Tevfik İzmirli – George Friedman’dan bir Ukrayna analizi..

STRATFOR’un kurucusu George Fiedman 2010 sonbaharında Türkiye, Romanya, Moldavya, Ukrayna ve Polonya’yı kapsayan bir gezi yaptı.

Bu gezide gittiği her ülkenin kendi jeopolitik zorunluluklarını da içeren gözlemlerini ve gezinin tamamından çıkardığı sonuçları, ABD’nin seçeneklerini de ortaya koyarak sekiz bölüm halinde yayınladı. Bugün, bu dizinin 6. yazısı olan ‘Ukrayna’ bölümünün tercümesini veriyoruz.

“20. yüzyılda hiçbir Avrupa ülkesi Ukrayna’nın çektiği kadar acı çekmemiştir. 1914 ile 1945 arasında, Ukrayna cehenneme hayatta iken daha yakın olunamayacak kadar yakındı..”

“Bir yandan bağımsızlıklarının kıymetini bilir gibi gözükseler de, dahildeki tartışma, bağlanacakları dış gücün hangisi olması gerektiği noktasına odaklanıyor.”

“Coğrafya Ukrayna’nın milli egemenliğine ve dolayısı ile Ukraynalıların hayatlarına sınırlar dayatmaktadır.”

“Rusya açısından, Ukrayna en temel milli güvenlik konularından biridir.”

“Üniversite’de tanıştığım pek çok öğrenci de.. Devamlı tekrarladıkları üç tema vardı.
Birincisi bağımsız bir Ukrayna istiyorlardı.
İkinci olarak bu bağımsız Ukrayna’nın AB’nin bir parçası olmasını arzu ediyorlardı.
Üçüncü olarak da Ukrayna’yı terk edip hayatlarını başka bir yerde sürdürmek istiyorlardı.”

“Ukrayna’nın bir numaralı problemi Rusya ile AB arasında yapacağı tercih. İşin tuhaf tarafı ne Rusya’nın ne AB’nin Ukrayna’yı isteyip istemedikleri belli değil. AB’nin bir tane daha zayıf üye kabul etmeye niyeti yok. Başında bunlardan yeteri kadarı var. Rusya da Ukrayna’yı yönetmenin külfetine katlanmaya razı değil. Onların tek isteği Ukrayna’nın Rusya’yı tehdit edebilecek bir güç tarafından yönetilmemesi.”

“Ukrayna bağımsızlığın gerçek anlamıyla hiç yüzleşmemiş olarak bağımsızlık rüyaları görmüştü.”

“Ukrayna bağımsız. Bir bakıma, bu bağımsızlıktan kurtulmak istediği ve bağımsızlığını teslim edebileceği, bu külfeti üstüne yıkabileceği birisini arıyor gibi bir hisse kapıldım. Bir kere ortada Ukrayna’nın sorumluluğunu almaya istekli birilerinin bulunduğu garanti değil. Bir de bende Ukraynalıların bağımsız olmanın gerçek anlamını kavramış olduklarına dair bir izlenim oluşmadı. Pek çokları için Moskova ve Varşova, Kiev’den daha gerçek..”


UKRAYNA

‘Ukrayna’nın kelime olarak anlamı ‘kenarda’, ‘kıyıda’, ‘sınırda’ demektir. Diğer ülkelerin kenarında olan bir ülkedir. Bazen birinin parçasıdır, bazen bir diğerinin, genellikle de bölünmüş durumdadır. 17. ve 18. yüzyıllarda Rusya, Polonya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında, 19. yüzyılda ise Rusya ile Avusturya – Macaristan arasında bölünmüştü. 20 yüzyılda ise, I. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsız geçirdiği bir kaç yılı saymazsak, Sovyetler Birliği’nin bir parçasıydı.
Ukrayna yüzyıllar boyunca hep imparatorlukların kenarlarında kalmıştır.

Babam, 1912 yılında Karpatlar bölgesinde, şimdiki adı Ujgorad olan bir şehirde doğmuştu. Babam doğduğunda şehir Avusturya – Macaristan’ın bir parçasıydı. On yaşına geldiğinde sınır birkaç kilometre kadar doğuya, ailesi birkaç kilometre batıya doğru kaymışlar. Babam yedi lisan konuştuğunu söylerdi (Macarca, Romence, Slovakça, Polonyaca, Ukraynaca, Rusça ve Yidiş). Çocukken bundan çok etkilenirdim. Ancak büyüdüğümde keşfedebildim ki, babamın lisan bilgisi ‘Şu cılız tavuğa ne istersiniz?’ ya da ‘Lütfen ateş etmeyin!’ gibi cümlelerden ibaretti.

