Tevfik İzmirli – “Gelecek 100 Yıl”ın Yazarı George Friedman’ın Yeni Kitabı: “Gelecek 10 yıl”..

Doubleday Yayınevi. Ocak, 2011. 443 Sayfa.

Merhabalar,

George Friedman’ın Türkçeye çevrilmiş olan “Gelecek 100 Yıl” – The Next 100 Years – kitabı ilgiyle karşılanmıştı. Bir çok basın organı kitaptan alıntılar yaparak okuyucuları ile paylaştı. Kitapta Türkiye’ye biçilen rol milli gururumuzu okşadığından olsa gerek kitaba duyulan ilgi hala devam ediyor. Biz de sitemizde bir yazıyı bu kitaba ayırmıştık.

Bu defa George Friedman’ın geçtiğimiz Ocak ayında yayımlanan son kitabını tanıtıyoruz. Muhtemelen bu kitap da yakında Türkçeye çevrilecektir.

Kitaptan seçtiğim alıntıları, araya yorum katmadan, Friedman’ın ağzından ve serbest tercüme ile vermeye çalışacağım:


“Bu kitap önümüzdeki 10 yılda imparatorluk, cumhuriyet ve gücü kullanmak arasındaki ilişkiler hakkındadır.”

“ABD, kuruluş aşamasında ‘Cumhuriyet İlkeleri’ üzerinde tasarlanmış bir devletti. Cumhuriyetimiz, İngiliz Sömürgeciliği’ne karşı verilen mücadele sonucunda kurulduğu için dışarıda ‘Halkların Kendi Kaderini Tayin’ (Self Determination) ilkesine, içeride ise demokrasiye dayanıyordu. Ancak ABD zamanla bir imparatorluğa dönüştü. Cumhuriyetçi prensiplerle ile bir İmparatorluğun idaresi ne kadar mümkün olabilir?”

“Cumhuriyet, İmparatorluğun sebep olacağı baskıyı taşıyabilecek mi? ABD kötü yönetilen bir imparatorluğa rağmen hayatta kalabilir mi? Ya da imparatorluğun yönetimi cumhuriyet ilkeleri ile nasıl bağdaşabilecek?”

“En başarılı üç başkanımız Lincoln, Franklin Roosevelt ve Reagan, ‘Makyavelist Başkanlık’ örnekleri verdikleri için başarılı oldular. ABD Başkanlarını bekleyen en önemli meydan okuma bu çelişkili prensipleri bağdaştırabilmektir.”

“Asırlar olgular, on yıllar ise kişiler hakkındadır.”

“İnsanlar uzun zamanı kapsayan tahmin yapmanın daha zor olduğunu düşünürler. Ben aksi kanaatteyim. Tahmini en zor unsurlardan biri insan davranışlarıdır. Önümüzdeki on yılda neler olacağı büyük ölçüde ABD Başkanlarının alacakları kararlara bağlı olacaktır.”

11 Eylül olaylarına kadar ABD dünyayı, Roma İmparatorluğu ve Büyük Britanya gibi, bir denge politikası ile idare ediyordu: Bölgesel tehdit oluşturma potansiyeli olan güçleri yakınlarındaki başka bir güçle dengeleme politikası.. Hindistan’ı Pakistan’la, İran’ı Irak’la, Arapları İsrail ile.. gibi.. Kendi askeri gücüne ancak son çare olarak başvururdu.”

“11 Eylül olayları ABD’nin dengesini bozacak bir etki yaptı.”
“Başkan’ın hemen bu tehlikeyi ezecek ve yok edecek bir karşılık vermesi kamuoyunun bir numaralı talebi haline geldi. Başkan Bush ve sonrasında Başkan Obama bu baskı sonucunda geleneksel stratejiyi bozacak adımlar attılar. Halkın taleplerini karşılayalım derken ABD’yi Afganistan ve Irak’da savaşlara gömdüler. Halbuki marifet, halkın taleplerini tatmin edecek hareketleri bu stratejiyi bozmadan yapabilmekti.”

