Prof. Dr. Atilla Yayla – “Kemalizm – Liberal Bir Bakış” – Tevfik İzmirli, “Kemalizm’den arınmış, kendi halkını Kürt – Türk, başı bağlı – başı açık ayrımı yapmadan, evlatları gibi kucaklamayı öğrenmiş, demokratik bir cumhuriyete kavuşmak ve onun yıldönümlerini gururla kutlamak ümidiyle” sunar…


Liberte Yayınları – 89 Sayfa – Haziran 2008

Prof. Dr. Atilla Yayla – Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi

Arka kapak yazısı:
“Kemalizm, Cumhuriyet tarihimizin büyük bölümünde, siyaseten bazen ama bürokratik olarak her zaman iktidarda kaldı. Fikri temellerinin zayıflığına ilaveten, devamlı iktidarda bulunması, Kemalizmin , fikir olarak, bir nebze olsun gelişme imkanı vardıysa, onu da ortadan kaldırdı.
Bugün gelinen noktada Türkiye gerçek bir demokrasi olmak için Kemalizmi resmi ideolojisi daha doğrusu resmi dogması olmaktan çıkarmak ve Kemalist mirasın çoğu amaçlarını ve araçlarını ya tamamen reddetmek veya ciddi biçimde ehlileştirmek ve medenileştirmek zorundadır”

Merhabalar,
Bugünkü kitabımızın yazarı, kendisini Kemalist beyin yıkamadan uzak tutabilmiş bir düşünür. Liberal fikirleri ile biliniyor. 2006 Yılında konuşmacı olarak katıldığı, AKP İzmir İl Gençlik Kolları tarafından düzenlenmiş ‘Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkilerinin Toplumsal Etkileri’ konulu panelde yaptığı bir konuşma yüzünden yargılandı. Konuşması yerel basında yer alınca AKP yetkilileri de ne yapacaklarını şaşırdılar.
Yargılama sürecinde Kemalist papağan sözde aydınlarımız tarafından bir cins manevi lince tabi tutulmak istendi. Bir yıl üç ay hapse mahkum oldu. Hapis cezası ertelendi ama iki yıl uzman bir kişi tarafından denetlenmesine karar verildi.

Atilla Yayla’nın da katıldığı, Habertürk TV’nin ‘Basın Kulübü‘ programından 5 dakikalık bir bölüm internet üzerinden seyredilebilir.

Kitabı özetlemeye çalışmak yerine, mümkün olduğu kadar fazla sayıda, kısa alıntılar vermek daha yararlı olacak..

Kemalizm’den arınmış, kendi halkını Kürt – Türk, başı bağlı – başı açık ayrımı yapmadan, evlatları gibi kucaklamayı öğrenmiş, demokratik bir cumhuriyete kavuşmak ve onun bayramlarını gururla kutlamak ümidiyle alıntılara geçiyorum,

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

sayfa 10..

“Kemalizmle ilgili okuma ve, düşünme ve tartışmalarımın beni ulaştırdığı genel sonuç, resmi propagandanın inanmamızı istediğinin aksine, Kemalizmin demokratikleştirici, insan haklarına saygılı bir ideolojimsi konum olmaktan çok, otoriteryen, totaliteryen bir duruşa ve bakışa yakın durduğuydu.

Bu görüşümü, “Ortak medeniyet paradigması açısından değerlendirildiğinde, Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül etmektedir” cümlesiyle ….. bir panelde ifade ettim.

Panelden hemen sonra Kemalist – faşist medyanın, kimi Kemalist sözüm ona STK’ların ve maalesef görev yaptığım Gazi Üniversitesi’nin linç kampanyasına maruz kaldım.

Yargı bürokrasisi tarafından da taciz edildim.Linç kampanyası ve çeşitli alanlardaki yansımaları hem şahsım, hem ailem için çeşitli sıkıntılar yarattı ama kampanyanın aktif ve pasif katılımcıları fikirlerimi çürütemedi.

Ayrıca bu olay ülkede kendileriyle evrensel standartlara uygun tartışma yapılabilecek fazla Kemalistin bulunmadığını anlamamı da sağladı..

Bu, ülkemiz adına çok üzücü bir durum. Belki de benim gibi liberal üniversite hocaları, insani değerlerden haberdar, onlara saygı gösterecek ve medeni tartışmalara girebilecek Kemalist aydınların yetişmesine yardımcı olmalı”

sayfa 21..

