Tevfik İzmirli – İngiliz kalemi bu defa İstanbul’un silah depolarında.. Bir soru daha.. – III. Bölüm –

Merhabalar,

Konuya devam ediyoruz. Bugün de bir sorumuz olacak.

II. Soru
Kurtuluş Savaşı esnasında gizli teşkilatımız Müttefiklerin İstanbul’daki silah depolarından, Anadolu’ya silah kaçırıyordu.. Neredeyse Ankara’nın verdiği sipariş listesine göre sevkiyat yapılıyordu. Bu nasıl mümkün oldu?

Doğru. Gerçekten kaçırmışlardı.. Bize anlatılan nasıldı? Gizlice kaçırmışlardı.. Geceleri, sandık sandık cephaneler, tüfekler.. Kayıkçılar, motorcular.. Fransız işgal bölgesinde kalmış Bakıköy’deki depolardan, İngiliz işgal bölgesindeki Haliç depolarından..

Hatıraları ve belgeleri okudukça ne öğreniyoruz? Meğer bizim teşkilat bu silahları – en azından bir kısmını – para (rüşvet) ödeyerek İngiliz ve Fransız subaylarından satın alıyormuş. Koskoca toplar dahil.. Toplar da mı motorlara sırtta taşınarak gizlice yükleniyordu?

Lozan’ın ikinci dönem toplantıları yaklaşık iki buçuk aylık bir aradan sonra, 23 Nisan, 1923 tarihinde başlar.. Masadaki, müzakerelerin ilk döneminden kalmış, halledilmeyi bekleyen konulardan biri de Yunanlılardan talep ettiğimiz harp tazminatıdır. Yunanlılar tazminat ödeme şartına direnmektedirler. Üzerimizde baskı uygulamak amacıyla Trakya’ya asker sokma tehdidinde bulunurlar. Trakya’da, o sırada yürürlükte bulunan ve Trakya’da en fazla 10,000 jandarma bulundurmamıza izin veren Mudanya Mütarekesi’ne uygun olarak, sadece 7 – 8,000 arasında jandarmamız görev yapmaktadır. Yunanlılar ise daha konferansa ara verilmeden, Ocak ayı içinde, sınıra 50,000 civarında mevcutlu sekiz tümen yığmış durumdadırlar.

– Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde tümen ve kolordu komutanlarımızın yaptıkları hatalar olmasa Yunanistan’ın Meriç boyuna yığdığı bu sekiz tümenlik gücü bir araya getiremeyeceğini de asker kökenli askeri tarihçilerimizden öğreniyoruz. Bu hatalardan faydalanan en az dört Yunan tümeni kuzeye, Bursa üzerine, çekilerek Mudanya’dan gemilerle tahliye ediliyorlar ve burunları kanamadan Yunanistan’a ulaşıyorlar.

‘Atatürkçü tarih’ ise bunları görmezden gelir, kendi vatandaşı olan ‘biz sivil koyunlar’a, kendi zaferimizi dahi çarpıtarak, bir efsane havasında anlatır. Bu da göstermeye çalıştığım ‘Atatürkçü hipnoz’un başka bir yüzüdür. Çünkü ‘Büyük Dahi’nin yönettiği bir savaşta eksik, kusurlu, yanlış harekat yapılmış olamaz!

Çeşitli hatalarımız sonucunda elimizden kurtulan bu Yunan tümenleri ‘Büyük Dahi’ (bu kitap yazarının kullandığı tabirdir) Fevzi Paşa’nın önerisi yerine İsmet Paşa’nın önerdiği hareket tarzını onayladığı için takip edilmemişlerdir. Sorumlu Büyük Dahi’yi yanıltan İsmet Paşa’dır! Çünkü ‘Büyük Dahi’ hiçbir kararında kusurlu olamaz! (1) –

İşte o sıralarda Ankara Hükümeti, Trakya’daki birliklerimizi güçlendirerek Yunan tehdidini dengelemek amacıyla, Tekirdağ Limanı’na gizlice 30 adet top sevk etmek ister. Bir İngiliz harp gemisi bu topları taşıyan gemiyi Marmara’da yakalar. İngilizler toplara el koyarlar.