“Bu doğrudan müdahaleler sonucunda dengeleri bozduk. Artık Irak, İran’ı dengeleyecek güçte değil. Hindistan’ın karşısında bizim Afganistan operasyonumuzun zayıflattığı bir Pakistan var.”

“Bu çıkmaz bir yol. Her çıkan bölgesel çatışmaya Amerikan Ordusunu’mu yollayacağız? Buna ne asker yeter ne kaynak.. İşte önümüzdeki on yıl bu dengesizlikleri tamir ile geçecek.”

“Zaman içinde ve belli bir planın sonucu olmadan, ABD bir imparatorluğa ve ABD başkanları da imparatora dönüşmüş durumdalar. Bu adı konmamış, resmi olarak ilan edilmemiş ancak fiiliyatta benimsenmiş bir imparatorluk. Aksi halde ABD Başkanlık seçimleri hakkında neden dünya çapında bahisler açılsın? Neden Obama’nın zaferi Belçika’dan Afrika’ya kadar pek çok yerde kutlamalara yol açsın?”

“ABD Başkanları dış politika dışındaki konularda yetkilerini diğer erklerle bölüşürler. Kongre ve Yüksek mahkeme karşısında aciz duruma düştükleri olur. Ancak kurucu idare ABD Başkanlarının elini dış politikada serbest bırakmıştır. Resmen savaş ilan etme yetkisi Kongre’de olsa da, Başkan savaş ilanı olmadan yurt dışına asker yollayabilir, ambargo uygulayabilir. Zaten ABD, tarihinde bugüne kadar sadece beş defa savaş ilan ettiği halde katıldığı savaşların sayısı bunun kat be kat üzerindedir.”

“ABD Başkanı’nın bu konumu fetihler, ilahi kurallar ya da belli bir plan sonucunda ortaya çıkmış değildir. ABD’nin yeryüzündeki tek küresel askeri güç olması bu fiili durumu yaratmıştır.”

” Amerikan gücünün bir ölçüsü de, ironik bir şekilde, Amerikan finansal elitlerinin yaptığı yanlışlıkların dünyaya zarar verme kapasitesidir. Bunu da 2008 mali krizinde gördük.”

“El Kaide’nin 11 Eylül’de sağladığı en büyük başarı, sebep olduğu can ve mal kayıpları değil, ABD Başkanı’nı denenmiş ve faydalı bir stratejiyi terk etmeye zorlamış olmasıdır. ABD hem kendi halkını tatmin etmek, hem de Orta Doğu’daki petrol ülkelerine gereken güveni verme zorunluluğu ile kendisini bir telaş içinde ortaya atmak zorunda kalmıştır.”
“Sonuçta Bin Ladin ABD Başkanı’nın bu zokayı yutmasını sağlamıştır.”

“Hem El Kaide’nin, hem ABD’nin stratejik harp alanları aslında Müslümanların zihinleri ve kalpleriydi. El Kaide baskıcı rejimler altında yaşayan Müslümanlara, kendi şeyhlerinin, diktatörleri bir yana, ABD’nin bile dokunulmaz olmadığını göstermek istiyordu. Halbuki ABD önceliğini kendi halkının – haksız da olmayan – korkularını yatıştırmaya vermek zorunda kaldı. Halkı rahatlatacak ama aslında terörist saldırılara karşı etkisi son derece sınırlı olan bir çok alana – hava alanlarındaki güvenlik tedbirleri gibi – büyük kaynaklar aktarıldı. Önümüzdeki on yıl bu kaynakların da dengelenmesine şahit olmak zorunda.”

“İranlılar, Kuzey Kore’nin başarısında dersler çıkardılar.”
K. Kore’nin kendi hükümeti bile, Sovyetlerin çöküşünden sonra rejimin ayakta kalamayacağından korkuyordu. Kendilerini olduklarından daha tehlikeli ve psikolojik olarak da dengesiz bir devlet olarak göstermek suretiyle, ABD, Rusya, Çin, Japonya G.Kore gibi güçleri kendileriyle, pazarlığa başlamanın pazarlığını yapmak üzere, masaya oturtmayı başardılar. Hem de yardım paketleriyle. Bu olağanüstü bir başarıydı.”

