Tevfik İzmirli – İstanbul’un işgal yılları.. Yakın tarihimizde Batı’nın fırça darbeleri… – V. Bölüm –

Merhabalar,

Bugün, yakın tarihimizde Batı’nın fırça ve kalem izleri konusuna yeni bir soruyla devam ediyorum.:

III. Soru
Mondros Mütarekesi’nin (ateşkes anlaşması) ertesinde İstanbul’un Müttefiklerce işgali nasıl bir işgaldir?

I. Dünya Harbi bitmiş. Yenilmişiz. Ateşkes anlaşması yapılacak. Anlaşmanın yeri Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli bulunan İngilizlerin Agamemnon zırhlısı. – Agamemnon 18 Mart, 1915’de Çanakkale’ye saldıran ama ağır kayıplar sonucunda perişan olup çekilen müttefik donanmasında görev almış ve 18 Mart gününü aldığı ağır yaralarla hizmet dışı kalarak kapatmış bir zırhlı. Seçiminde sembolik bir intikam işareti de var. – Tarih 30 Ekim 1918. Müttefik heyetinin başında Müttefik Kuvvetler Akdeniz Donanması Komutanı Amiral Calthorp, Osmanlı heyetinin başında ise Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) var.. Detaya girmeye gerek yok. Rauf Bey sonradan pişman olacağı bu anlaşmayı, Amiral Calthorp’un sözlü garantilerini de dikkate alarak imzalıyor. – Burada Kenan Evren’in, NATO Avrupa Başkomutanı olduğu yıllarda tanıdığı General Alexandr Haig’in sözlü garantisine inanarak Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüş vetomuzu kaldırmasını hatırlamamak elde değil. Askerlerimizin dünyayı anlama konusundaki sıkıntıları nesilden nesile geçmiş –

İlk Müttefik askerleri Mondros’un imzasından bir hafta sonra, 6 – 7 Kasım 1918’de İstanbul’a çıkarlar.
Asıl işgal gücü 55 gemilik büyük bir donanma ve 3,500 asker ile 13 Kasım günü Çanakkale yoluyla İstanbul’a vararak Boğaz’a demir atar. Tam o günlerde Suriye Cephesi’ndeki görevinden İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa’nın gördüğünde “Geldikleri gibi giderler” dediği bu donanmadır.

Fiilen 1918 yılının Kasım ayında işgal altına düşen İstanbul’un bir de resmen işgal tarihi vardır: 16 Mart, 1920.
Yani resmi işgal, fiili işgalden onaltı ay sonra başlamıştır. İngiliz kuvvetlerinin Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak askerlerimizi şehit ettikleri kara gün bugündür.

İstanbul ancak 6 Ekim, 1923’de, Lozan’da kabul edilen şarta uygun olarak, yani Lozan antlaşmasının Meclis’de onaylanmasından altı hafta sonra, bu işgalden kurtulur. İşgal dönemi yaklaşık beş yıl sürmüştür.

İşgalin başladığı tarihde Rusya’da Kızıllarla Beyazlar arasındaki iç savaş, tüm cephelerde bütün şiddeti ile sürüyordu. İngilizler’in Beyaz Ordu’nun komünist ihtilali söndüreceği yönündeki ümitleri hala canlıydı. İngiliz politikasında, önceki yazılarımda değindiğim, Sovyetler Birliği korkusuna bağlı olarak ortaya çıkan Türkiye lehine kırılma henüz yaşanmamıştı. Kızıl Ordu henüz ülkeye hakim değildi. Kendi derdindeydi. Henüz Kafkasya’da Rus kuvveti yoktu.

Dolayısı ile bu dönemde İngiliz işgal kuvvetlerinin Türkiye yanlısı bir tutum izlemesi gerektiren bir sebep mevcut değildi. Zaten böyle bir icraatlarını da görmüyoruz. Ne zamana kadar? Ta ki, General Vrangel Ordusu’nun Kızıl Ordu önünde perişan olarak 1920 sonlarında Kırım üzerinden İstanbul’a sığınmasına kadar. Zaten Beyaz Ordu’nun bu büyük çöküşü, Kızıl Ordu’nun çığ gibi Kafkaslar’a inmesi İngiliz politikasını değiştirecektir. Buna değinmiştim.

Buna rağmen Müttefik işgali hakkındaki sorularım olacak:


1.
Milli kurtuluş hareketimizin ne kadar kahramanı varsa, bu işgal günlerinde İstanbul’dalar.

Başta Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Albay İsmet Bey (İnönü) ve diğerleri. Buluşuyorlar, konuşuyorlar.. Anadolu’ya ilk geçen komutanımız Kazım Karabekir, Anadolu’ya geçtiği Nisan 1919’a kadar, Anadolu’ya ikinci geçen komutanımız Mustafa Kemal ise Anadolu’ya geçtiği 15 Mayıs, 1919’a kadar hep İstanbul’dalar.

