Engin Ardıç – SABAH – “Osmanlı bozgunu bitti”
28/10/2010 (Kategori: Seçtiğim Yazılar)
“Bazı şaşkınlar cumhuriyetin bittiğini ileri sürüyorlar.
Hayır, cumhuriyet asıl şimdi yerine oturuyor. Biten, yanlış yolda yürütülmüş bir ara rejimdir.
Cumhuriyetin “temel kazanımları” korunacak, “köpüğü” alınacaktır.
Bitmekte olan cumhuriyet değil, onun “bir yorumudur”…
Bu noktaya ancak doksan yılda gelebildik. Doksan yıl geç olsun da güç olmasın.
Güç olmasına oluyor da gerçi, bu halk onu da aşar.”
Kemal Tahir’in unutulmaz “tesbitlerinden” biridir. Demişti ki:”Osmanlı bozgunu bitmedi, içimizde yaşıyor.”
Buna unutulmaz bir cümle daha ekleyelim. Gelmiş geçmiş en büyük üç beş romancıdan biri olan William Faulkner’ın lafıdır: “The past is never dead, it is not even past.”
“Geçmiş asla ölmüş değildir, geçmiş geçmiş bile değildir.”
Bunları bilemeyenler, göremeyenler hem kendilerine hem Türkiye’ye çok vakit kaybettirdiler…
Tarihle bağlarını kesinlikle kopardıklarını, “tertemiz ve bembeyaz bir sayfa açtıklarını” söyleyenler ancak kendilerini kandırdılar. Tövbe, bir de gençliği. Bizim kuşağın haylaz çocukları, ülkelerini tanımadıkları, geçmişlerini bilmedikleri için Türkiye’yi “yarı feodal, yarı sömürge ve mazlum bir üçüncü dünya ülkesi” sandılar ve hem kendi başlarını yaktılar, hem kör topal gelişmeye çalışan demokrasiyi.
Oysa halk “Osmanlı olduğunun” farkındaydı, kollektif bilinçaltında. Asla unutmamış, vazgeçmemişti. İsteseydi de bundan yüz çeviremezdi, emirle komutla olacak iş değildi. Bu nedenle de ne alafranga bürokratlara yüz verdi, ne de özenti solculara.
Efendim? Peki ya “Ecevit olayı” mı? Halk, solcu olduğu için değil, “Kıbrıs’ın bir kısmını aldığı” daha doğrusu geri aldığı için Ecevit’e meyletti! O bile, tam değil, kesin çoğunluk sağlayıcı oranda değil. (Bunu Anadolu’nun gerçek temsilcisi olan Demirel başarabilseydi, partisini meclise “tulum” sokacak oy elde edebilirdi o zamanlar…)
Kore’ye asker gönderilmesine de niçin tepki göstermemişti sanırsınız?
Çünkü uzun zamandır ilk kez “denizaşırı bir sefere” çıkılıyordu, Tahsin Paşa halka Piri Reis gibi geliyordu, tabii bilinçaltında. (Kore işine yalnızca komünistler çok kızmışlardı, kendilerince haklı nedenlerle.)
1699 yılından beri toprak kaybedenler, ilk kez “dış müdahalelere” girişmeye, hatta kaybedilmiş muazzam toprağın küçücük bir kısmını bile olsa geri almaya başlamışlardı…
Fakat kollektif bilinçaltında yatan bu Osmanlılık, “sorunluydu”… Çünkü büyük bir bozgunun, yıkılmanın mirasçısıydı. Bozgun, halkın bilinçaltında hem büyüklük kompleksini, hem de onun zıddı ama bir paranın arka yüzü gibi ayrılmaz yanı, “mütemmim cüzü” olan aşağılık kompleksini yaratmıştı. Bir yandan “biz büyük milletiz” övüncü, öte yandan “biz adam olmayız” yerinmesi…
Aşağılık kompleksi “daha ziyade” aydınlarda gözleniyordu tabii.
Avrupa’ya, Almanya’ya göçen köylümüzün nasıl o kadar “fütursuz” davranabildiğini aydınlar hiç anlamadılar! Mazlum bir halkın oralarda ezilmesi, sömürülmesi, böylece bilinçlenmesi ve günün birinde ülkesine dönüp devrim yapması gerekmiyor muydu? Bu umutla avundular. Şimdi de ona göbeğini kaşıyan ayı diyorlar ve olup bitenleri gene anlayamıyorlar.
Türkiye’de hayırlı, çok hayırlı birşeyler olmaktadır.
Osmanlı bozgunu bitmektedir!
İlk kez “bu kadar para kazanan” Anadolu’nun güveni yerine gelmiştir. (Ligin puan durumuna bakın bakalım, bu özgüven futbola nasıl yansımış?)
Komşularla sıfır sorun politikası, Osmanlı’nın “cengâver” yanını bırakıp “kucaklayıcı” yanını hatırlamasına yol açmaktadır… Bu halk, eski “kardeşlerini”, en başta Kürt halkını da kucaklayacaktır.
Bazı şaşkınlar cumhuriyetin bittiğini ileri sürüyorlar.
Hayır, cumhuriyet asıl şimdi yerine oturuyor. Biten, yanlış yolda yürütülmüş bir ara rejimdir.
Cumhuriyetin “temel kazanımları” korunacak, “köpüğü” alınacaktır.
Bitmekte olan cumhuriyet değil, onun “bir yorumudur”…
Bu noktaya ancak doksan yılda gelebildik. Doksan yıl geç olsun da güç olmasın.
Güç olmasına oluyor da gerçi, bu halk onu da aşar.
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/10/28/osmanli_bozgunu_bitti