“Aynı işi İran yapmaya çalışıyor. Artık karşısında Irak da yok. İran’ı dengeleyebilecek tek güç ABD’nin kendisi. İşte temel stratejik kuralları çiğnemenin bizi getirdiği jeopolitik çıkmaz.”

“ABD, önümüzdeki on yılda 11 Eylül ile düştüğü bu tuzaktan çıkmak zorunda.”

“Düşmanın adını koyamazsanız savaşın sonu pek iyi bitmez.”

Biz terörle mi savaşıyoruz? O zaman dünyada terör uygulayan her örgütle savaşacak mıyız? II. Dünya Savaşı’nda Japon uçak gemilerinden kalkan uçaklarla mı savaşıyorduk? Adını doğru koymamız şart. II. Dünya Savaşı’nda Japonya ile savaşıyorduk. Amaç Japonya’nın savaşa devam etme iradesini kırmaktı. Terör düşmanın adı değil. Düşmanın kullandığı bir mücadele tekniğinin adı. Şimdi de ‘Köktendinci İslam’ ile savaşıyoruz. O zaman kökten dincilikle hiç ilgisi olmayan Irak’ı neden işgal ettik?”

“İsrail ile aramıza mesafe koymalıyız.”
Bu ABD için ahlaki bir sıkıntı yaratmaz. Artık İsrail’in varoluşu tehdit altında değil. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri İsrail için son derece önemli olabilir. ABD için bu konunun hiçbir önemi yoktur. ABD’nin İsrail’e sağladığı yardım bölgenin Müslüman halkları gözünde ABD’yi de ‘düşman’ kategorisine sokmakta. Bu yardımın kaldırılması, ABD’deki İsrail karşıtı lobinin elindeki en önemli silahı alacağı için, İsrail’in de işine yarayacaktır.”

“ABD’nin Üç Amacı”
“Doğu Akdeniz ile Hindikuş dağları arasında yer alan bölgede, ABD’nin belli başlı üç hedefi vardır:
– Bölgesel bir güç dengesini devam ettirmek..
– Petrolün bölgeden kesintisiz akışının devamı..
– Bölgede konuşlanmış ve ABD’yi tehdit eden İslami örgütlerin imha edilmesi..”

“Güç dengesini kendimiz bozduk. İran ve Hindistan’ın elleri serbest. Çin’den başka büyük bir gücün olmadığı bölgede Hindistan kaynaklarını Hint Okyanusu’nda hakimiyet kurmaya yönlendirebilecek duruma geldi.”

Türkiye
“Arap yarımadasını tehdit edebilecek bir İran’ı kim dengeleyecek? Türkiye, büyük nüfusu olan ve yükselen bir güç. Ama hala sınırlı bir güç. İran Körfezi’ne güç aktarımı yapabilecek durumda değil. Irak ve İran’a kuzeyden baskı uygulayarak, dikkatlerini Körfez’den uzaklaştırabilir. Ama Arapların petrol kuyularını korumak için doğrudan müdahalede bulunamaz.”

“Dünyada deniz yoluyla ihraç edilen bütün petrolün %45’i Hürmüz boğazı’ndan geçer. İran karaya konuşlanmış füzeleri, dökebileceği mayınları ile burayı kapatacak kapasiteye sahip.”

“ABD İran’la anlaşmalı”
İran’ın karşısına bir denge unsuru olarak çıkabilecek bir Irak’ı tekrar yaratmak kısa dönemde hayata geçebilecek bir düşünce değil. ABD, büyük bir askeri gücü bölgede uzun vadeli olarak konuşlandırmak istemiyorsa, ki istemiyor, önündeki tek seçenek İran’la arasını düzeltmektir.”