“Propaganda kampanyaları sadece propagandaya maruz bırakılanların en azından önemli bir bölümünün kuşkucu bir tavrı benimseyerek söylenenleri tersinden okumak gibi bir yöntem geliştirmesine sebep olmakla kalmamakta, aynı zamanda Kemalist kesimlere mensup kimseleri de hayali bir bilgi ve yetersiz bir kavrayış zeminine oturtarak hata üstüne hata yapmaya zorlamaktadır…”

sayfa 22..
Tarihi bilgilerde eksiklik, yanlış ve çarpıtmalar..

“Cumhuriyet dönemiyle ilgili olarak, zaman zaman 20. yüzyılın çökmüş totaliter rejimlerininkiyle hem teknik, hem muhteva bakımından yarışabilecek seviyeye ve özelliklere ulaşan propagandanın uyuşturucu etkilerinden kurtulup; tarihi, objektif biçimde okuyunca, ilginç bilgiler ortaya çıkmaktadır.
Olur olmaz vesilelerle ve her imkan, araç ve yoldan istifade edilerek dile getirilen ve övünç sebebi veya konusu yapılan olayların veya olguların birçoğunun ya doğru olmadığı, ya eksik bırakıldığı ya da çarpıtıldığı veya tek yönlü olarak ele alındığı görülmektedir.
Bunun elbette çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerin en başta gelenleri, halk nazarında rejimin meşruiyetini arttırma arzusu ve rejimin egemen sınıfının konumunu pekiştirme gayretidir.”

sayfa 25..

“… bu arada komik olaylar da olmaktadır. Örneğin, her yıl sansürün kaldırılması ve basın özgürlüğüne kavuşulması kutlamalarında hep Osmanlı dönemine atıf yapılmaktadır. Oysa, tek parti diktatörlüğü döneminde Osmanlı’nın sansür dönemini mumla aratan bir sansür faaliyetinin olduğu, yeterli seviyede fikir ve ifade özgürlüğünün bulunmadığı, muhalif fikirlerin susturulduğu her ciddi tarihçi tarafından bilinmektedir. Ancak, Cumhuriyet döneminde, daha doğrusu tek parti diktatörlüğü döneminde kötü birşey yapılmadığı yahut yapılmış olamayacağı kanaatını oluşturmak veya halihazırda bu istikamette bir ölçüde oluşmuş bir kanaatı pekiştirmek için bu gerçek görmezden gelinmektedir.”

sayfa 26..

“…. Osmanlı’nın son yıllarında, sivil toplum, Cumhuriyet döneminin özellikle 1925 – 1945 devresine göre, çok daha güçlü, hareketli ve canlıydı.
Türkiye Cumhuriyeti bu sivil toplum mirasını devralmış ve ne yazık ki, büyük ölçüde budamıştır.
Tek parti cumhuriyeti dönemi, toplumdaki farklılık ve çeşitliliğin, adım adım, icabında zora başvurmaktan çekinmeden tasfiye edildiği bir dönem olmuştur.”

sayfa 27..

“… kısaca, tarihi olayları çarpıtarak Cumhuriyet döneminin daha öncesinden hiçbir şey devralmadığını iddia eden tez doğru olmaktan uzaktır….
… bilimsel çalışmalar gerçekleri ortaya serdikçe tek parti diktatörlüğü döneminin manzarası netleşecek ve dolayısı ile isbetli tahlil imkanları artacaktır..”

sayfa 28..

“…imparartorlukların dağılma sürecinde, Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkelerde, genellikle, hızlı ve keskin geçişler yapılarak çoğu zaman antidemokratik nitelikte cunhuriyetler kurulmuştur. Türkiye bir bakıma bu guruba dahil edilebilir.. Buna karşılık, Batı Avrupa monarşileri, evrilerek, ‘sınırlı devlet’ ideali doğrultusunda ilerlemiş ve demokrasiyi daha iyi yaşatan anayasal monarşilere dönüşmüştür..
Başka türlü ifade edersek, sırf cumhuriyet olması, bir rejimin kıymetli ve takdire şayan kabul edilmesini sağlamaya kifayet etmemektedir.”

sayfa 29..

“Hem laik hem cumhuriyet olan Sovyet sisteminin insanlığa maliyeti ortadadır..”

sayfa 30..

