Tevfik İzmirli – Ah benim akılsız devlet adamlarım.. Ah benim akılsız generallerim.. Ah benim ‘dahi’ Atatürk’üm.. Gelin de çıkarın bizi soktuğunuz bu yanlış yoldan..

18/12/2010 (Kategori: Yazılarım)

Atatürk’ün kısa görüşlülüğü, sosyal olayların kanunlarından habersiz olması, asker kafasıyla siyasi sorun çözme yaklaşımı..

Atatürk büyük askerdir, devletimizin kurucusudur.. Ama sosyal konularda son derece yanlış düşünceler içinde olan bir insandır. İşin en vahim tarafı aklının pek ermediği bu konularda da ‘dahi’ olduğuna inanmış olmasının verdiği müthiş bir cüret sahibidir de..

O kadar ki.. hem dindar ile laikçi fay hattını, hem de Türk – Kürt ayrımını ve gerilimini başımıza bela ederek miras bırakan, Atatürk’ün bu çocukça ve askerce – ki söz konusu olan sosyal ve siyasi olaylar ise, ikisi pek farklı değildir – düşünceleri ve uygulamalarıdır.

Onu taklit ederek izinden gitmeye çalışan; Cemal Gürsel ve Kenan Evren gibi Atatürkçülerimiz de tüy dikmişlerdir.

Saçma sapan bir tarih tezi ve dil teorisi ile, ‘tüm dünya halklarının aslında Türk ve dillerinin Türkçe olduğu’ safsatasının peşinde yıllar tüketmiş bir Atatürk’ün, objektif olarak bakıldığında ırkçı, hem de komik derecede ırkçı bir Türkçülük gütmediğini söylemek ancak ‘riyakar bir Atatürkçü’ olmakla mümkündür..

Ne Kürtler mecbur bu yalanı kabul etmeye ne ben mecburum..

Kusura bakmayın..

Merhabalar,

Güney Doğu gitti gider.. Siyasi sınırlarımız dahilinde kalsa bile aradaki gönül bağı kopmak üzere..
Bundan sonrası sanki ‘kerhen beraberlik’ tadında olacak..

Biz bu noktaya nasıl geldik?
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim.. Atatürk akılları ile geldik.. General akılları ile geldik.. Generallerin oyuncak ettikleri sivil hükümetlere uygulattıkları ya da darbe zamanları kendilerinin doğrudan uyguladıkları saçma sapan politikalar ile geldik.. Sonradan bu generallerimizin bir çoğu günah çıkarttı, “Yanlış yapmışız” dediler ama ne fayda.. Olan oldu.. Verecekleri zararı vermiş oldular..

Sade bir vatandaş olarak yaklaşık ondört – onbeş yıldan beri.. “Bu memleket bölünürse sebebi bu general zihniyeti olacak.. İnsan bölünsün istese başka nasıl davranır?” deyip duruyorum.. Sohbet ettiğim birçok arkadaşım şahittir.. Korktuğum başımıza geldi geliyor.. Sınırlar ayrılmasa bile artık bir bütünün kaynaşmış iki parçası değil de, yan yana getirilmiş iki ayrı parçanın oluşturduğu bir bütünlük gibi olacağız, herhalde.. Belki de bize ters gelse de sağlıklı olanı budur.. Onu zaman gösterecek..

Devir ikna devri.. Gönül rızası devri. Höt zötle problemleri gömme, erteleme çağları geride kaldı.. Bunu sonunda bizim devletimiz de anladı çok şükür.. Ama geç anladı.. İş işten geçmemiştir diyebilmek istiyor insan..

Yine de Kürdü ile, Türkü ile; ağırbaşlı, sabırlı, bilge bir halkımız var.. Daha beter tablolar yaşamıyoruz.. Allah yaşatmasın..

Bu ülke bu noktaya nasıl geldi? Karmaşık mesele.. Tek boyutlu değil.. Sorumlusu da tek değil.. Şu toz dumanın içinde bir kaç noktaya sohbet havası içinde değinmek istiyorum..

