“İstiklal Harbimiz” – Kazım Karabekir’in Atatürk tarafından 1933’de yaktırılan ama yok edilemeyen bir kaynak eseri

Sivas – 26 Kasım, 1919. İleride Atatürk’ün değişmez Genel Kurmay Başkanı olacak Fevzi Paşa, yine ileride Atatürk tarafından iftiralar ile devlet hayatının dışına atılacak Kazım Karabekir’e söylüyor. İbret alınacak bir konuşma:

Fevzi Çakmak: “Yegane istinadgahları (dayanakları) sen olan Mustafa Kemal Paşa muhteris ve menfaat düşkünüdür. Maksadı, şekl-i hükümeti (yönetim şeklini) değiştirmek, diktatör olmaktır. Ahlakı herkesce fena tanınan bu zatın milletin başına belalar getireceğini seni seven bütün arkadaşlarımız ve ben yakınen biliyoruz. Ali Fuat Paşa da (Ankara’daki 20. Kolordu’nun komutanı. T.İ.) muhterisin (aşırı hırslı) biridir. En itimat ettiğin İsmet de aynı fikirdedir. Ve benim gibi o da seni ikaz etmek fikrindedir. Bunların hiçbir kuvveti olmadığı halde sen bunlara kuvvet veriyorsun. Atinin (geleceğin) vahim (tehlikeli, korkutucu) vaziyetlerinde omuzlarına büyük mesuliyet alıyorsun. Kendisinin (Mustafa Kemal Paşa’nın) İstanbul’a celbine (getirtilmesine) sen mani oluyorsun. Buna zahir (yardımcı) olma. Bunu milletin, memleketin selameti için sana benim ve birçok arkadaşlarımızın samimi olduğundan ve senin bu vatana olan namuskarane fedakarlıklarını herkes bildiğinden söylemeyi bir vazife bildim…. ayrıca Mustafa Kemal Paşa kendi yaverlerini de mebus yaptırıyormuş. (İstanbul’daki Meclis-i Mebusan için yapılan seçimleri kastediyor. T.İ.) ”

 

sc00166ac0

 

 

 

 

 

 

 

 

Yapı Kredi Yayınları. Karton kutu içinde 2 Cilt, 1341 Sayfa, Ocak, 2008

Merhabalar,

Kazım Karabekir, en fedakar subay neslimizin seçkin örneklerinden. Gençlik yıllarını cepheden cepheye koşarak geçirmiş bir Osmanlı subayı. Mağlubiyetleri de yaşamış, zaferi de. Hem büyük bir asker ve kahraman, hem insan olarak üstün vasıflara sahip. “Nefs terbiyesi” denen zor savaşı da kendi benliğinde vermiş bir kişilik. Kıskançlık, bencillik, gurur, kibir, dedikodu, kin, intikam gibi insani denebilecek kişilik kusurlarından arınmış yüksek bir karakteri var.

Sadece asker değil. Diğer komutanlarda şahit olmadığımız özellikleri var. Bugün için bile ileri düşüncelere sahip. Bir kere doğuştan eğitimci. Yıllarını geçirdiği Erzurum’da bunu her fırsatta gösteriyor. Gerek kolordusunun himayesine aldığı binlerce yetimin eğitilmesi, gerekse halkın irfan seviyesini yükseltebilmek için çalışıyor. O hengamenin içinde vakit ve enerji ayırarak çocuklar için ayrı, yetişkinler için ayrı piyesler yazıyor, bunları sahneye koyduruyor, şiirler yazıyor, bazılarını marş olarak besteliyor. Ruslardan kalma hurda bir motor bulsa çocuklara motor sınıfı kuruyor, eline hurda bir telefon santralı geçse telefon kursu açtırıyor. Meslek sahibi yapmaya çalıştığı yetimleri akşam yemeklerinde sofrasına oturtarak onların görgüsünü arttırmaya çalışıyor. Erzurum halkını spor ve beden eğitimine teşvik ediyor. Pedogoji konusunda yazılmış Amerikan kitaplarını tercüme ettirerek kendi açtırdığı okullarda burada anlatılan yöntemleri uygulatıyor. Şu yıllarda yapılan bir uygulamanın dünyadaki ilk örneğini veriyor: Sarıkamış’da bir ‘çocuk köyü” kurdurmuş. Aynı anda, mahiyetindeki kurmay adayı subayları arazide bizzat eğitime çıkararak yetiştiriyor. Edirne’de görev yaptığı 1912 yılında da Karabekir’in yetiştirdiği adayların sınavı birincilikle kazandığını biliyoruz.