Babam gerçekten de bu tip çok da önemsiz olmayan konularda derdini her üç lisanda da anlatabiliyordu.. Sebebine bir bakın: Ujgorad bugün Slovakya sınırında, Polonya’dan 50 kilometre, Macaristan’dan 25 kilometre ve Romanya’dan 80 kilometre mesafededir. Babam büyürken, sınırlar sürekli olarak değişiyordu ve bu lisanları bilmek gerçekten önemliydi. Bir sonraki değişiklikte kimin vatandaşı ya da tebası olacağınızı ya da kimin size bir tüfek doğrultmuş olacağını bilmenize imkan yoktu.

Babam, 1941’de Almanlar önlerindeki herşeyi süpürerek gelinceye ve ardından 1944’de Sovyetler önlerindeki herşeyi süpürerek dönünceye kadar, bu kenarlardaki yaşamına devam etti. O da kenarlarda yaşayan ya da kenarlarda ölen on milyonlarca insandan biriydi. O yıllarda belki de başka hiçbir yerin kenarında yaşamak Ukrayna’nın kenarlarında yaşamak kadar acı verici değildi. Ukrayna, Stalin sonrası komünizminin öğütücü sefaleti biraz rahatlatıncaya kadar, Hitler ile Stalin arasında, planlanmış kıtlıklarla doğrudan katliamlar arasında sıkışmıştı. 20. yüzyılda hiçbir Avrupa ülkesi Ukrayna’nın çektiği kadar acı çekmemiştir. 1914 ile 1945 arasında, Ukrayna cehenneme hayatta iken daha yakın olunamayacak kadar yakındı..

Yönetilmeye davet

Tuhaftır ama, Ukrayna aşağıya doğru akarak ticaret merkezleri oluşturan, zaman içinde yerel nüfusu yönetmeye başlayan Norsemen (İskandinavya’dan 8. ile 12. yüzyıllar arasında güneye inen kabileler) tarafından şekillendirilmiştir. Eski tarihlere göre, yerli kabileler bu yeni gelenlere “Ülkemiz büyük ve verimli ama ülkede kanun ve nizam yok. Gelin bize hükmedin, ülkeyi idare edin” şeklinde bir davette bulunmuşlardır. Mükemmel “Borderland: Journey to the History of Ukraine” (Sınırboyu: Ukrayna Tarihine Yolculuk) kitabının yazarı Anne Reid’in işaret ettiği gibi bu davet biraz tartışmalıdır. Ama ne farkeder? Fatih olarak gelmediler, tüccar olarak geldiler, olağanüstü geniş bir nehir olan Dinyeper’in daraldığı bir noktada Kiev diye bir şehir kurdular.

Hala, böyle bir davetin yapılmadığına inanan pek az tarihçi vardır. Ukrayna haline gelecek bu topraklarda yaşayan yerli halkın bu daveti başka hiçbir yerde rastlanmayacak yollarla yapmış olabileceklerini hayal edebiliyorum..

Bu dümdüz ülke dahili çatışmalara ve anlaşmazlıklara çok uygundur ve bir yabancının gelip bu zengin toprakları istikrara kavuşturmasına olan açlık Ukraynalılar’ın düşüncelerine her zaman uzak değildir. Modern Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya’nın.. hepsinin öncüsü olan Kiev Rusyası bu hikayeden doğdu.

‘Ukrayna mı Rusya’yı yarattı, yoksa tersi mi?’ sonu gelmez bir tartışmadır. ‘İkisi birlikte geliştiler’ demek en doğrusudur. Kimin kime ne yaptığı sorusundan daha önemli olan budur.

Dinlerini nasıl seçmiş oldukları hakkında söylenenlere bir bakalım. Voladimir, pagan bir hükümdardır. Modern bir dine ihtiyaçları olduğuna karar verir. İslam’ı ele alır, içki içmek istediği için bu dini tercih etmez. Katolikliğe yönelir, bir çok cariyesini terketmek zorunda kalacağı için bu dini de seçmez. Sonunda çok güzel ve esnek bulduğu Ortodoks Hristiyanlığı seçer.