1.
Bir kere Kürt isyanlarının çok uzun bir geçmişi var.. Ama en yoğun yaşandıkları devir Atatürk devri.

Koçgiri’yi saymayalım çünkü Mütareke dönemi ve Milli Mücadele başlarında ayaklanma çıkmamış bölge neredeyse kalmamış.. Dersim de apayrı bir mesele.
Şurası belli ki Kürtlerimiz Cumhuriyet’in getirdiği yeni nizam ile uyuşamamışlar.. Ben bu isyanlara kızarak bakamıyorum. Mesela Anadolu’ya istila seferi düzenleyen Yunan Ordusu’na baktığım gibi bakamıyorum.. İnsan ister istemez bir meşruiyet görünce hak veriyor.. Bağımsızlıkları için Osmanlı’ya isyan eden Yunanlı ile Anadolu’yu istilaya gelen Yunan’a aynı gözle mi bakıyoruz? Birisi hakkını arıyor.. Diğeri bizim hakkımıza göz dikmiş..

Tabi ki isyan eden sonucuna katlanır.. Devlet devletliğinin gereğini yapacaktır.. Gücü yetiyorsa isyanı bastıracak.. İsyancıları da cezalandıracaktır.. Bu yüzden devleti de eleştiremem.. Zaten isyancılar da bunu göze almışlardır.. Neticede bu bir güç mücadelesi..

Ama belli bir coğrafyada, kendisine Türk diyenlerden daha eski çağlardan beri yerleşik bir halk yaşıyorsa.. Bunlar, dili ve folkloru farklı bir halk ise, sonuçlarını göze alarak isyan etmelerini de ayıp karşılıyamıyorum.. Nasıl ki hapishaneden firar etmeye çalışan bir mahkumu da ayıplıyamıyorsam.. Evet kanuna aykırıdır ama o da yüz kızartıcı bir suç değildir.

Ben de Kürt olsam isyan edenlerin arasında olabilirdim.. Ayıp değil.. bedelini ödemeye hazır olanın hakkıdır..

Ayrıca Hilafetin 1924′de kaldırılmasından sonra, 1925 yılında çıkan Şeyh Sait İsyanı’nın amacının bağımsız Kürdistan olmadığı, şeriatı geri getirmek olduğu konusu var.. Şeyh Sait’in “Halife başta iken ona biat etmemiz farz idi.. Hilafeti kaldırdınız şimdi size isyanımız vacip oldu” şeklinde ifadeleri var.. Ne yapalım? Dindar Kürtler Hilafetin kaldırılmasını hazmedememişler.. Madem halife gitti, sizinle işimiz de bitti.. demişler.. Başlarına geçirecek halife adayını da bulmuşlar.. Devlet de gitmiş onları bastırmış.. Liderlerini de asmış.. İngilizler yardım etmiş midir? Etmiştir.. Niye etmesin.. O sırada Musul’u kopartmaya uğraşıyorlar.. Devletimize karşı dış yardım alarak ayaklanmak ayıp değil midir? Adamlar bizim devletimizi kendi devletleri olarak görmüyorlar ki.. adamlar açısından ayıp söz konusu olsun.. Ayrıca ben bir davaya başımı koyacak kadar inandıktan sonra şeytan verse şeytandan dış destek alırım.. Biz de Kurtuluş Savaşı’mızda Ruslardan, Fransızlardan, İtalyanlardan, Hint Müslümanlarından yardım almadık mı? Bizimki normal de neden onların ki ayıp oluyor? Sonunda da hayatlarıyla ödemişler.. İnançlı ve cesur insanlarmış.. Devlet de onların hatırı için Hilafeti geri mi getirecekti? Olacak iş değil.. Tabi ki ve iyi ki devletimiz üstün gelmiş.. Ama ben adamlara şerefsiz bir iş yapmışlar gibi kızamıyorum.. Bunlar senin yeminli subayın olur da düşmanla işbirliği yaparlar.. O zaman kızarım, lanetlerim.. Bunlar şeriatçı Sünni Kürtler.. Olacağı buydu..

2.
Neden bu halk Abdülhamid devrinde – bir iki ufak hareket dışında – ayaklanmıyor da, Atatürk devrinde sürekli isyan halinde? Atatürk’den sonra ayaklanmıyor da, Kenan Evren devrinde neden tekrar dağa çıkıyorlar? Sadece dış parmak ve hain emeller mi? Bizim uyguladığımız zulüm ile ayaklanmaların arasında bir bağ olmasın?