Askerliğine laf eden zaten yok. Ancak, sıradan bir generalden fazlalıkları var.. Nereye gitse kuvvetli bir radyo alıcısı diktirerek, Londra, Moskova gibi radyoların haberlerini dinletiyor. Sürekli olarak birinci elden dünyadaki askeri gidişatı izliyor. Stratejisini buna göre güncelliyor. Doğu Cephe’sindeki ileri harekatımızın zamanlaması hakkında Mustafa Kemal ile, telgraf üzerinden yaptıkları tartışmaları ve gelişmelerin Karabekir’i nasıl haklı çıkardığını, o günlere meraklı olanlar bilirler.

Anadolu’ya ilk geçen komutanımız Karabekir. Mondros Mütarekesi Karabekir’i Kafkas Kolordusu Komutanı olarak Tebriz önlerinde bulur. O gün itibarı ile Bakü’de bile Osmanlı birlikleri vardır ve etrafta tehdit oluşturabilecek düşman kuvveti bulunmamaktadır. Teslim olmuş bir devletin generali olarak karargahı ile birlikte Batum üzerinden Trabzon’a geçer. 28 Aralık 1918’de İstanbul’a döner. Gemi Büyükdere önlerinde iken dürbün ile kıyıyı seyretmektedir. Bir İngiliz mangasının Büyükdere’deki Türk bayrağını indirerek İngiliz bayrağını göndere çektiğine şahit olur. O anda “Tek dağ başı mezar olana kadar savaşmalı” kararını verir. “Bu kararı verdikten sonra İstanbul önlerinde demirlemiş müttefik donanması gözüme bostan korkuluğu gibi göründü” der. Bu laf size de bir yerlerden tanıdık geliyor mu?

İstanbul’da iken İsmet İnönü ve Mustafa Kemal ile de görüşür. İsmet Paşa tam bir yılgınlık içindedir.. Çiftçilik yapıp at yetiştirmeyi teklif eder.. Mustafa Kemal ise,  Anadolu’ya geçme fikrine “Olabilir, bu da bir fikir” cevabını verir. O sırada kendisine Osmanlı kabinesinde “Savaş Bakanlığı” ayarlamakla ve saraya damat girerek siyasi güç elde etmek amacıyla kulis yapmakla meşguldür. Bu yolların kurtuluşa varmayacağını, bir an önce Anadolu’ya geçerek silaha sarılmanın tek yol olduğunu ilk söyleyen Kazım Karabekir’dir.

İstanbul’dan, 12 Nisan, 1919’da mücadeleye başlamak üzere ayrılır. 17 Nisan 1919’da Samsun’a çıkarak buradan kendisini 15. Kolordu Komutanı olarak tayin ettirdiği Erzurum’a geçer. Milli mücadeleye başlamak üzere Samsun’a ilk çıkan komutan, resmi tarihin nesillerimize yalan yere öğrettiği gibi Mustafa Kemal Paşa değil, Kazım Karabekir Paşa’dır.

19 Mayıs, 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in hiç oyalanmadan Erzurum’a gelmesi için israrcı olur. Mustafa Kemal Erzurum’da iken İstanbul tarafından görevinden alınır. (Bu olay da Atatürk devrinde kendisi istifa etti şeklinde çarpıtılarak anlatıla gelir, halbuki Karabekir, İstanbul tarafından görevden alınmadan kendisinin istifa etmesinin daha uygun olacağı konusunda Mustafa Kemal’i uyarmış ama Mustafa Kemal üniformasız haliyle halkın peşinden gelmeyeceğinden çekindiği için tereddüt etmiş ve ancak görevden alındıktan sonra istifa etmiştir. T.İ.)

Karabekir, artık askerlikle ilişkisi kesilmiş Mustafa Kemal’e, en zayıf olduğu o anda, “Ben ve kolordum emrinizdeyim” demiş insandır. Mustafa Kemal’in, kendisini tutuklamak için yanında getiriyor zannetiği askerleri, Karabekir, Mustafa Kemal’in emrinde muhafız birliği olarak bırakmak üzere getirmiştir. Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi’ne katılmasına karşı çıkılınca, kendisine kefil olarak kabul edilmesini sağlayan da Karabekir’dir.