Reid’in işaret ettiği gibi, bu kararın geniş ve derin sonuçları olmuştur: “İslam yerine Hristiyanlığı seçmekle Rusların hırsını sonsuza kadar Asya yerine Avrupa’ya yönlendirmiş, Hristiyanlığı Roma yerine Bizans’tan almakla ise Rusların, Ukraynalıların ve Beyaz Rusların geleceğini Ortodoksluğa bağlayarak bunları Katolik komşuları Polonya’dan ayırmış oldu.”

Bence, Volodimir içkisini ve kadınlarını sevmekle birlikte; güçler arasında bir denge arayışı içindeydi ve Ukraynaya bir alan açmak amacıyla Bizans’ı seçmişti.

Ukrayna, Avrupa ve Rusya

Ukrayna bugün yine kenarda ve kendisine bir alan açmaya çalışıyor. Hem Rusya’nın, hem Avrupa’nın kenarında, eski pozisyonunda. Bugünkü durumunun benzersizliği bağımsızlığında ve bunun onsekiz yıldır sürüyor olmasında. Bu, Ukrayna’nın yüzyıllardır bağımsız olarak geçirdiği en uzun süre.

Bir yandan bağımsızlıklarının kıymetini bilir gibi gözükseler de, dahildeki tartışma, bağlanacakları dış gücün hangisi olması gerektiği noktasına odaklanıyor. Batıdaki halk, Avrupa Birliği’nin parçası olmak istiyor. Doğudakiler ise Rusya ile daha yakın olmayı. Ukraynalılar bağımsız olarak kalmak istiyorlar ama sadece bağımsız değil. Bu da asimetrik bir ilişki anlamına geliyor. Birçok Ukraynalı, Ukrayna konusunda en azından ‘kararsız’ denebilecek AB’ye girmek istiyor. Diğer yandan Ukrayna, hep olageldiği gibi, Ukraynalılar kadar Rusları da ilgilendiriyor. Ukrayna, Rusya’nın milli güvenliği açısından İskoçya İngiltere için, Teksas ABD için ne kadar önemli ise, o kadar önemli. Bu yerler, düşman ellerde olmaları halinde her üç ülke için yaşamsal tehdit oluştururlar. Dolayısıyla, söylentilerin aksine ne İskoçya ne de Teksas hiçbir yere gidemezler. Rusya’nın elinden gelen birşey olduğu müddetçe Ukrayna da gidemez. Ukrayna’da hayatın özünü bu gerçeklik oluşturur. Coğrafya Ukrayna’nın milli egemenliğine ve dolayısı ile Ukraynalıların hayatlarına sınırlar dayatmaktadır.

Tamamen stratejik bir açıdan bakarsak, Ukrayna Rusya’nın yumuşak karnıdır.

Rusya tarafından yönetildiğinde, Ukrayna Rus gücünün Karpatlardaki çıpasıdır. Bunlar aşılmaz dağlar değildir, ama kolay aşılmazlar. Eğer Ukrayna bir batılı gücün etkisi veya kontrolü altında ise, Rusya ve Beyaz Rusya’nın güney kanatları, Polonya sınırından doğuya Volgagrad’a sonra güneye Azak Denizi’ne kadar uzanan en azından 1,100 km. si Rusya’da olan, 1,700 km’lik bir yay boyunca apaçıktır. Bu alanda sadece birkaç tane doğal engel vardır.

Rusya açısından, Ukrayna en temel milli güvenlik konularından biridir.

Bir batılı güç için ise, sadece II. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yapmaya çalıştığı gibi, eğer bu güç Rusya ile kapışmayı ve onu yenmeyi planlıyorsa Ukrayna bir kıymet ifade eder.

Şu anda, ne Avrupa’da, ne de ABD’de Rusya ile askeri bir kapışmayı planlayan bir kimse mevcut olmadığından, Ukrayna Batı için çok gerekli bir askeri varlık değildir.

Ancak Rusya açısından, şu anda kimin nasıl düşünüyor olmasından bağımsız olarak, Ukrayna son derece temel bir konudur.

1932 yılında budanmış bir halde olan Almanya, 1941 yılı geldiğinde Avrupa kıtasını fethetmiş ve Rusya’nın derinliklerine girmiş durumdaydı.

Rusya’nın uzun ve acılı tarihinden çıkardığı bir ders varsa, o da başkalarının bugünkü durumda ne yapmaya gücü ya da niyeti olduğuna dayanarak plan yapmamaktır. Bu bakımdan, Ukrayna’nın geleceği Rusya için sıradan bir konu değildir.

