyar dolar lafı da buradan çıktı.
Fırtına kopartan kategori de zaten bu.. Stratejik güç dengelerine tesir eden silahlar bunlar.. Gelen seyir füzesini, ya da balistik füzeyi veya uçağı yüzlerce km. öteden izlemeye başlayan, aynı anda 100 kadar hedefi takip edebilen sistemler bunlar. Alçak irtifa ve orta irtifa sistemleri belli boyutdaki alanları, belli yüksekliğe kadar koruyabilirken, örneğin S-300′ler 25,000 mt.’ye kadar olan yükseklikleri 70 km. mesafeden düşman uçaklarına kapatabiliyor. Yunanistan, Rusya’dan satın aldığı S-300 bataryasını Kıbrıs’a yerleştirmeye kalktığında, Türkiye’nin ne kadar sert bir tavır koyduğu hafızalarda. O tavrın sebebi de Kıbrıs’a yerleştirilmiş S-300′lerin, ‘Türk Hava Sahası’nı Anadolu içlerine kadar kontrol edebilecek olmasıydı. Sonunda Yunanistan, Türkiye’nin ‘vururum’ tehditi karşısında S-300′leri Girit’e konuşlandırmıştı.
S-300. Batı’nın, özellikle ABD’nin uçak ve uçak motorlarındaki teknolojik üstünlüğünü dengelemek amacıyla, Sovyetler Birliği daima füze sistemlerine ağırlık vermişti. S-300 ailesi, dünyadaki en güçlü hava savunma sistemi olarak değerlendiriliyor.
Halihazırda elimizde hangi sistemler mevcut?
Alçak – çok alçak irtifada Stinger’ler var. Türkiye Stinger’ları imal eden konsorsyuma baştan üye olarak katılmıştı. Tek erin omuzdan atabildiği silahlar. Ardından, Aselsan, Türkiye’nin ilk silah sistem entegrasyonu projesine imza atarak, ‘Araca Monteli Stinger’’leri üretti. Bunların lastik tekerlekli araca monteli olan modelini (Zıpkın) Hava Kuvvetleri, paletli zırhlı araca monteli olanlarını (Atılgan) Kara Kuvvetleri ve Gemiye monteli modelini (Bora) Deniz kuvvetlerine teslim etti. Ayrıca uluslararası bir ihaleyi kazanarak, Hollanda’ya da Fennek tekerlekli araca monteli Stinger sistemleri ihraç ettti.
Zıpkın
Atılgan
Bora
Aselsan’ın Hollanda Silahlı kuvvetlerine teslim ettiği Fennek aracına monteli Stinger sistemi
Stinger’in bir kategori üzerinde ingiliz Rapier sistemleri var. Boğaz köprülerini ve hava üslerini bunlarla koruyoruz.
Rapier
Orta menzilli kategoride ise modernize edilmiş HAWK sistemleri var..
HAWK
Sonuç:
Türkiye, savunma sanayi konusunda büyük bir gelişim içindedir. Şu anda kontrata bağlanmış projeler sonuçlandığında, TSK’nın ihtiyaçlarını en modern silah ve teçhizatla hem de azami yerli teknoloji kullanarak karşılıyor olacağız. Halihazırda, en zayıf iki halkamızdan bir tanesi Kara Kuvvetleri’mizin elindeki modernize edilmiş – yenisi hiç yok ve olmadı – tank sayısının yetersizliği ile Hava Savunma Sistemi’nin neredeyse yok denecek kadar zayıf olması. Beş yıl içinde, Kara Kuvvetlerimiz şu anda Otokar tarafından prototipi imal edilmekte olan Türk Malı Altay MBT (Ana Muharebe Tankı)’na kavuşmaya başlayacak. Seri üretimine yıllarca devam edileceği düşünülüyor. Aynı süre içinde, etkin, modern ve entegre bir hava savunma sistemine de kavuşacağımız kesin..
Yıllardır ihmal edilmiş olan bu hava savunma sistemi konusu, ABD’nin girişimleri ile aniden gündemimizin baş köşesine oturuverdi. Bir tarafta ABD ve NATO, diğer yandan Rusya, İran gibi komşularımız… Zaten böyle bir sistemden mahrum olmanın sıkıntısını yaşarken, birdenbire konu siyasi olarak da dallanıp budaklanıp önümüze çıkıverdi.. Konunun politik yüzü, teknik ve askeri tarafının önüne geçti.. ‘Türkiye nasıl davranmalı?’ Bu da bir sonraki konumuz olsun…
- devam edecek -