Tüm İstiklal Savaşı boyunca kahramanca hizmet etmiş, savaşın zafere ulaşan ilk cephesi Doğu Cephesi olduktan sonra buradan kaydırılan askeri birlikler Batı Cephemizdeki zaferde rol oynamışlardır.

İstiklal Savaşı kazanılıp, yurdumuz düşmandan temizlendikten sonra, sıranın ekonomik, sosyal, siyasi cephelerde yapılacak mücadeleye geldiğini düşünür. Mustafa Kemal ile fikir ayrılığına düşerler. 17 Kasım, 1924’de kurulan Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka’nın kurucuları arasnda yer alır. Genç Cumhuriyet’in, Mustafa Kemal’in keyfi tek adam idaresine dönüşmekte olduğunu görmektedir. “Bağımsızlığımızı kazandık, hürriyetimizi kaybettik, şimdi bu uğurda siyasi mücadeleye girmemiz gerekmektedir” der.

Karabekir, karşısındakilerden kendi düzgün karakterine uygun davranış beklemekle aldanmış, belki hayatının en büyük hatasını yapmıştır. Mustafa Kemal’in tırpanı inmekte gecikmez. Şeyh Said isyanı bahane edilerek Takrir-i Sükun kanunu çıkartılır ve 3 Haziran 1925 tarihinde bakanlar kurulu kararıyla parti kapatılır. Diktatörlük devrine girilmiştir artık. Parti ve kurucuları, gericilikle, ‘irtica’yı kışkırtmakla suçlanırlar. Ardından Atatürk kendisine yönelik olarak planlanan fakat gerçekleşmeyen İzmir Suikasti’ni bahane ederek, diğer pek çok siyasi rakibini, İstiklal mahkemesi eliyle tasviye etmeye girişir. Bu aşamada Karabekir gibi bir komutan zindanlara atılır, idamla ve Atatürk’e suikast düzenlemekle suçlanır. Sonunda subayların tepkisinden çekinen rejim Karabekir’i idam etmez.

Karabekir, Atatürk’ün ölümüne kadar göz hapsinde tutulur. Yürüyüşe çıksa peşinde sivil polisler vardır. Evi basılır, kitapları, evrakları alınır.  Geçim zorluğu çeker. Hastalanan kızının doktor parasını karşılamak için, eşinin annesinden kalma mücevherini sattırdığı günleri olur. Artık devamlı yazmakta, yazmaktadır. Elimizdeki eserlerini biraz da o yıllara borçluyuz. Atatürk hayatını kaybeder etmez, tekrar itibarı iade edilir. 1939’da İstanbul Milletvekili, 1946’da TBMM başkanı seçilir. Ölümüne kadar bu görevde kalır.

İftiracı diktatör ölmüş, Karabekir’in itibarı iade edilmiştir. Atatürk’ün tepeden inmeci, eğitime, iknaya, örnek olmaya, önem vermeyen ‘modernleştirme’ yöntemlerine karşıydı.  “Bu şekilde yapılan devrimlerin geri tepmesi kaçınılmazdır, korkarım ki elli sene sonra sokaklarda kara çarşaflılar görürsünüz” dediğini, hayatta olan kızı aktarmaktadır. Zaman Karabekir’i haklı çıkarmıştır.

Karabekir’in göz hapsinde geçirdiği yıllarda, Atatürk’ün demirbaş genel kurmay başkanı Mareşal Çakmak’tır. Son bir yılı hariç sürekli başbakanı da İsmet İnönü’dür. Bu iki tarihi kişilikten, Kazım Karabekir tarafından “İstiklal Harbimiz” kitabının bir çok yerinde bahsedilmektedir. Ben bunlardan ikisini alarak bitireyim, tarih kimleri yükseltiyor, kimleri gölgede bırakıyor, düşünmeye değer:

1. Alıntı

Sivas Kongresi 1919’un Eylül ayında yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa henüz Sivas’tadır. Ankara’ya gitmesine daha bir ay vardır. Milli Mücadele’ye en geç katılan komutanlardan Fevzi Çakmak, ki sonradan Atatürk döneminin tek genel kurmay başkanı olacaktır, 1919 yılının Kasım ayında İstanbul Hükümeti tarafından, 1. Ordu Müfettişi olarak Doğu Anadolu’ya gönderilmiştir. Beraberindeki heyetle birlikte, önce deniz yoluyla Samsun’a, oradan 24 Kasım’da Sivas’a ulaşır.  Kazım Karabekir tarafından tören kıtası ile şehrin girişinde karşılanır. Bir gün istirahat ettikten sonra, 26 Kasım 1919 günü, Kazım Karabekir tarafından Atatürk ve beraberindekilerin  yanına götürülmeden  önce aralarında bir sohbet geçer:
Fevzi Çakmak: “Yegane istinadgahları (dayanakları) sen olan Mustafa Kemal Paşa muhteris ve menfaat düşkünüdür. Maksadı, şekl-i hükümeti (yönetim şeklini) değiştirmek, diktatör olmaktır. Ahlakı herkesce fena tanınan bu zatın milletin başına belalar getireceğini seni seven bütün arkadaşlarımız ve ben yakınen biliyoruz. Ali Fuat Paşa da (Ankara’daki 20. Kolordu’nun komutanı) muhterisin (aşırı hırslı) biridir. En itimat ettiğin İsmet de aynı fikirdedir. Ve benim gibi o da seni ikaz etmek fikrindedir. Bunların hiçbir kuvveti olmadığı halde sen bunlara kuvvet veriyorsun. Atinin (geleceğin) vahim (tehlikeli, korkutucu) vaziyetlerinde omuzlarına büyük mesuliyet alıyorsun. Kendisinin (Mustafa Kemal Paşa’nın) İstanbul’a celbine (çekilmesine) sen mani oluyorsun. Buna zahir (yardımcı) olma. Bunu milletin, memleketin selameti için sana benim ve birçok arkadaşlarımızın samimi olduğundan ve senin bu vatana olan namuskarane fedakarlıklarını herkes bildiğinden, söylemeyi bir vazife bildim….ayrıca Mustafa Kemal Paşa kendi yaverlerini de mebus yaptırıyormuş. (İstanbul’daki Meclis-i Mebusan için yapılan seçimleri kastediyor. T.İ.)”

– Kazım Karabekir: “Paşam, Mustafa Kemal Paşa’ya başımıza geçmesini daha İstanbul’da iken teklif eden de benim. Bugün bütün kuvvetimle tutmayı en büyük bir vazife bilirim. Ondan daha hamiyetli (milli onur sahibi) ve değerlisini İstanbul’da iken aradım, bulamadım. Pekala hatırlarsınız. Hanginiz esaret altındaki İstanbul’dan çıkıp geldiniz? Bugün de sizden rica etsem, ihtimal yine gelmezsiniz. Burada kalınız, sizi reis yapalım. Bugün benim kuvvetle tutacağım zattır ki milletin riyasetinde (başkanlığında)  durabilir. Doğrudur. Fakat bu ben olamam. Çünkü ben istinadgahsız (dayanaksız) kalırım. Siz ve emsaliniz esaret altında oturmayı tercih ediyorsunuz. Bugünkü vaziyetimiz en tabii ve meşru (haklı, yerinde) bir şekildir. Bu mütalaa (düşünce) kolordu kumandanları ve Heyet-i Temsiliye için de böyledir. Keşke milletin ilersinde ve kolordu kumandanlıklarında daha değerli zatlar bulunsaydı. İstanbul’da dedikodu yapan arkadaşlar, iş bu raddeye kadar muvafakiyetle geldikten sonra olsun Anadolu’ya gelseler ya. Ne yazık ki şarkın münevver evlatları bile İstanbul’dan çıkmazsa şarklı olmayan bizim gibiler en felaketli günlerde halka teselli ve emniyet verdik, halk da pek tabii olarak rehberlerini gördü ve onlara selahiyet (yetki) ve kuvvet verdi. Şu veya bunun mebus olması fena tesir yapar fikrine gelince, bu ana mesele değildir. Esasta bir olduktan sonra bunların samimi olarak halli gayr-i mümkün (imkansız) değildir.”

 

 

Fevzi Paşa’yı ikna ettim ki,…… milli varlık, milli birlik teessüs etmiş, milli karar verilmiştir.. Artık bu işlerle ve Mustafa Kemal Paşa ile uğraşmak yanlıştır.  Milli karara karşı harekettir, ihanettir, felakettir.