Konu bununla da sınırlı değildir. Ukrayna, Rusya’nın Karadeniz’e ve dolayısı ile Akdeniz’e çıkışını kontrol eder. Odesa ve Sıvastopol limanları hem askeri bir çıkış hem de özellikle Güney Rusya’nın ihracatına ticari çıkış imkanı sağlarlar. Ukrayna, ayrıca Rusya’dan Avrupa’ya yapılan enerji ihracatının kritik boru hatlarının güzergahındadır. Enerji, Rusya’nın, Ukrayna da dahil olmak üzere, diğer ülkeleri etkilemek ve kontrol etmek üzere kullandığı başlıca araç halindedir.

İşte bunun içindir ki, 2004 yılındaki Turuncu Devrim, Rusya’nın Batı’ya bakışını ve Ukrayna ile olan ilişkilerini değiştirme bakımından kritik bir rol oynamıştır.

Sovyetler’in dağılmasından sonra,  Ukrayna bir sıra Rusya’ya bağlı kalan hükümetler gördü. 2004 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimini, Rusya yanlısı olarak tanınan Viktor Yanukoviç önde bitirdi. Pek çok insan seçimlere hile karıştırıldığını iddia etti. Kalabalıkların meydanlara çıkarak  istifaya zorladığı Yanukoviç’in yerine Batı yanlısı bir koalisyon geçti.

Rusya, bu barışçı ayaklanmanın ardında, Batı yanlısı politik partilere ve STÖ’lere para akıtan Batılı istihbarat kuruluşlarını, özellikle de CIA ve M16’nın bulunduğunu öne sürdü. Bu eylemler istihbarat örgütlerinin operasyonu da olsa, gerçekten doğal halk eylemleri de olsa,  Amerikan ve Avrupa parasının Ukrayna’ya aktığı bir gerçektir. Paranın yumuşak yürekli reformculardan mı yoksa çelik bakışlı CIA ajanlarından mı geldiği, en azından Vladimir Putin açısından hiç fark etmedi. Putin olanları, bir Rusya Federasyonu’nu kuşatma ve ezme teşebbüsü olarak gördü..

Putin, takibeden altı yılı bu sonucu geri çevirmeye, açık ya da örtülü yollardan koalisyonu bozmaya ve Rusya yanlısı bir hükümeti işbaşına getirmeye harcadı. 2010 seçimlerinde Yanukoviç iktidara geri döndü. Böylece Rusya açısından tehlike atlatılmış oldu. Bu geri dönüşü oluşturan bazı etkenler vardı. ABD, Irak ve Afganistan’a gömülmüş durumdaydı ve Ukrayna uğruna Rusya’yı karşısına alacak durumda değildi. Almanlar 2008 krizi yüzünden Rusya’ya yakınlaşmışlardı. Rus oligarkları, seçimleri etkileyebilecek Ukrayna oligarkları ile yakın mali ve siyasi ilişkiler içindeydiler. Ukrayna’da, ülkelerinin Rusya ile bağlantılı kalmasını samimiyetle isteyen büyük bir Rusya yanlısı gurup mevcuttur. Ayrıca, Batı’nın Ukrayna’ya esaslı şekilde yardım etme konusunda sergilediği isteksizliğin yarattığı derin bir hayal kırıklığı da eksik değildi.

Turuncu Devrim’in Ertesinde

Kiev’e vardığımız gün devam eden iki olay vardı. Birincisi, hükümetin vergi politikalarını protesto eden gösteriler devam ediyordu. İkincisi ise, Yanukoviç AB – Ukrayna zirvesi için Brüksel’deydi.

Her iki olay da, hala Turuncu Devrim’in yeniden yaratılabileceğine ve Ukrayna’nın AB’ye girmesi gerektiğine inanan Batı yanlısı gurubu canlandırmıştı. Bu iki arzu birbiri ile bağlıdır.