“Gerçekten, orijinal cumhuriyet fikri ve felsefesi açısından bakıldığında, Türkiye’de 1923’de cumhuriyete geçildiği söylenebilir mi? Eğer geçildiyse, bu nasıl olmuş ve ne şekilde tezahür etmiştir? Mesela, iktidarın elde edilme yolları ve iktidar sahiplerinin iktidarlarını kullanma tarzları açısından, neler, nasıl değişmiştir? Cumhuriyet fikri halkın katılımına dayandığına göre, 1923, özellikle 1925 sonrasında böyle bir katılım var mıdır?”

sayfa 31..

“..Türkiye’nin cumhuriyet dönemi, 1923’den bugüne kadarki zaman dilimini kapsayacak şekilde, bir bütün olarak değerlendirilemez. En azından iki devreye ayrılması gerekir. Antidemokratik ve – olabildiği ya da müsaade edildiği kadarıyla – demokratik cumhuriyet dönemleri.. Talihsizlik odur ki, bu ikisi birbirinin panzehiri gibidir… Birinci dönem 1923 – belki 1925 – ile 1946’yı -belki 1950’yi – ve ikincisi bazı kesintilerle de olsa 1950’den bugüne kadar olan tarih dilimini kapsamaktadır..”

“İlk dönem, sistemin hayat seviyesini yükseltmekte başarısız olduğu, halkın iktidar sahiplerinden sadece siyasi olarak değil sosyal ve ekonomik olarak da soyutlandığı ve baskı altına alındığı bir dönemdir.”

“..nitekim tek parti dönemiyle ilgili resmi söyleme dikkat edilirse, övgü konusu yapılan şeylerin daha ziyade sosyal ve kültürel alandaki ‘reformlar’ olduğu görülür.”

sayfa 31 – 32…

“Buna karşılık, sosyal ve iktisadi şartlardaki gelişme ve iyileşmelerden pek bahsedilmez. Mesela Anadolu’yu kasıp kavuran salgın hastalıklarla mücadelede kaydedilen ilerlemelere, açlıktan kıvranan insanların gıda rejiminin iyileştirilmesine, toplam hasılanın ve milli gelirin artışına ve buna benzer konulara dair bilgiler verilmez. Ancak son yıllarda, o da eleştirilerin yoğunlaşması üzerine, bu dönemle ilgili yüz ağartıcı rakam bulma çabaları başlamıştır. Ne var ki, bu çabaların artık ikna edici delillerle tek parti diktatörlüğü döneminin hatırı sayılır bir iktisadi gelişme sağladığını ispatlaması artık çok zor görülmektedir..”

sayfa 32…

“Tek parti diktatörlüğü döneminde, ülkenin iktisaden kalkındırılmasında ve halkın hayat şartlarının iyileştirilmesinde ciddi bir mesafe alınmadığı ilginç delillerle sabittir. Burada kanıt mahiyeti taşıyan iki olaydan söz etmek kafidir. İlki, Mahmut Makal’ın, ilk baskısı 1950 yılının Ocak ayında yapılan ‘Bizim Köy’ adlı romanıdır. Bu roman bir belgesel niteliğindedir. Burdur’un bir köyündeki açlık ve sefaleti anlatmaktadır. Romanda tasvir edilen göz yaşartıcı açlık ve sefaletin sırf o köye mahsus olmadığı açıktır.
İkinci olay, Kemal Atatürk’ün, ömrünün son zamanlarında, etrafına yansıttığı bilinen hoşnutsuzluğudur. Gerek iktidar mücadelesinden galip çıkmış ve fiili ve potansiyel bütün muhalefeti tasfiye etmiş ve gerekse kafasındaki çeşitli reformları hayata aktarmış, aktarmaya çalışmış ve bütün bunların sonuçlarını görmüş olmanın olgunlaştırdığı Atatürk, ülkenin her tarafında gördüğü tek şeyin, ‘açlık, sefalet ve halk üzerindeki baskı’ olmasından şikayetçidir. Bunlar, tek parti yönetimi döneminde iktisadi gelişmede fazla mesafe alınamadığını göstermektedir.”