Abdülhamid’i özellikle seçtim.. hem son güçlü padişah hem de Atatürk devrine en yakın olanı, diye..

a)
Abdülhamid, hem Osmanlı gözüyle baktığı için tebasına eşit muamele gösteriyor.. Kürt Kürt olarak, Arap Arap olarak yaşayabiliyor.. Çünkü milliyetçilik henüz Osmanlı hudutlarından tam girmemiş.. O çağın mantığı öyle..

b)
Hem de Padişah psikolojisi ile baktığı için.. Teba, onun gözünde evlatları gibi.. Mülkünde yaşayan insanlar.. Kürtlerin gözünde de o hem Padişah babaları hem de Halife Hazretleri.. Teba’nın farklılıklarını yadırgamıyor.. Kafasında, tüm etnik kökenlileri dökmek istediği bir kalıp mevcut değil..

Yani.. Osmanlı’nın çok milletli toplum yapısı, asli unsura dahil olmayanlar açısından ulus devlete göre çok daha rahat bir ortam.. Ben de azınlık mensubu olsam Abdülhamid mantığını Mustafa Kemal mantığına tercih ederdim.. Bu da ayıp değil..

Osmanlı sadece saltanatına baş kaldırana ve Osmanlı’dan kopmaya çalışanlara tepki veriyor. Yoksa kimseye neden Kürtçe konuşuyorsun diye sormak kimsenin aklına gelmiyor..

Halbuki Osmanlı enkazından bir ulus yaratmaya çalışan Mustafa Kemal’in kafasında bir Türk tanımı var.. Bu Türk tanımının ırkçı bir tanım olmadığı da gerçek değil. “Irkçı değildir” diyenler samimi konuşmuyorlar. Tipik ‘Atatürkçü Türk riyakarlığı’ yapıyorlar.. Atatürk’e ırkçılık atfederlerse çarpılmaktan korkuyorlar zahir..
Kendilerini bir kere olsun bir Kürt olarak düşünsünler bakalım..
Devletin Türk tanımı ırkçı mıdır, değil midir?
Bence ırkçıdır.. Hem de kaba ırkçı..

Kimlere karşı ırkçı değildir? Kendi ırk kökenini inkar edenlere ya da öne çıkartmayanlara karşı ırkçı değildir. Irk kökeni ne olursa olsun, ‘Türküm’ diyene karşı ırkçı değildir.. Yani dört harflik Türk kelimesini gönül rahatlığı ile giyebilene karşı ırkçı değildir. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ lafını bunun için söylemiş.. Buraya kadar doğru. Yani bir Hitler gibi soy sop arayan ırkçılık değil onunki.. Ama kendi ırk kökenini, kendi dilini savunana karşı buz gibi ırkçıdır. Bu, Batı Trakya Türklerinin ‘Ne mutlu Yunanım’ dediklerinde eşit muamele görme hakkı kazanacak olmalarına benzer ki.. bu örnek bile yeter vicdan sahibi olana..

Beyler, saçma sapan bir tarih tezi ve dil teorisi ile, ‘tüm dünya halklarının aslında Türk ve dillerinin Türkçe olduğu’ safsatasının peşinde yıllar tüketmiş bir Atatürk’ün, objektif olarak bakıldığında ırkçı, hem de komik derecede ırkçı bir Türkçülük gütmediğini söylemek ancak ‘riyakar bir Atatürkçü’ olmakla mümkündür..

Ne Kürtler mecbur bu yalanı kabul etmeye ne ben mecburum.. Kusura bakmayın..