Gösteriler, küçük işyerleri üzerindeki vergi yükünü arttıracak olan yasa değişikliklerine karşıydı. Asıl gösteriler, milli bayraklarla ve diğer pankartlarla dolu olan büyük bir meydanda yapılıyordu. Kurulmuş olan ses sistemi oldukça kaliteliydi. Konuşmalar, net bir şekilde duyuluyordu. Batı yanlısı bir gazeteciye, bunun iyi fonlanmış ve iyi organize edilmiş bir gösteri olduğunu söylediğimde, kendisinden ‘bunun katiyen iyi organize edilmiş bir gösteri sayılamayacağı’ cevabını aldım. Ukrayna’da daha önce bir gösteriye katılmışlığım yoktu ama dünyanın çok değişik yerlerinde pek çok gösteride bulunmuştum. Bunların çoğunda karmaşa hakimdi. Bu gösteri onlardan biri değildi.

Bu gerçekten fark eder. Batı yanlısı politik çevrelerde, bu gösterinin bir diğer Turuncu Devrim’e dönüşebilme ihtimali heyecan yaratıyordu. Göstericilerin bazıları geceyi alanda kurdukları kamplarda geçiriyorlarken bir yandan da ‘gösteriye katılmak üzere gelen otobüsler dolusu insanın polis tarafından engellendiği’ne dair söylentiler havada uçuşuyordu. Bu da, polis engeli olmasa gösterinin daha büyük olabileceği ve hükümetin de yeni bir ayaklanma ihtimalinden çekindiği anlamına geliyordu. Durum bana hiç de öyle görünmedi.

Yan sokaklar polis doluydu ama bunlar gayet rahat bir tavır içindeydiler ve ‘toplum polisi’ giyiminde değillerdi. Bana toplum polisinin yakınlardaki avlularda, bahçelerde beklediğini söyleyenler oldu. Bunun aksini ispat etme imkanım yok. Ancak, gösteriler bana biraz fazla organize göründü. Hırslı, ihtiraslı ve kendiliğinden gelişen gösterilerin biraz daha düzensiz, kalabalığın biraz daha heyecanlı olması ve gitgide artması, polisin daha gergin bir halde bulunması beklenir..

Dışarıdan bakan biri olarak bana, kendiliğinden gelişen bir gösteriden çok, örgüt liderlerinin ve politikacıların, politik bir gerilim hissi yaratmak amacıyla düzenledikleri bir girişim olarak göründü. Yine de, hükümet karşıtı çevrelerde bunun daha büyük bir hareketin başlangıcı olabileceğine dair bir tutam ümit yok değildi. İhtimaller konusunda biraz sıkıştırınca, bir gazeteci bu gösterilerin daha büyük bir ayaklanmaya dönüşme ihtimalinin yüzde beş olduğunu söyledi. Benim algıma göre ise olay ‘bir kaşık suda kopan fırtına’dan ibaretti. Sonradan benim algımın da tamamen doğru olmadığı ortaya çıktı. Haftanın sonuna doğru Yanukoviç yeni vergi kanununun yürürlüğe girmeyebileceğini açıkladı. Bunun parlamentonun takınacağı tutuma bağlı olduğunu söyledi ama kendisinin kanunun iptali için olmasa da ertelenmesi için elinden geleni yapacağı hakkında her türlü işareti vermiş oldu. Gösterileri abes ve önemsiz bir olay şeklinde değerlendirmediğini belli etmiş oldu.  Sonunda göstericilerin taleplerine boyun eğip eğmeyeceğinden bağımsız olarak, bir cevap verme gereğini duydu..

Avrupa Rüyaları

Gösterilerin başladığı gün Yanukoviç, Ukrayna’nın AB’ye girişi hakkında görüşmelerde bulunmak üzere Brüksel yoluna çıktı. Ben de o yola çıkmadan evvel, bir Dış İşleri Bakanlığı yetkilisi ile konuşma şansı yakalamıştım. Bu kişi, bir önceki hükümet döneminde de bakanlıkta görevliydi. Doğu Avrupa ülkelerini Batı taraftarı ülkeler haline dönüştürmeyi amaçlayan ve AB ile ABD tarafından yürütülen sayısız programlarda rol alan bir gurubun üyesiydi. Kendisi de tam olarak öyleydi. Bu görüşme bana şu ikisinden birinin doğru olduğunu düşündürdü: Ya Yanukoviç insanları siyasi görüşleri sebebiyle tasfiye etmiyordu ya da bir ayağını AB yanlısı kampta tutmayı arzu ediyordu.