Fevzi Paşa hak verdi. “Bu suretle kendisini başı boş bırakmaz ve icabında vaziyet almayı düşünmüş olmanıza nazaran bugünkü vaziyet zaruridir” dedi.

Bu konuşmadan sonra Karabekir, Fevzi Paşa’yı Mustafa Kemal ve çalışma arkadaşlarıyla buluşmaya götürür. Onların Fevzi Paşa hakkında ileri geri konuşmakta olduklarından, bunu kendisinin men ettiğinden, hiç söz etmez. Tarafları bir araya getirir. Karabekir’in bu kişisel hesaplara yer vermeyen, memleketin kurtuluşuna odaklanmış yaklaşımı, Fevzi Paşa gibi milli harekete şüphe ile bakan bir asker ile, Mustafa Kemal ve Rauf Orbay gibi Fevzi Paşa hakkında ileri geri konuşan,  “Sivas’a sokmayalım, öldürelim, vurduralım” diyenleri bir araya getirir, aynı mücadelenin saflarında buluşturmayı becerir.

2. Alıntı

 

Trabzon üzerinden İstanbul’a döndükten bir gün sonra, ilk görüştüğü kişi eski ve samimi arkadaşı İsmet (İnönü) olur. 29 Aralık, 1918’de Kazım Karabekir’in kalmakta olduğu, kardeşinin Zeyrek’deki evinde görüşürler.

-Gördün mü Kazım? Her şey mahvoldu. Vaktiyle gördüğün gibi sürüklediler ve bitirdiler. Derdin ki batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat benim hiçbir ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi, Kazım? Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var? Birleşelim. Kazım Ağa, İsmet Ağa olalım. Çiftçilikle hayatımızı sürükleyelim.

-İsmet ne söylüyorsun, dedim. Zannediyor musun ki bizi yaşatacaklar? Ermeni, Rumlar, şarktan, garptan Türk’ü boğacaklar. Bırak ki benim bir tarla alacak param yok. Fakat olsa da ayaklar altında zelilane ölmektense, milletimizin bu kadar senelik yediğimiz ekmeğini namuskarane ölmekle ödemek daha çok yakışmaz mı?

– Kazım ne diyorsun? Sen vaziyeti henüz bilmiyorsun. Ordularımız mahvoldu. Boğazlara itilaf hakim, bütün cenup hudutları açık bir halde. Asıl felaket bizim içimizden Kazım. Tasfiye yapacaklar tasfiye. Anlıyor musun? Bugün harpte kazandığın paşalığı alacaklar, bir belki de iki rütbe kaybedeceksin. Artık bize herşey düşman. Ben çok düşündüm. Nemiz varsa birleştiririz ne mümkünse alırız. Kazım Ağa, İsmet Ağa, ben başka türlüsünü göremiyorum Kazım. Sen de bir iyi düşün.

– İsmet ben kararımı vermiş bulunuyorum. Bütün bu şeyleri vaktiyle Çanakkale’den içeri sokmamıştık. Nazarımda bostan korkuluğu gibi duruyorlar. Biz ölümü göze alınca yine hepsini dışarı atarız. Milletin mahvolduğunu görmek zilletindense, yaşadığını görerek ölmek daha Türkçe olur. Ben dün Boğaz’dan gelirken ahdımı verdim. Tek kalsam bile veya tek dağ başı kalsa bile uğraşmak. Silahımı, üniformamı kimseye vermeyeceğim. Azim ve tedbir her ümide yol açar.

– Kazım, millete karşı mümkün olanı yapalım, fakat yapılamayacaktan fayda yoktur. Vaziyeti sen de anlarsın.

– İsmet acele etme. Daha görüşürüz. Yalnız hepimizin İstanbul’da toplanması feci. Beni getirtmemeliydiniz. Yapılacak ilk iş ordularımızın başına gitmektir. Ne yap yap beni bir kolorduya tayin ettir. Anadolu’da olsun. Mümkünse kendi kolorduma.  Hepimiz buralardan uzaklaşalım.  Yoksa günün birinde toptan bir ihanete kurban gidersek her ümit mahvolur…

Evet, benden bu kadar.. Tamamını merak eden kendisi okusun. Tavsiye ederim. Çoğunluğu telgraf metinlerinden oluşan bir kaynak eser. YKB Kültür Yayınlarına teşekkürler..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Also read...

Comments are closed.