sayfa 33…

“..bu, 14 Mayıs, 1950’de Demokrat Parti iktidara gelene kadar devam eder. Kısmi, nispi veya konjektürel bir başarısızlık daha kolay izah edilebilir. Ama bu çapta bir başarısızlığı açıklamak hayli güçtür. Normalde savaş yaşayan bir ekonominin sadece barışa geçilmesi sayesinde bile, bir sıçrama yapmış olması gerekir….. “

“..bu, ister istemez araştırmacıları, tek parti diktatörlüğünün, yalnızca siyasi alanı değil, iktisadi alanı da kapsayacak şekilde, genellikle sandığımızdan daha otoriteryen olduğu, hatta totaliterizmin sularına yelken açtığı sonucuna götürebilir..
Zira gerek iktisat teorisi, gerek… ….. tecrübeler, siyasi özgürlükler olmasa bile, ekonomik özgürlüklerin bulunması halinde, ülkelerin 20 yıl içinde muazzam bir ekonomik ilerleme sağlamasının mümkün olduğunu göstermektedir. Keza, ekonomik özgürlüklerin yokluğuna ilaveten… hukukun hakimiyetinden mahrumiyet de iktisadi gelişmenin önünde engel teşkil edebilmektedir….. tek parti diktatörlüğünde özel mülkiyete saygı, girişim özgürlüğüne alan tanıma, hukukun hakimiyetine riayet, siyasi yönetimin sınırlı ve sorumlu olması ve anayasal yönetim açısından çok parlak olmadığını……”

sayfa 35…

“..aslında sistemin kısmi sembol ve söylemleri bile, totaliterizmin işaretleri olarak yorumlanabilmektedir….. ilki, Mustafa Kemal’in ……. kendi 7 adet heykelinin yapımının bizzat kendisi tarafından sağlanmasıdır. Mustafa Kemal’in bu heykellerin yapılması ve yerleştirilmesi sürecine, yerleştirilecekleri yerden fiziksel özelliklerine kadar hemen her yönüyle müdahil olduğu…
…ikincisi, bir tek adamın hayatın her alanındaki mutlak, tartışılmaz, yanılmaz, muhalefet edilemez liderliğidir. Buna total liderlik de denebilir.
….üçüncüsü ise, toplumun yeniden yaratılmak istenmesidir. Marş, on yılda onbeş milyon ‘her yaştan’ gencin yaratıldığından bahsetmektedir..
….. yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratma esası / gayesi üzerine tesis edilen sistemlere literatürde verilen genel sıfat ‘totaliter’ dir…”

sayfa 36…

“Tek adam cumhuriyeti olmak sadece Türkiye’ye mahsus değildir. Bunun tarihi ve güncel örnekleri görülmüştür. Bugün Küba, Kuzey Kore, Libya gibi ülkeler tek adam cumhuriyetinin yaşayan misalleridir….
Ancak, bugünkü Türkiye’nin bu bakımdan ilginç bir farkı vardır; bu, tek adam sisteminin, bugün, hayatta olan bir kişi etrafında değil, hayattan ayrılmış bir kişi etrafında oluşturulması veya sürdürülmesidir. Türkiye bu bakımdan hakikaten eşsizdir.”

Kemalizm bir din midir?
sayfa 37…

“Herkes bilir ki, Kemalistlerin en çok öfke duydukları kesimlerden biri dindar muhafazakarlardır. kemalistlerin bu kesimleri eleştirirken, kınarken, sosyal hayattan tecrir ve siyasal açıdan mahkum etmek isterken başvurdukları bütün argümanlar, modernlikle, akılla, bilimle, laiklikle ilgilidir… ne var ki, propagandaya kulağını kapayıp davranış ve söylem analizleri yapan bir uzman, Kemalistlerle, kemalistlerin genellikle ‘dinci’ dedikleri kimseler arasındaki benzerlikleri tespit etmekte gecikmeyecektir..
Bu benzerlikler, kimi gözlemcileri, bazı Kemalistlerin, Kemalizmi bir çeşit dine çeviren bir yorum geliştirdikleri yolunda tesbitlere itebilir. Nitekim batı dünyasında bu tür yorumlar eksik değildir.”

sayfa 38…

“..nitekim teoloji ölçüleri ile bakıldığında durum nettir. Bir kimse, başka bir insanın, hiç yanılmadığına, hiçbir zaman yanlış yapmadığına, her şeyin en doğrusunu ezeli ve ebedi olarak bildiğine ve o olmasaydı kendisinin de olmayacağına inanıyorsa, bu meziyetler ve özellikle kendisine atfedilen insanın, insan üstü bir varlık olması gerekir. Dini inanışta böyle bir kişi, ya tanrıdan devamlı rehberlik alan ve hataları hiç ortaya çıkmadan veya çıktıktan hemen sonra tanrı tarafından düzeltilen bir kişidir, yani tanrının seçilmiş kuludur, ya da tanrının ta kendisidir.”