Bir Amerikalı olarak, benim durduğum yerden bakıldığında AB en iyimser ifadeyle donmuş, en kötümser ifadeyle ise sendelemiş görünüyordu. Ukrayna’dan önce İstanbul’da iken, daha önceden benim AB hakkındaki kötümserliğimi bilinç seviyemin yeterli olmamasına bağlamış olan bazı AB’li mali liderlerle görüşmüştüm. Bu defa görüştüğümüzde kendilerine olan güvenleri, eskiden hiç görülmemiş seviyelere inmişti. Euro’nun tarihe karışması ihtimalinin yanında karşılaşılabilecek diğer bazı aşırı sonuçlardan bahsediyorlardı. Geçtiğimiz bir kaç yıl içinde, bu noktaya ulaşmak için oldukça uzun bir yolculuk yapmışlardı. Ama bana asıl büyüleyici gelen husus, Ukrayna Dış İşleri Bakanlığı yetkilisinin İrlanda’daki durumdan hiç etkilenmemiş olması ve bu durumla AB’nin Ukrayna’yı üye olarak kabul etme iştahı arasında bir ilişki bulunmadığına inanmasıydı. Onun gözünde, bu iki konu birbirleriyle tamamen ilgisizdi.

AB’nin karşılaşmakta olduğu problemler AB yanlısı Ukraynalıları, oyunun temel kurallarının değişmekte olduğu hakkında bir şüpheye sevk etmemişti. Kafalarında ne Ukrayna’yı AB üyesi görmek konusunda, ne de aradaki engellerin sadece Ukrayna’nın bunlara ayak uyduramamasından kaynaklandığı hakkında en ufak bir soru işareti yoktu. İrlanda ve Yunanistan krizlerinin AB’nin büyümesine öldürücü bir darbe indirmiş olmasını gerçekten idrak edemiyorlardı. AB hiçbir yapısal değişikliğe uğramayacaktı. AB’de cereyan eden hiç bir olay AB’nin çekiciliğini ve açıklığını etkilemeyecekti. Tek konu Ukrayna’nın yeterli olup olmamasıydı.

Ziyaret ettiğim ülkelerde AB üyeliği hakkındaki görüşlerde bir sınıfsal fark görünüyordu. Genellikle politik ve ekonomik elitler hevesli, daha alt sınıflar ise isteksiz oluyorlar. Ukrayna’da ek olarak bir de bölgesel ayrım söz konusu. Ülkenin doğudaki üçte biri Batı’dan çok Rusya’ya meyilli. Batıdaki üçte birlik kısım Batı’ya yatkın. Ülkenin orta bölgeleri ise Batı’ya yakın ama bir bölünmüşlük söz konusu. Dildeki bölünmüşlük de bu fay hatlarına oturuyor, ana dili Ukraynaca olanların en yoğun olduğu bölge  Batı Ukrayna, Rusça olanların ise Doğu Ukrayna. Bu, hem 2010 seçimlerinin, hem daha önceki seçimlerin sonuçlarına da yansıyor. Yanukoviç Doğu’nun, Timoşenko Batı’nın hakimi. Çekişmeli orta bölüm Timoşenko’ya doğru meyletmişti. Ama Bölgeler Partisi’nin’in Doğu’da bulduğu destek eziciydi.

Bu bölünme Ukrayna’nın siyasetini ve dış politikasını da belirliyor. Yanukoviç, Turuncu Devrimi yok etmesi amacıyla seçilmiş gibi gözüküyor. Turuncu Devrim taraftarları Yanukoviç’e karşı ateşli bir karşı duruş içindeler ve onu Rusya’nın bir aleti olarak görüyorlar. İlginçtir ki, Polonya’daki görüş bu yönde değil. Polonya’da, hükümet yetkilileri ve gazeteciler, Yanukoviç’in Ukrayna’yı AB ve Rusya arasında bir dengeye oturtmak gibi daha karmaşık bir oyun planı izlediğini düşünüyorlar.

Yanukoviç’in niyeti ne olursa olsun, tarafları nerede buluşturacağını kestirmek zor. AB’ye girilir ya da girilmez. Ben Yanukoviç’in başvuracağı ama reddedileceğini düşünüyorum. Böylece ülke içindeki iki gurubu dengelemiş olacak. Farkları gidermesinin tek yolu bu. NATO üyeliği Ukrayna için sözkonusu değil. Ama AB üyeliği yine de bir ihtimaldir.