“Tarihte Stalinist Sovyetler ile, Maoist Çin ile anlaşmadık mı? Stalin ile anlaşmamanın bedeli bir Nazi zaferi olabilirdi. Çin ile anlaşmamızın sebebi, Vietnam savaşından mağlup çıkmamızdan yararlanmak isteyen Sovyetler’i dengelemek değil miydi? Bugün de İran ile benzer bir durum içindeyiz. ABD Başkanları, stratejik hedeflerini elde edebilmek için İran ile anlaşmak zorundalar. Bu anlaşma her iki tarafa da yarar sağlar. ABD, petrol akışını garantiye almış olur. Bölgedeki askerlerini geri çekebilir. İran’ın bir numaralı önceliği rejiminin devamıdır. Son on yılda hem doğularında hem batılarında ABD askeri varlığı ile yaşıyorlar. Irak’ın tekrar bir güç haline gelmemesini ve yıkıcı bir ABD darbesi yememeyi önemserler. Ayrıca bu anlaşma ile Orta Doğu’daki etkilerini arttırabilirler.”

“İran’ın bu anlaşma ile sağlayacağı serbestliğin sınırları olacaktır. Doğrudan Amerikan müdahalesini gerektirecek eylemlere girişmemek gibi. Arap yarımadası’na askeri bir harekat düzenlemek hem İran’ın askeri kabiliyeti açısından imkansızdır hem de doğrudan bir Amerikan müdahalesini davet edeceği için, İran bu maceraya atılmayacaktır. Tabi ki bu anlaşma da Stalin ve Mao ile yaptıklarımız gibi geçici bir süreyi kapsayacaktır.”

“Bu anlaşmadan en çok zararlı çıkanlar başta Suud hanedanı olmak üzere Arabistan Yarımadası’nın Sünnileri olacaktır.
Irak’ın desteği olmadan bu devletler kendi topraklarını savunmaktan acizdirler. Petrol serbestçe aktıkça ve bölge tek bir gücün kontrolüne girmedikçe, bu ülkelerin ve halklarının ekonomik ve politik refahları ABD’nin ilgi alanı dışındadır. Suudiler, ABD’ye çıkarlarının garantörü olarak bakmaya devam ederken İran ile de politik olarak geçinmenin yolunu bulmak zorunda kalacaklar. Körfezin politik dinamikleri herkes için yeniden tanımlanmış olacak.”

“ABD Başkanı bu anlaşmayı Amerikan kamuoyuna ‘El Kaide ile savaşta faydalı olacak’ söylemi ile kabul ettirebilir.
İran’a bir hava harekatı düzenlemek Obama’nın politik desteğini tabi ki yükseltirdi. Bu anlaşma Başkan’ın zayıflığına işaret olarak algılanabilir. Fakat yine de anlaşmanın alternatifleri halka anlatılabilirse destek sağlanabilir. Başkan Çin ile sağlanmış olan yakınlaşmanın zaman içinde getirdiği faydaları örnek gösterebilir.”

“ABD’deki Suud ve İsrail lobileri itiraz edeceklerdir. Bu manevra İsrail’i kızdıracak, Suudları korkutacaktır. İsrail kolaylıkla adapte olabilir. Çünkü, İran’ın Hızbullah’a verdiği desteğe rağmen, İsrail silahlı kuvvetleri ve istihbarat teşkilatı tarihi olarak İran’ı Araplar’a karşı potansiyel bir müttefik olarak görmeye alışıktır. Ayrıca anlaşmanın Araplar üzerinde yarattığı baslı İsrail’i memnun edecektir. İran anlaşması, ABD’nin İsrail tarafından kontrol edilmediğini de ispat edecektir.”

İran’ı dengelemek

İran’a karşı diğer seçenekler
“İran yaratılıştan savunma durumunda bir ülkedir. Gücü ne uzun vadelidir ne de ABD’nin bölge politikasını üzerine oturtabileceği kadar güçlüdür. Nufusu ülkenin sınırlarındaki dağlık bölgelerde yoğunlaşmıştır. Ülkenin ortası ya tamamen insansızdır ya da gayet az bir nüfusu barındırır. Sadece şu anda içinde bulunduğumuz durum gibi özel hallerde dışarıya güç aktarabilir.. Uzun vadede ya dış güçlerin kurbanıdır ya da yalıtılmış bir haldedir. ABD ile varacağı anlaşma Araplar karşısında İran’a geçici bir üstünlük sağlayacaktır.”