Mustafa Kemal İstanbul’da bu şekilde altı ay geçiriyor. Harbiye Nazırı olma girişimleri, politik temasları hep bu dönemde. En kısa kalanları Karabekir. İstanbulda sadece 134 gün kalıyor. Onun kafası net. “Boşuna politik çözüm aramayın, burada İngilizlerin dibinde kalıp riske girmeyin, hemen Doğu’ya gelin mücadeleye başlayalım” diyen, Karabekir. 28 Kasım, 1918’de döndüğü İstanbul’dan, kendisini Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanlığı’na tayin ettirmiş olarak 12 Nisan, 1919’da, Gülcemal Vapuru ile, Trabzon’a doğru yola çıkıyor.

Siz müttefik işgal güçleri komutanı olsanız, bu generallere yönelik tedbir almaz mıydınız?
Bir kere ilk yapacağınız iş olarak mesela, albaydan yukarı rütbeli tüm askeri personeli emekli edip üniformadan ve rütbeden arındırmayı düşünmez misiniz? Ardından bu durumdaki tüm subayları ya ülke dışına sürgüne yollayıp, ya da – doğrudan hapse atamıyorsanız – ev hapsine alıp tecrit etmez misiniz? Bir tane tutuklama yok. Allah’dan ki yok.. Ama yok..

2.
Osmanlı’nın Genel Kurmay Başkanlığı da Savunma Bakanlığı da faaliyette.

Son zamanlara kadar tayinler, terfiler yapıyorlar. Anadolu’daki Kolordularımız ile haberleşiyorlar. Anadolu’da başlayacak olan direnişe uygun tayinleri çıkarıyorlar. İstanbuldaki askeri varlığımız, İngilizlere belli etmemeye çalışarak, Milli Mücadelemize tam destek veriyor. Karabekir’i de, Mustafa Kemal’i de Anadolu’da görevlendirilmelerini sağlayanlar bu teşkilatlarımız. Zamanı gelen Anadolu’ya geçiyor. En son geçenler İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak.

O kadar ki, İngilizler Mustafa Kemal’in Anadolu’ya ne niyetle yollandığından şüphelenip hükümete nota verdiklerinde Sadrazam Vekili İngilizlere Mustafa Kemal’in geri çağrılmasını talep ettikleri için teşekkür ederken, Anadolu’daki hareketin arkasında Harbiye Nezareti’nin bulunduğunu söyleyebiliyor. Ama aynı anda Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa (Çobanlı) ise Mustafa Kemal ile şifreli telgrafla haberleşmektedir.

Siz müttefik işgal güçleri komutanı olsanız, buna yönelik tedbir almaz mıydınız?
Savunma Bakanlığı’nı ve Genelkurmay Başkanlığı’nı hemen lağv edip geriye mesela cılız bir Jandarma Komutanlığı bırakmayı düşünmez miydiniz? Veya I. Dünya Savaşı’ndaki müttefiklerimiz Almanların en üst düzeyde yaptıkları gibi doğrudan doğruya kurmay subaylarınızı Genelkurmay’ın içine sokmayı düşünmez miydiniz?

Kazım Karabekir’in günlüklerinden öğreniyoruz ki; Karabekir, Mustafa Kemal’in Samsun’a ne amaçla tayin edildiğini biliyor. Günlüğüne, ‘Mustafa Kemal Paşa bugün Samsun’a çıktı. Muvaffak olacaktır inşaallah’ yazmış. Herşeyden bilgisi olduğu açık. ‘Derin Devlet’imiz işbaşında. Zaten Mustafa Kemal Anadolu’ya Ordu Müfettişi olarak tayin edildiğinde Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunda Fevzi Paşa (Çakmak) oturuyordu. Aynı Fevzi Paşa İstanbul’un resmen işgaline kadar ise Harbiye Nazırlığı yapacaktı.

Atatürkçü tarihçilik, son yıllara kadar Mustafa Kemal’in Anadolu’ya İngilizler’den gizli geçtiği yalanını yayardı. Belgeler ortaya çıktıkça sesleri kesiliyor. Artık kendisinin ve karargah personelinin ellerinde kapı gibi İngiliz vizesi olduğunu biliyoruz. Vizenin aslı bulundu ve yayımlandı. Bindikleri Bandırma Vapuru’nun da öyle pusulasız ve hurda bir gemi olmadığını, o anda İstanbul’da bulunan en düzgün durumdaki posta vapuru olduğunu Atatürkçü tarihçilerimiz bile artık yazıyorlar. Zamanın ve belgelerin ortaya çıkaramayacakları gerçek yok. Sadece sabır meselesi. Bizim neslimizin ömrü görmeye yetmese de bu büyük sis perdesi mutlaka kalkacak. Gelecek nesiller Atatürk’ün kendi soytarılarına yazdırdığı bu Karagöz – Hacivat tarihini okumaktan kurtulacaklar.