Bir gurup Ukrayna’lı genç mali analist ve borsacıyla tanıştım. Onlar Ukrayna’nın Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmesini öneriyorlardı. Bu, Ukrayna’nın içinde ve dışında belli geçerliliği olan bir fikir. Ukrayna’nın ‘sınırda olmak’, ‘Rusya ile Avrupa arasında bölünmüş olmak’ geleneğine de tam uyuyor. Problem, aradaki sınırı tayin edecek bir coğrafi engelin bulunmaması ve ülkenin merkezinin de bölünmüş olması.

Bu genç gurubun jeopolitik spekülasyonlarından daha ilginç olanı akıllarını tamamen Varşova’ya takmış olmalarıydı. Bu genç analist ve borsacılar, Kiev’de oturdukları yerden, Polonya’daki halka arz piyasası, özelleştirmeler, emeklilik sistemleri, buralardan gelebilecek özel yatırımlar ve bunların miktarları gibi akla gelebilecek tüm detaylar hakkında herşeyi biliyorlardı. Anladım ki, onlar için Polonya piyasalarından para kazanmak, AB’ye girip girmemekten, Ukrayna siyaseti ya da Rusların ne düşündüğü gibi konulardan daha önemliydi. Gençtiler, borsacıydılar, dolayısı ile Ukrayna’daki hayatı temsil eden bir örnek oluşturmuyorlardı. Daha ilginci, Varşova’ya kıyasla Ukrayna oligarklarından ne kadar az bahsettikleriydi. Oligarklar erişemiyecekleri kadar uzaktı ve dolayısı ile konunun dışında kalıyor olabilirlerdi..  AB değil, oligarklar değil, Varşova ağızlarının suyunu akıtıyordu.

Bu genç finansçıların çoğu Ukrayna’yı terketmek hayali kuruyorlardı. Üniversite’de tanıştığım pek çok öğrenci de.. Devamlı tekrarladıkları üç tema vardı.
Birincisi bağımsız bir Ukrayna istiyorlardı.
İkinci olarak bu bağımsız Ukrayna’nın AB’nin bir parçası olmasını arzu ediyorlardı.
Üçüncü olarak da Ukrayna’yı terk edip hayatlarını başka bir yerde sürdürmek istiyorlardı.
Milli beklentileriyle kişisel beklentileri arasında ne kadar az bağlantı olduğunu görmek benim için çarpıcıydı. İki değişik kulvarda koşuyorlardı. Sonunda işin özünün gelip dayandığı nokta şu oldu: Bir millet inşa etmek nesiller alır ve ilk nesiller bu işin sıkıntısını çeker, bedelini öderler.. Başka bir yere giderek kendine şu anda iyi bir yaşam sağlama seçeneğinin yanında, bu yutulması zor acı bir ilaçtır.
Ukraynalıların, en azından Batı yanlısı olanlarının yaşadığı gerilimin altında biraz da ‘geleceğini inşa etmek ya da kendi geleceğini kurtarmak’ tercihi yatıyor.

Kendisine Rağmen Bağımsız

Bu konuştuklarım hep üniversiteler tarafından yetiştirilmiş, Ukrayna’nın Batı’ya meyilli sınıfına mensup insanlardı. Ukrayna’nın diğer kısmı Doğu’nun sanayi şehirlerinde yaşıyor. Bu insanların Ukrayna’yı terketme hayalleri yok fakat sanayilerinin Avrupa ile rekabet edemediğini anlıyorlar. Ne üretirlerse Rusya’nın alacağını biliyorlar ve Batı Ukrayna’daki Avrupa fabrikalarının kendilerini işsiz bırakmasından korkuyorlar. Buralarda Sovyetler Birliği nostaljisi hala yaşıyor. Stalin’in yaşattığı dehşeti unuttuklarından değil.. Sadece Leonid Brejnev devrindeki  bolluğun kendilerine daha önceki ve daha sonraki devirlerden çok daha çekici gelmesinden dolayı..

Buna bir de oligarkları ekleyin. Sadece Ukrayna ekonomisine ve toplumuna nufüz etmekle kalmıyorlar aynı zamanda Ukrayna’yı sıkıca Rusya’ya bağlıyorlar. Ukraynalı oligarkların belli başlıları karmaşık ekonomik ve siyasi düzenlemelerle bir şekilde Rusya’ya bağlılar. Oligarklar Ukrayna’nın omurgası. Yanımda bir gazeteci ile yürürken kendisi bana güzel fakat terkedilmiş bir binayı işaret etti. Dediğine göre süper zenginlerin bu tip binaları satın alıp, nasıl olsa vergi ödemedikleri için yıllarca bekletmeleri gelişmeyi geciktiriyormuş. AB, kuralları ve şeffaflık prensipleri ile oligarklar için bir kabus olmalı, halbuki Rusya ile ilişkiler onlar için günlük işler arasında.