“ABD bir kaç yıl içinde bu bölgede yeni bir güç dengesini diriltmek zorundadır. Pakistan etkisini batı yönüne uzatamaz. İsrail İran’ı dengelemek için hem fazla ufak hem de uzakta. Arap yarımadası bölünmüşlük içindedir ve bir karşı ağırlık oluşturacak durumda değildir. Daha gerçekçi bir seçim, Rusya’nın etkisini İran sınırlarına kadar indirmesi olabilir. Bu zaten olabilir ama başka yerlerde büyük problemlere sebep olacaktır.”

Türkiye
Bölgedeki uzun vadeli bir güç olabilecek ve İran’a bir karşı denge oluşturmaya gücü yetecek tek ülke Türkiyedir. Türkiye bu konumu, gelecek on yıllar içinde, ABD ne yaparsa yapsın elde edecektir. Türkiye bölgenin en büyük ve dünyanın onyedinci ekonomisidir. Rusya – bir de belki İngiltere – dışarda tutulursa muhtemelen Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahiptir. Müslüman ülkelerin çoğu gibi kendi sınırları içinde laikler ve İslamcılar bölünmesi yaşamaktadır. Fakat bu mücadele diğer ülkelere Müslüman dünyanın diğer kısımlarına göre daha sınırlıdır.”

İran’ın Arap Yarımadası’na hakim olması Türkiye’nin çıkarına uygun değildir. Türkiye bölgenin petrolüne – Rus petrolüne olan bağımlılığını azaltmak amacıyla – iştah duymaktadır. (Tevfik İzmirli’nin notu: Yazar burada işi karıştırmış. Türkiye Rus petrolüne değil doğal gazına bağımlıdır.) Ayrıca Türkiye, İran’ın kendisinden daha güçlü hale gelmesine sıcak bakmaz. İran’da küçük bir Kürt nüfus yaşarken Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde, İran’ın kötüye kullanabileceği büyük bir Kürt nüfus bulunmaktadır. Bölgesel ve küresel güçler Kürtlere verdikleri desteği Irak, İran ve Türkiye’yi baskı altına almak ya da istikrarsızlığa sokmak için kullanmaktadırlar. Bu eski bir oyun ve sürekli bir zarar görebilme durumudur (vulnerability).”

İran, önümüzdeki on yıl boyunca Türkiye ile başa çıkabilmek amacıyla büyük kaynaklar tahsis etmek zorunda kalacaktır. Bu arada Arap dünyası Şii İran’a karşı bir koruyucu arayışı içinde olacaktır. ‘Türk Gücü’nün Osmanlı İmparatorluğu esnasında Arap Dünyası üzerinde bıraktığı acı hatıralara rağmen Sünni Türkiye en iyi seçenektir.”

Gelecek on yılda ABD, Türkiye’nin Amerikan çıkarlarına karşı cephe almamasını ve Türkiye ile İran’ın aralarında anlaşarak Arap dünyasına hükmetmek ve aralarında bölüşmek üzere bir ittifaka girmemelerini sağlamak zorundadır. Türkiye ve İran Amerika’dan ne kadar fazla korkarlarsa böyle bir ittifakın ortaya çıkma ihtimali o kadar artar. İranlılar kısa dönemde ABD ile anlaşmış olmaktan tatmin duyacaklardır. Ancak bunun uzun vadeli bir arkadaşlık olmadığının bilincinde olacaklardır. Amerika ile uzun vadeli bir ittifaka açık olan taraf Türklerdir. Türkler Amerika için diğer bölgelerde, özellikle Rus emellerini önleyebilecekleri Balkanlar ve Kafkasya’da de kıymetli olabilirler.”