3.
Bir devletin bütünlüğü kimin umurunda olur?

Tabi ki kendisini o devletle bütünleştirmiş, onun hayrını isteyenlerin gözünde.. Yoksa kim takar selameti umurunda bile olmayan bir devletin bütünlüğünü.. Sözüm meclisten dışarı, Batı Trakya Türkleri ya da Bulgaristan’daki Türk azınlık ya da İran Azerileri veya Irak Türkmenleri veya Rusya dahilindeki Kafkas Müslümanları bağımsızlık için ayaklansalar, umurumda mı olur benim bu devletlerin birliği bütünlüğü? Ne halleri varsa görsünler derim.. Dolayısı ile bu bölücülük suçu, o suçu işleyen ile benim karşılıklı konumlarımıza göre tanımlanan bir suç türü.. Yani tamamen siyasi. Benim için sadece Türkiye’nin bütünlüğü önemlidir.. Çünkü ben burayı vatan olarak benimsemişim.
Benimsemeyenler için ayrılmak istemek neden hainane bir ayıp olsun ki? Durduk yerde mi bu benimsememe hastalığına tutulmuş bu insanlar? Yoksa biz de devlet olarak bizi benimsemesinler diye elimizden geleni yapmış mıyız?

4.
Atatürk’ün kısa görüşlülüğü, sosyal olayların kanunlarından habersiz olması, asker kafasıyla siyasi sorun çözme yaklaşımı..

Atatürk büyük askerdir, devletimizin kurucusudur.. Ama sosyal konularda son derece yanlış düşünceler içinde olan bir insandır. İşin en vahim tarafı aklının pek ermediği bu konularda da dahi olduğuna inanmış olmasının verdiği müthiş bir cüret sahibidir de..
O kadar ki.. hem dindar ile laikçi fay hattını, hem de Türk – Kürt ayrımını ve gerilimini başımıza bela ederek miras bırakan, Atatürk’ün bu çocukça ve askerce – ki söz konusu olan sosyal ve siyasi olaylar ise, ikisi pek farklı değildir – düşünceleri ve uygulamalarıdır. Onu taklit ederek izinden gitmeye çalışan; Cemal Gürsel ve Kenan Evren gibi Atatürkçülerimiz de tüy dikmişlerdir.

Atatürk’den önce de, belki II. Mahmut’dan beri, bir alafranga – alaturka ayrımı vardı bizim halkımızın içinde ama bunu neredeyse düşmanlık mertebesine taşıyan, dindarları gerici olarak yaftalayıp hedef gösteren devlet zihniyeti Atatürk’ün bize hoş olmayan ve sürekli problem üreten bir mirasıdır.

Atatürk sosyal problemleri dipçikle, devlet gücüyle çözebileceğine inanmıştır.. ‘Emir demiri keser’ misali, ‘Yaparım bir kanun, değişir toplum’.. diye düşünür.. Onun görüşü böyledir.. Tam bir jakobendir.. Atatürk’ü kendi devrinden kopuk olarak, bugünün demokratik kriterleri ile yargılamak haksızlıktır. Buna katılıyorum.. Ama Atatürk’ü savunanlar acaba bana, Kürtlere karşı uyguladığı bir tane insanca politika gösterebilirler mi? Hani bir kere sevgiyle, şefkatle, saygıyla iyi niyetle denemiş olsun, Kürtler bu uzattığı eli ısırmış olsunlar da.. Mecburen sertleşmek zorunda kalmış diyelim.. Var mı böyle tek bir örnek? Gösterebilirler mi?

Atatürk devrinin resmi Kürt politikası inkar ve asimilasyona, olmadı imhaya dayanmaz mı? Atatürkçüler, inkar edebilirler mi “Atatürkün baş politikasının Kürtleri okutmamak olduğunu? Okuldan mahrum bırakmak olduğunu? İnkar eden varsa, ki olabilir.. Çünkü bizim Atatürkçüler sabıkalıdırlar.. Konu Atatürk oldumu çok rahat yalan söylerler, ama Atatürk’ün kendi başbakanının yazdığı ‘Şark Raporu‘ ortada.. Adamın suratına çarpıverirler..

5.
Ahlaki üstünlüğü, dolayısı ile haklılığı Kürt tarafına kaptırdık.

Galiba Başbuğ Paşa “PKK psikolojik harpte bizden daha başarılı oldu” gibi bir ifade kullanmıştı.. Ben de şöyle diyorum: “Zamanında öyle aptalca uygulamalara girişmişiz ki, şimdi her tartışmada Kürtler özellikle Atatürkçülere üstünlük sağlar oldular.. Ben izleyici olarak kendimi vicdanen Kürtleri destekler buluyorum..