Rusların, Rus İmparatorluğunu tekrar diriltmeye çalıştıklarını sanmıyorum. Onlar çok daha değişik bir hedefin, ‘bir nüfuz alanı’ yaratmanın peşindeler. Ukrayna’nın ya da başka bir ülkenin sorumluluğunu üstlenmeye niyetleri yok. Bu tip sorumlulukların Sovyet gücünü nasıl emip tükettiğini hatırlıyorlar. İstedikleri, Ukrayna üzerinde, NATO ya da peşinden ortaya çıkabilecek başka bir hasım gücün hakimiyetine mani olmayı garanti edebilecek ölçüde bir kontrol kurmak. Ukrayna’dan geçen doğalgaz hatları Rusların kontrolünde oldukça ve ve Ukrayna Rusya için bir tehdit oluşturmadıkça, Ruslar Ukrayna’nın iç bağımsızlığına razı durumdalar.

Aslında bunlar bağımsız bir ülkeden istenemeyecek kadar ileri talepler. Fakat Ukrayna’nın ana endişesi bağımsızlığını sadece resmi tanımının ötesine taşıyamamak değil. Ukrayna’nın bir numaralı problemi Rusya ile AB arasında yapacağı tercih. İşin tuhaf tarafı ne Rusya’nın ne AB’nin Ukrayna’yı isteyip istemedikleri belli değil. AB’nin bir tane daha zayıf üye kabul etmeye niyeti yok. Başında bunlardan yeteri kadarı var. Rusya da Ukrayna’yı yönetmenin külfetine katlanmaya razı değil. Onların tek isteği Ukrayna’nın Rusya’yı tehdit edebilecek bir güç tarafından yönetilmemesi. Bu kenar ülke tarafsız kaldığı müddetçe bağımsızlığı kimseye tehdit oluşturmuyor.

En ilginç bulduğum husus şu. Ukrayna bağımsız ve gelecekte de bağımsız kalacağını tahmin ediyorum. En derin problemi bu bağımsızlıkla ne yapacağı. Bu sorunun cevabını ancak tarafların birisi ile, Rusya ya da AB ile birlikte verebiliyor. Ukrayna’daki dahili kavga Ukrayna’nın kendisini nasıl yöneteceği hakkında değil, Rusya ile mi, AB ile mi ittifak yapacağı hakkında. Ukrayna’nın ittifaklarının savaşlara yol açtığı 20. yüzyılın aksine, bu devirde bir savaşa yol açılmayacak. Rusya Ukrayna’dan istediklerini elde etmiş durumda ve Avrupa bu duruma meydan okumayacak.

Ukrayna bağımsızlığın gerçek anlamıyla hiç yüzleşmemiş olarak bağımsızlık rüyaları görmüştü. O mali analistlere ve borsacılara, çocuklarımın bazılarının silahlı kuvvetlerde görev yapmış olduklarını söyledim. Bu fikirden dehşete düştüler. Bir insan neden askerlik yapmayı tercih ederdi ki? Çocuklarımın bu kararı verirlerken yürüttükleri mantığı, ki bunun iyi bir iş sahibi olmayla ilgisi yoktu, açıklamaya çalıştım. Aramızdaki zihniyet farkının çok büyük olduğunu gördüm. Ulusal bağımsızlık ile kişisel hizmetin bölünmez bir bütün olduğunu kavrayamadıklarını fark ettim. Ama sonra, daha önce söylediğim gibi, hepsi Ukrayna’yı terk etmeyi düşünüyorlardı.

Ukrayna bağımsız. Bir bakıma, bu bağımsızlıktan kurtulmak istediği ve bağımsızlığını teslim edebileceği, bu külfeti üstüne yıkabileceği birisini arıyor gibi bir hisse kapıldım. Bir kere ortada Ukrayna’nın sorumluluğunu almaya istekli birilerinin bulunduğu garanti değil. Bir de bende Ukraynalıların bağımsız olmanın gerçek anlamını kavramış olduklarına dair bir izlenim oluşmadı. Pek çokları için Moskova ve Varşova, Kiev’den daha gerçek..

Geopolitical Journey, Part 6: Ukraine is republished with permission of STRATFOR.

Also read...

Comments are closed.