ABD, İran ile yapacağı anlaşmanın temellerine sadık kaldığı müddetçe, İran Türkiye için bir tehdit oluşturacaktır. Türklerin eğilimleri ne yönde olursa olsun kendilerini korumak isteyecekler ve bunu yapabilmek için İran’ın Arabistan Yarımadası’ndaki ve onun kuzeyindeki Irak, Suriye, Lübnan gibi ülkelerdeki gücünü kırmaya çalışacaklardır. Bunu sadece İran’ı sınırlandırmak amacıyla değil aynı zamanda güneylerindeki petrole kendi erişimlerini geliştirmek için yapmak isteyeceklerdir. Hem bu petrole ihtiyaçları olduğu için hem de bu petrolden kar etmek istedikleri için.”

Türkiye ve İran gelecek on yıl boyunca rekabet ederken İsrail ve Pakistan yerel güç dengeleri ile uğraşıyor olacaklar. Uzun vadede Türkiye İran tarafından sınırlandırılamaz. Türkiye ekonomik bakımdan açık ara ile daha dinamik bir ülkedir ve bu sebeple daha üst düzeyde bir orduyu ayakta tutabilir. Bundan daha önemlisi, İran coğrafi olarak sınırlı seçeneklere sahipken Türkiye, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika havzalarına ulaşabilir konumda olduğu için, İran’ın ulaşamayacağı fırsatlara ve müttefiklere ulaşabilecek durumdadır. İran antik çağlardan beri hiçbir zaman önemli bir deniz gücü olamamıştır. Limanlarının konumlarından dolayı gelecekte de olamayacaktır. Türkiye ise tam tersine Akdenizde sıklıkla hakim güç haline gelmiştir ve tekrar gelecektir. Gelecek on yıl süresince Türkiye’nin bölgenin hakim gücü konumuna gelmesinin başlangıcına şahit olacağız. İlginçtir ki, biz önümüzdeki yüzyılı Türkiye’nin son derece önemli bir rol oynamayacağı bir yüz yıl olarak düşünemezken, bu on yıl hazırlık on yıllarının birisi olacaktır. Türkiye içindeki çelişkileri çözüp ekonomisini büyütmelidir. Türkiye’nin takip etmekte olduğu dikkatli dış politika devam ettirilmelidir. Türkiye çatışmalara dalmayacak böylece bölgenin tanımlayıcı gücü olmasa da etkileyici gücü olacaktır. Amerika Türkiye’ye uzun vadeli bakmalı ve gelişmesini tehlikeye düşürecek bir baskı uygulamaktan kaçınmalıdır.”

Buraya kadar George Friedman’ın ağzından yazdım. Yazar, kitabın devamında Amerika’nın dünyanın diğer bölgelerinde karşılacağı fırsatları ve problemleri ele alıyor. Onları tek tek özetlemiyeceğim.

Yazıyı, bizim insanımızın ilgisini çekeceğini düşünerek, Friedman’ın ABD’ye, Rusya ilişkileri çerçevesinde önerdiği Gürcistan politikasını özetleyerek bitirmek istiyorum:

Türkiye’nin Rus baskısı altında Boğazları terketmesi ya da Kafkasya sınırını güneye doğru çekmesi beklenmeyeceğine göre, Türkiye sadece bulunduğu yerde var olmakla Rusya karşısında Amerikan çıkarlarını koruyor demektir. ABD açısından Rusya Kafkasya’da tutulduğu müddetçe Kafkasya’nın neresinde tutulduğu fark etmeyeceği için Gürcistan’da geniş yükümlülükler üstlenmemizin anlamı yoktur. Gürcistan, pek az bir getiri karşılığında Amerika’nın gücünü emen bir yer halindedir. Dolayısı ile ABD’nin Gürcistan stratejisi terkedilmelidir. Bu strateji Amerikalıların bu pozisyonun risksiz ve maliyetsiz olduğunu düşündükleri yıllardan kalmadır. Risk ve maliyetlerin arttığı şu zamanda ABD, Gürcistan’ın bir varlıktan ziyade yükümlülük olduğunun farkına vararak, risklerini çok daha dikkatle yönetmek zorundadır.”