3.
16 Mart, 1920’deki resmi işgali tetikleyen de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının Misak-ı Milli’yi onaylaması.

Kasım 1919’da tüm memlekette seçimler yapılıyor. Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin adayları pek çok vilayetimizden seçiliyorlar. Bunların çoğu Ankara’ya uğrayıp Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile görüştükten sonra İstanbul’a geçiyorlar. Meclisi- Mebusan, 1920 Yılının 12 Ocak günü İstanbul’da açılıyor. Bizim Millicilerin gurubuna Felah-ı Vatan gurubu deniyor. Başlarında Ankara’dan gelen Rauf Orbay var.. Millici gurubun Anakara’nın arzusuna uygun girişimi ile ‘Misak-ı Milli’ Osmanlı’nın bu son Meclis-i Mebusan’ı tarafından 28 Şubat, 1920 günü kabul ve ilan edilince, İngilizler işgali resmi bir hale sokuyorlar. Meclis-i Mebusan’ı basarak dağıtıyorlar. Rauf Orbay dahil, bir çok kişiyi tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar.
Ne zaman? İstanbul’a asker çıkardıkları tarihten onaltı ay sonra.. Günaydın!

Bir de şu nokta var: Meclis-i Mebusan’ın Müttefiklerce dağıtılması Ankara’da sevinçle karşılanıyor. Çünkü İstanbul’da meşru bir Osmanlı meclisi faaliyet gösterirken Ankara’da yeni bir meclis açmaya cesaret edilemiyor. Halk nezdinde bu yeni meclis açma teşebbüsünün Padişah’a baş kaldırmak olarak algılanacağından korkuluyor. O sıralarda Milli Mücadele’nin halk desteği kazanmasında en önemli sebeplerden biri ‘Vatan toprakları ile birlikte, aynı zamanda Halife olan Sultan’ın kurtarılması”. Müttefiklerin bu hareketi Ankara’nın dualarının kabulu gibi. Hemen harekete geçiliyor. Kaçabilen mebuslarımız Ankara’ya geçiyorlar ve hemen 23 Nisan, 1920’de Millet Meclisimiz bu mebuslar ve Anadolu’dan yeni katılanlarla açılıyor. Ankara’da toplanan Meclis, kapatılan meclisin işgal altında olmayan bir şehrimizde toplanması. Zaten ilk görüştüğü kanun, İstanbul’daki son toplantısında görüşmesi yarıda kalan kanundan başkası değil. Bu hareketle de devamlılık ve süreklilik vurgulanmış oluyor.

Bu, I. Meclis. Milli Mücadeleyi yürüten ‘Gazi Meclisimiz’. Mustafa Kemal tarafından oluşturulan güdümlü II. Meclis’e yerini bırakıncaya kadar görev yapacak. 1950 Yılına kadar bir daha bu kadar özgür bir meclisimiz olmayacak.

4.
İstanbul’dan Anadolu’ya subay ve mühimmat akışı devam ediyor.
Önceki yazılarımda değindim. İstanbul’daki depolardan top bile alınabiliyor. Subaylara gelince, Osmanlı Ordusunda subay olup da Milli Mücadele saflarına katılmak istemiş ve Müttefiklerin engellemesiyle katılamamış tek bir subayımız yoktur. Ama İzmit üzerinden, ama Bursa üzerinden Ankara’ya geçebiliyorlar. Yollar tehlikeli. Milli Mücadele karşıtı çeteler var. Ama Müttefiklerin işgali altındaki İstanbul’da serbest oldukları için, gizlice de olsa, bir şekilde şehri terkedebiliyorlar. İstanbul’dan çıktıktan sonra, ‘Millici Çeteler’ tarafından oluşturulmuş ulaşım zinciri bunları Eskişehir’deki tren hattına kadar ulaştırıyor.

Genelkurmayımız çalışıyor, Savunma Bakanlığımız çalışıyor. Tayinler, terfiler, maaş ödemeleri yapılıyor. Komuta kademesinde bir tasviye söz konusu değil. Osmanlı’nın kurmay heyeti sanki mola almış, dinleniyor, hazırlık yapıyorlar.. Cephelerden yeni dönmüş generallerimiz serbest. Silahlar, cephaneler kaçırılıyor. Seçimler yapılıyor, meclis toplanıyor. Yapılan seçimler bu meclisteki çoğunluğun millicilerin eline geçmesine imkan verecek kadar serbest… Aslında 1950 yılına kadar göreceğimiz ilk ve son baskısız seçim bile diyebiliriz..

Allah bir daha değil işgal göstermek, işgalin adını bile duyurmasın ama “bu kadar yumuşak, bu kadar medeni, bu kadar müsamahalı, deyim yerindeyse ‘kevgir gibi’ bir işgal idaresi – hele Yunan’ın İzmir işgali ile karşılaştırınca – dostlar başına” desem, haksızlık olur mu?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

– d e v a m e d e c e k –

Also read...

Comments are closed.