..aslında Mustafa Kemal için geliştirilen metafizik havalı lisan bile tek başına, bazılarında Atatürk’ü peygamber veya tanrı olarak görme eğiliminin…. işaretidir….. Bu metafizik lisanı sıkça kullanan kimseler, Mustafa Kemal için, “yüce önder”, “ulu lider”, gibi sıfatlar kullanmaktadır.. kutsiyet ifade eden, ‘ulu’, ‘yüce’ kelimelerinin seçilebilmesi…… bu kimselerin M.Kemal Atatüek’de bir insan üstü taraf gördüğünün delili olabilir..”

sayfa 39…

“Kemalistlerle sıradan müslümanlar veya Hristiyanlar arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bazı Müslümanların koyunun kürkünde, arının peteğinde, karpuzun çekirdeğinde ‘Allah’, ‘Muhammed’ yazılarını arayışları gibi, bazı Kemalistler de, dağların gölgesinde Atatürk’ün siluetini, kaya parçalarında Atatürk’ün suretini aramaktadır. Bazı Müslümanların türbelere koşup kişilerden medet umması gibi, bazı Kemalistler de Anıtkabir’e koşup ‘kötüler’e karşı ‘yüce’ liderden yardım istemekte veya kötüleri ve kötülükleri ‘ulu’ öndere şikayet etmektedirler….. bazı Müslümanlar, peygamberin sakalı için öpme töreni düzenlerken, bazı Kemalistler Atatürk’ün giysilerini seyrederek kendinden geçmektedir. Peygambere methiyeler dizen metinler yazıldığı gibi, Atatürk için de aynı şeyi yapan metinler de yazılmıştır….. kimi Kemalistler, ….. Topkapı’da 24 saat Kuran okunmasına benzer şekilde 24 saat nutuk okunmasını istemektedir.”

Kemalizm bir ideoloji, bir fikir sistemi midir?
sayfa 45…

“…..Kemalizm, bir ideoloji veya bir fikir sistemi değildir….. Kemalistlerin hatası, mekan bakımından mahalli, zaman bakımından konjektürel olan Kemalizmi, mekan bakımından tüm dünyayı, zaman bakımından tüm zamanları kapsar zannederek, gelişmiş bir ideoloji veya tekamül etmiş bir fikir sistemi seviyesine taşımaya çalışmalarıdır…
Kemalizmin, …..ideoloji olmadığını anlamanın en basit….. yolu dünyanın saygın üniversitelerinde okutulan ‘siyasi ideolojiler’ kitaplarını açıp.. Kemalizmi aramaktır.. Bu yapılırsa, Kemalizmin kitaplarda yer almadığı görülecektir. Bir ideolojinin geniş fikri – felsefi kökleri, ve müellifleri vardır. İdeoloji geneldir, ilgilendiği alanlarda, her toplum ve her dönem için söyleyebileceği şeyler mevcuttur. Oysa Kemalizm, bir yönüyle yerel bir iktidar kavgasına ve bir yönüyle de otoriteryen ve konjektürel bir modernleştirme çabasına verilen addır.”

“…fikir sisteminde de, tutarlılık, süreklilik ve genel açıklama kapasitesi bulunur…. Atatürk, kuşku yok ki, çeşitli fikirlere sahipti. Bu fikirlerin bir kısmını sözlerindei bir kısmını icraatlarında yansıttı. Ama, bu fikirlerin çoğu ondan önce ve başkaları tarafından geliştirilmiş fikirlerdi… Atatürk bir fikir kullanıcısıydı.. Atatürkçü düşünce sistemi diye bir şey hiçbir zaman onun tarafından yaratılmadı..”