Önümüzdeki on yıl içinde ABD’nin önünde kendisini Gürcistan’dan ve Kafkasya’dan, yeni müttefiklerine psikolojik hasar yaratmadan çekip çıkartmak için dar bir zaman aralığı bulunacaktır. Gürcistan’ın terk edilmesi büyük ihtimalle Polonya ve Intermarium’da – Baltık Denizi ve Karadeniz arasındaki bölge – hemen kendi duruşlarını yeniden değerlendirmelerine sebep olabilecek bir psikolojik belirsizliğe yol açacaktır. Gürcistan’dan çıkmayı Polonya ile Rusya’nın karşı karşıya gelmelerine kadar ertelemek sadece sıkıntının boyutlarını arttıracaktır. Dolayısı ile Gürcistan konusunu mümkün olan en kısa zamanda ele almanın dört faydası olacaktır:
Birincisi, bu Amerika’ya İntermarium’un psikolojisini düzeltecek zamanı kazandıracaktır.
İkincisi, Amerika’nın bu hareketi Rusya’nın baskısı ile değil, kendi arzusu ile yaptığını gösterecektir.
Üçüncüsü, Türklere Amerika’nın pozisyon değiştirebileceğini gösterecektir. Bu kendisinden aşırı derecede emin bir Türkiye’yi biraz endişelendirecektir ki bazen endişenin de faydası vardır.
Dördüncüsü, Amerika Kafkasya’da atacağı bu geri adımın karşılığında Rusya’dan Orta Asya’da bir takım tavizler talep edebilecektir.

ABD, Gürcistan’a şimdi tutmayacağı sözler vermiş durumdadır. Ancak daha geniş resme baktığımızda bu ihanet Amerika’nın diğer yükümlülüklerini yerine getirme gücünü arttıracaktır. ABD için az önemde olan Gürcistan, Rusya açısından, güney sınırının güvenliğini garanti ettiğinden, muazzam bir önem taşımaktadır. Ruslar, Gürcistan için esaslı bir fiyat ödemeye hazır olacaklardır. Amerikan’ın buradan gönüllü olarak ve kısa zamanda çıkmak istemesi bir pirimi hak edecektir.”

“Rusya’nın ödeyeceği bu fiyat, İran’a silah sağlamamak ve Amerikan’ın teklifleri kabul görmediği takdirde uygulanacak olan etkili ambargoya katılmak olabilir. İran’ın ABD’nin yaklaşımını kabul etmesi halinde ise bu defa ABD Rusya’dan bölgeye, özellikle Suriye’ye silah satmamasını talep edebilir. Böyle bir anlaşma İran’a yapılan teklifle aynı anda yapılırsa bu tekliflerin ağırlığını da arttıracaktır..”

Kafkasya’da bir dayanak noktası olarak Gürcistan’ın, Azerbaycan’a kıyasla çok daha az yaşama şansı vardır. Azerbaycan hem Rusya ve İran’la sınırdaştır hem Türkiye ile yakın ilişkiler içindedir ve önemli bir petrol kaynağıdır. Ermenistan bir Rus müttefiki iken, Gürcistan güçlü bir ekonomik temelden yoksun iken Azerbaycan’ın ekonomik kaynakları vardır ve Amerikan operasyonları için bir platform olabilir. Dolayısı ile, önümüzdeki on yılda hem çekilme stratejileri hem yeni ittifaklar kurma stratejilerinin her ikisi birlikte var olacaktır. Ama şu andaki stratejimiz var olmayacaktır.”

Burada bitiriyorum.. Bu kitap da, jeopolitik kahve sohbetleri ile gelecek okumanın Amerikanca bir karışımı.. Bunda da Türkiye ilginin odağında.. Tavsiye ediyorum.. Rahat okunan ve düşündüren bir kitap..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Also read...

Comments are closed.