Nasıl mı? Mesela, Kürt tartışmacı, “Siz yıllarca Kürtçeyi yasakladınız” diyerek kızgınlığını dile getirince, Atatürkçü vatandaş.. “O devir geldi geçti.. Bakın şimdi diliniz serbest.. Artık bu konuyu gündeme getirmeyin, yapıcı olun” diyor.. Yani ‘Af etme’ mecburiyeti de Kürde ait.. İnsanda biraz izan olur. Ya yaptığını savunursun.. “Türkçe konuşacaksın” diye israr edersin.. Aptalca ama tutarlı bir tavır olur.. Ya da artık savunamadığın bir icraat söz konusu ise, adam gibi özür dilersin. Karşındakinden seni ‘af etmesini’ rica edersin.. Af ederse eder, etmezse onu suçlayamazsın. Ancak af etmemekte inat ederse, işi bir kin gütmeye çevirirse, o zaman suçlayabilirsin takıntılı olmakla, geçmişte yaşamakla, çözümü zorlaştırmakla.. Ama sen daha bir kere olsun af dilemedin ki.. “Pişmanım.. Büyüklerimizin yaptıklarından dolayı sana karşı mahcubum” demedin ki.. Hazreti İsa’mı bu adamlar? Sen eziyeti yap, yap.. Sonra bir özür bile dilemeden, o seni otomatik olarak af etsin.. Neymiş lisanını serbest bırakmışsın.. Buna ‘özürün kabahatden büyük olması’ derler.. Sanki lisanı serbest bırakmakla bir cömertlik gösteriyor hazret.. Sanki gücü yasaklamaya yetermiş bu devirde..
Adamın en tabi hakkını gasp etmişiz.. Sonra geri veriyoruz diye bir de neredeyse sitem etmesini garipsiyeceğiz..

Bu biraz, işkenceyi tamamlayan işkencecinin kurbanına “Tamam, tamam uzun etme.. bitti işte işkence ne konuşuyorsun?” demesi gibi bir sapıklığı çağrıştırıyor, bende.. Bu ne pişkinliktir?

On yıllar boyu dilim yasak olsa, çocuğuma vereceğim isimlere devlet karışsa, köyümün kasabamın isimleri zorla değiştirilse, babama askerdeki ‘Ali mektepleri’nde dayakla Türkçe öğretilmiş olsa, ben affedermiydim, acaba? Türkler onurlu milletdir de, Kürtler köpek midir?

Ben Kürt olsam kolay kolay unutmam aşağılandığımı ve beni kimlerin aşağıladığını.. Zaten onlar da affetmiş filan değiller.. Buna da kızamıyorum.. Kusura bakmayın..

6.
Kürtlerin hiç mi gizli ya da kötü bir niyeti yok? Hep bizim devletimiz mi hatalı davranmış?

Biz Kürt olsak.. Ermenistan’deki ufak nüfus haricinde dört ülkeye dağılmış toplamda kaç milyonluk bir millet olsak, bağımsız olmak istemez miyiz? Geri kalmış da olsak, milliyetçiliğe en geç adım atmış millet de olsak.. istemez miyiz? Mutlaka Kürtler de.. en azından onurlu Kürtler de kendi bayraklarını çekebilecekleri, kendi milli marşlarını söyleyebilecekleri bir devletleri olsun ister.. Bu gayet meşru bir taleptir.. Ama hiç bir ülke de kendi toprağından kimseye bağış yapmaz.. Dolayısı ile ben bağımsız Kürdistan hayallerini de saygıyla karşılıyorum.. Kurabilirlerse kurmuş olurlar.. Ama kimseden de toprak bağışı bekleyemezler, diyorum..

Biz nerede hata yapmışız? Lozan’da o bölgeyi almasak.. orası da hasım güçlerin elinde kalmış olacaktı.. Dolayısı ile almamak düşünülemezdi.. Aldık.. Hem Atatürk’ün, hem İnönü’nün, Kürdistan’ın tamamını alamadıkları için, Musul vilayeti İngilizler’de kalmışken aslında başlarına bela almış olduklarının farkında olduklarını biliyoruz.. Ellerindeki imkanların çok kıt olduğu, memleketin taa 1950′ye kadar cidden fukaralık ve yokluk içinde kaldığı da bir gerçek.. İstanbul’a bile tek çivi çakılamazken, nerede kalmış Kürt bölgeleri ihya edilecek..