sayfa 47…

“Atatürk ilkeleri olduğu iddia edilen altı maddenin çoğunun egemen yorumunun günümüz dünyasıyla bir ilgisi ve medeniyeti yaratan değerlerle anlamlı bir bağlantısı yoktur.
Bunların çoğu ya reddedilmek ya da oldukları şey olmaktan çıkmalarına sebep olabilecek bir şekilde yeniden yorumlanmaya tabi tutulmak zorundadır…
…devrimcilik demokrasiye zıttır..
halkçılık hem belirsizdir, hem kollektivisttir….
cumhuriyetcilik liberal ve demokratik değerlerle aşılanmadıkça, totaliterleşmekte ve negatif özgürlüğü boğmaktadır…
devletçilik, modern anayasal ve sınırlı devlet fikir ve tatbikatına terstir….
milliyetçilik, bir devlet ideolojisine dönüştükçe ırkçılığı ve tahakkümü teşvik etmektedir…
En önemli ilke olan laiklikte ise, en azından, koordinatlar yanlış seçilmiştir. Türkiye tipi laikliğin gerçekten laiklik olduğunu iddia edebilmek için, siyaset teorisinin terminolojisini çok zorlamak gerekmektedir…… laiklik Türkiye’de, en azından, dinle ilişkisi kamu otoritesi tarafından belirlnen bir toplum yaratma teşebbüsüne dönüşmüştür.
Kısaca, Atatürk ilkeleri adı verilen şeylerin günümüz Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap verme imkanı ya tamamen ortadan kalkmış ya da çok sınırlı hale gelmiştir.
Aynı şekilde, Atatürk’e mal edilen veya onun adına meşrulaştırılan başka bir çok görüş ve tatbikat da, tam bir fikir özgürlüğü ortamının tesis edilmesi halinde yapılacak ciddi eleştirilere dayanabilecelk tutarlılık ve sağlamlığa sahip olmaktan uzaktır.”

sayfa 54…

“Ulus yaratma macerası 80 yıl önce başlamış olmasına rağmen bir türlü tamamlanamamış, yani Kemalistlerin anladığı manada ulus yaratılamamıştır. Ayrıca gidiş, Kemalistlerin ulus yaratma istikameti sandığı yere doğru değil, tersinedir.
Homojen bir toplum – ulus yaratma sevdası hem imkansız hem de çok acı yaratacak bir maceradır….
O yüzden, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kemalistlerin anladığı manada bir ulus yaratma amacının peşinde koşmak yerine, ortak yaşayışın siyasi ve hukuki çerçevesini iyileştirmeye çalışması lazımdır.”

Sonuç: Kemalizmin medenileşmesi en acil ihtiyaçtır.

sayfa 55…

“… Kemalizmin egemen yorumunun medeniyeti yaratan değerlerle pek bağdaşmadığı görülmektedir…
…. Kemalizmin ciddi eleştirilere konu yapılmasının sebebi, abartılması, yüceltilmesi ve günümüzdeki baskıcılığın meşruluk temeli haline getirilmek istenmesidir. Buna devam edildikçe eleştirilerin dozu artacak ve toplu red eğilimleri yükselecektir.
… medeniyetin hangi değerlere dayandığı bellidir. Bu değerlerin Kemalist açıdan değerlendirilmesi ve yargılanması yerine, Kemalizmin bu değerler açısından değerlendirilmesi ve yargılanması gereklidir.”

sayfa 55…

“1950’de demokrasiye geçiş bir anlamda Kemalizmin aşırılıklarına bir reddiyedir ve onu olması gereken mevkiye koyma çabasıdır. 1950 sonrasında Türkiye’nin siyasi rejiminde tesis edilen neredeyse herşey Kemalizmden ve tek parti diktatörlüğünden bir kaçıştır. Başka bir deyişle Türkiye olabildiği kadar demokrasi olmayı Kemalizm sayesinde değil, Kemalizme rağmen gerçekleştirmiştir.”

sayfa 57…

“Esasen, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra Kemalizmin unutulmasının alt yapısı hazırlanmıştı. Milli Şef İnönü’nün diktatörlüğü tesis edilmişti ve önceki şefin mirası tasfiye edilmekteydi… Özgürlükçülerin hedefi diktatörlüktü..
Bugünkü haliyle Kemalizm, tarihi bir figür olan İnönü’yü bir başka tarihi figür olan Atatürk ile dengelemek isteyen Demokratik Parti iktidarı tarafından, özellikle iktidara geldikten sonra, tesis edilmeye başladı…”

Also read...

Comments are closed.