Bunun üzerine İsmet Paşa, konuyu gündeme getirerek, İngiltere’nin Lozan’ın ikinci dönemindeki Baş Temsilcisi Rumbold’dan, topların iadesini talep eder. Rumbold, “Olmaz” der. İsmet Paşa ısrar eder. Rumbold köpürür ve “O toplar sizin değildir” der. İsmet Paşa “Bizimdir” der. Rumbold diplomatik sınırları geçerek der ki: “O toplar Mondros mütarekesi uyarınca tarafımızdan muhafaza altına alınmıştı. Oradan çaldınız. Siz hırsızsınız!”. İsmet Paşa çileden çıkar. Sinirden eli ayağı titremeye başlar. Kendisini zorlukla kontrol eder. Renk vermez. Konferansın yarım kalmasından çekinerek söylemek istediklerini söylemez. Kendini toparlar. Topların iadesini talep etmeye devam eder.

Bu sahneyi nakleden Lozan’daki Türk Heyeti’nin İkinci Delegesi, Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur şöyle devam ediyor:

“Rumbold’un dediğini anlatayım: Sözü doğru. Mütareke olunca, Müttefik Devletler Türkiye’nin silahlarını toplatmış, tahrip edebildiklerini etmişler, diğerlerini depolara doldurmuşlar. Bir kısmını İngiliz, bir kısmını Fransız askerleri nöbet bekleyerek muhafaza ediyorlardı. Milli hareket harpleri zamanında İstanbul’daki teşkilat İngiliz ve Fransız zabitlerine para veriyor, buradan silah aşırıyorlar, Anadolu’ya gönderiyorlar. Bu zabitler para mukabilinde bizim bütün silahlarımızı hırsızlama suretiyle bize vermişlerdi. Hatta İngiliz kumandanı General Harrington’un yaverine de para vererek onlardaki silahları aşırmıştık.

Dilimin ucuna da geldi… Hemen, “Hırsız biz değil sizsiniz. Çünkü mal bizim. Cebren eşkiya gibi malımızı müsadere ettiniz. Sonra da zabitleriniz depolardan çalıp çalıp bize sattılar. Hem de sizin hırsızlığınız katmerli” diyeyim. Fakat hiç söyler miyim? Sonra çıksın, Rumbold’un maksadı hasıl olsun. Adamın gayesi apaçık… (2)

“Müttefik depolarından aktarılan silahların tamamı bu yöntemle alınmıştır, bizim teşkilatımız riske girmeden bakkaldan peynir alır gibi bu silahları temin etmişlerdir” demiyorum. Ama top gibi ağır silahlar ve İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı’nın yaveri gibi kritik mevkideki subaylar söz konusu olduğunda işin başka yönlerinin da bulunduğu ortaya çıkmıyor mu?

Dünkü yazımda bahsettiğim ve link verdiğim Yunan belgeleri de bu silah ve cephane akışına gösterdikleri müsamaha nedeniyle Yunanlıların İngilizler’e ettiği sitemi yansıtmıyor muydu? Yunan istihbaratının haberdar olduğu bu akışdan İngiliz İstihbaratının haberdar olmaması beklenebilir mi?

Bizim gizli örgütümüz kurnaz da İngilizler mi saf? Burada açıkça bir göz yumma, bir yumuşak davranma, yol verme olduğu akla yakın değil mi? Aynı İngiliz bizi düşman gördüğü Filistin Cephesi’nde bize silah satmış mı? Ya da Kurtuluş Savaşımızda bize silah satan Yunan Subayı çıkmış mı? Çünkü onlar o anda gerçekten düşmanımız. Halbuki yukardaki örnekten de anlaşıldığı gibi, İngiltere resmen Yunanistan’ın arkasında dursa da, derin İngiltere dünya dengelerinin değiştiğini okumuş, Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türk milli direnişinin ezilmemesi için ipi gevşetiyor. Olay ortaya çıksa, “Haberimiz yok, bazı subayların kişisel kusuru, ihmali olmuş olabilir” deyip işin içinden sıyrılacak.. Hatta belki de sırf bu sebeple, yani siyasi bir kararla verildiği belli olmasın diyerek, emirle değil de kişisel rüşvetle verilmiş süsü vermek amacıyla bile para almış olamaz mı İngiliz istihbaratçıları?

Yoksa tüm silahları yurt dışına çıkartmak, hiç olmadı hepsini imha etmek, o kadar zor muydu Müttefikler için?

Burada da görünmüyor mu İngiliz’in tarihimize – hem de Yunanistan’a karşı dövüşürken bizim lehimize olacak şekilde – dokunan kalemi?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

(1)
Em. Tüm. Gen. Celal Erikan – ‘Komutan Atatürk’. T. İş Bankası Kültür Yayınları. I. Baskı: 1964

(2)
Dr. Rıza Nur, Joseph J. Grew – ‘Lozan Barış Konferansı’nın Perde Arkası’. Örgün Yayınevi. I. Baskı 1994

– d e v a m e d e c e k –

Also read...

Comments are closed.