Peki o yoksul Türkiye’de Kürtler’e farklı muamele yapılmasa.. kenarda kıyıda kasten okumasız yazmasız cehalete terk edilmeselerdi.. Onlara da bir değer verildiği, adam yerine kondukları, gerçekten vatandaş oldukları gösterilseydi.. Onlardan da subay, vali yapılsaydı.. ‘Siz de kahramansınız!’ denseydi.. Pohpohlansalardı.. Osmanlı’nın devamlı nişanlar yollaması gibi taltif edilselerdi.. Türkiye Cumhuriyeti’ne destek olmak, hizmet etmek onlara da prestij getirir olsaydı.. İlk baştan devlet sloganları düşünülürken, varlıkları inkar edilecek yerde, ‘Türk Kürt kardeştir’ cinsinden sloganlar benimsenseydi.. ‘Bayrağın ayı Türkse, yıldızı Kürttür’ gibi söylemler yaygınlaştırılsaydı.. Atatürk’ün 1923′de verdiği yerinden yönetim sözlerinden Lozan’da imzalar atılır atılmaz cayılmasaydı.. Kürtler resmen aptal yerine konup hakları inkar edilmeseydi.. “Sayım suyum yok.. Lozan’da adınız yok!” bahanelerine sığınılıp Rum’a, Ermeni’ye verilen haklar onlardan esirgenmeseydi?
Devlet okullarında kimbilir kaç nesile sanki içinde Kürt yaşamayan bir Türkiye öğretileceğine.. Kürtlerin de eşit haklara sahip ayrı bir etnik gurup olduğu öğretilse.. böylece Türk gençleri ‘ben Kürdüm’ diyeni linç edecek psikolojiye sokulmasalardı.. Onların da bu topraklarda pay sahibi olduğu anlatılsaydı da 2010 yılında hala Kürtçe resmi zabıtlara ‘bilinmeyen bir dil’ olarak girmek durumunda kalmasaydı..

Bu tip yapılmamış, denenmemiş o kadar çok yaklaşım var ki.. Bir kere bizim devletimizin niyeti baştan bozukmuş.. Apaçık görünüyor.. Burası tek etnik guruba dayalı bir devlet olacak.. Öyle istenmiş. Bu bilinçli bir tercih.. Kürtler ya Türk olduklarını kabul edecekler.. ya yok sayılacaklar, denmiş.. Devlet o güçsüz ve beceriksiz haliyle bu koca kitleyi yok saymayı denemiş.. asimile etmeye çalışmış.. Türk nüfusla eritmeye çalışmış.. hiç birini becerememiş.. yatırıp kıtır kıtır kesecek halleri de yok.. Önce Atatürk rahmetli olup yükü sırtından indirmiş.. Sonra sırayla elden ele devrederek bu sıkıntıyı bugüne kadar aktarmışlar.. İşte Atatürk’ün ırkçı Kürt politikası dediğim bu.. Yok say… bastır.. ez.. kafayı kaldırırsa da kes gitsin..

Şu yukarıdakiler ve uzmanların bulacakları daha niceleri denenseydi, uygulansaydı, ‘Biz zaten buraya ortağız, neden ayrılalım?” diyenlerin sayısı daha fazla olmaz mıydı? “Köylü milletin efendisidir!” gibi palavralar sıkılırken, Kürtleri övmenin maliyeti mi vardı?

Belki yine ayrılmak isteyenleri, bağımsız Kürdistan talep edenleri çıkacaktı ama hiç olmazsa Türk Devletine kalben bağlı olanların, kardeş muamelesi gördükleri Türkleri sevenlerin sayısı şimdikinden kat be kat fazla olmaz mıydı?

Bu yola hiç gidilmediği için, kusura bakmayın, ben Kürtler’de pek kabahat bulamıyorum.. Köpek bile tekmelendi mi ısırır..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli