Tevfik İzmirli – Libya’da fena çuvalladık.. Küçük düştük..

Merhabalar,

Ne kadar üstünü örtmeye çalışsalar da, maalesef hükümetin Libya politikası en azından şu an itibarı ile karaya oturmuş bulunuyor..

Hatta, sadece Libya politikası değil, genel olarak dış politikada yaratmak istedikleri ‘bölgesinde oyun kurucu aktör’ imajı bile yara almış olabilir. Zamanla anlayacağız..

İşe başarılı tahliye operasyonları ile başladılar ama bu operasyonel başarıyı uluslararası stratejik düzlemde sürdüremediler.

Hükümetin uyguladığı Libya politikasının tahliyeler sonrasında yürütülen kısmını en sıradan – aptal dememek için sıradan diyorum – bir insan bile uygulayabilirdi. Çünkü ortada içi boş bir kardeşlik söyleminden başka elle tutulur bir eylem bir yana, bir politika, söylem, girişim, duruş, görüş bile yok..

Bir yerde büyük bir körlük / değerlendirme hatası / boş bulunma veya basiretsizlik yaşanmış olduğu belli. Ama ne yaşandı, neden yaşandı? Bunu şimdilik bilemiyoruz.

İki gündür hem Başbakanımızın, hem Dış İşleri Bakanımızın ağzından Libya hakkında çıkan her sözü dikkatle izliyorum.

Özet olarak şunu söyleyebilirim: Her ikisi de boş konuşuyorlar.. Hem de bomboş..

Söyledikleri laflar dönüyor dolaşıyor şunların tekrarını geçemiyor:
“Olaylar buraya varmadan, kan dökülmeden çözülsün isterdik” – Ben de isterdim..
“Libyalı kardeşlerimize silah doğrultmayacağız..” – Ben de doğrultmak istemem..
“Bizim için Libya’nın yer altı zenginlikleri değil, insanların hayatları önemlidir..” – Benim için de öyle..
“Hangi taraftan olursa olsun, her Libyalı kardeşimizin canı bizim için azizdir..” – Benim için de azizdir..

İyi.. Aferin.. İnsanın “Bu kadar anlamlı konuşmasaydınız.. Biraz da boş konuşun..” diyesi geliyor..

Benim gözüme takılanlar şunlar oldu:

1.
Meğer Başbakanımız Mart başından beri Kaddafi’ye, oğluna ve Başbakan’ına telefonda defalarca “Bırakın, çekilin, yapmayın, etmeyin..” dermiş. Bunu bombardıman başlamadan açıkladın mı? Hayır.. Ne zaman söylüyorsun? 21 Mart akşamında.. Geçmiş olsun..

Halbuki resmi – ya da gerçek diyelim – görüşümüz bu idiyse, bunu dünya kamuoyu önünde yüksek sesle söyleyebilirdin.. ‘Bu işin sonu kötüye gidiyor, kan dökülecek, sizi oradan zorla atacaklar, bunu fırsat bilip Libya’yı parçalamak isteyenler dahi çıkabilir, gelin bu inattan vaz geçin.. Size şerefli bir çıkış ayarlamaya çalışalım.. Bakın bu son ikazımdır.. Yoksa olacaklardan biz sorumlu olmayız..” gibi demeçlerin olurdu.. Şu anda da lafı çiğnenmiş durumda değil, tam tersine en akıllı uyarıyı yapmış ama lafı dinlenmemiş devlet durumunda olurduk..
Ya da asıl görüşün bu yönde değildi.. O takdirde şimdi konuştuklarının bir hükmü yoktur. Hiç söyleme o zaman..
Kısaca söylemdeki çelişkiyi açıklamanın mantıklı bir yolu yok. Zırva tevil kaldırmıyor..

2.
Kabul, Kaddafi çatlak bir diktatör, ailece iğrençler, ama her halkı ayaklanan rejim ülkeyi bırakıp gitmek zorunda mıdır?

Eğer öyleyse, Bahreyn’i yönetenler neden gitmiyorlar? Yarın Suud’da muhalifler ayaklansa, onlara da destek verilecek mi? Hangi muhalifler haklıdır? Hangi muhalefet özgündür, hangisi dış desteklidir? Dış destek almak kimin için ayıptır, kimin için meşrudur? Bu soruların hiçbirinin objektif bir cevabı yoktur. Mahkemede değiliz. Kurtlar sofrasındayız.

Yoksa yarın aynı güçler ufak bir ayaklanma tertip edip – ki bunun ilk işaretleri görülmeye başladı bile – Suriye’nin kapısına dayandıklarında Esad’a “Haydi git artık..” diyemeyiz diye mi Kaddafi’ye sessiz kaldık?

Acaba, “Yarın, öbür gün Diyarbakır’da kitlesel gösteriler başlarsa, büyük çapta sivil itaatsizlik eylemleri sahneye konursa, bu kalabalıklar diyelim ki Vilayet Konağı’nı ateşe verirse, aynı senaryo bize de uygulanabilir” diye mi korkuyoruz? Bu yüzden mi Kaddafi’ye açıkça ‘Git artık’ diyemedik.

O zaman, evi camdan olan komşunun evine taş atmayacak. Daha halkının önemli bir kısmının haklarını tanımamış bir devletten bölgesel güç olmaz.. “Sen önce kendi haline bak” dediklerinde verecek cevabın olmalı.. Halkına Atatürkçü gibi davranıyorsan, dış politikan da Atatürkçü olacak. Tavşan pisliği gibi ne kokacaksın, ne bulaşacaksın.. Fakirliğe razı gelip içine kapanıp büzüleceksin. Hiç bir konuda Batı ile zıtlaşmayacaksın.. Ne istedilerse zaten fazlasıyla vermiş olacaksın.. Bunun adına da ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ diyeceksin.

Yok, kişilikli dış politikaya özeniyorsan, “Benim de sözüm geçmeli” diyorsan, buna uygun ekonomik, askeri, sosyal, siyasi alt yapın olacak. Siyasi alt yapı dendi mi, aklına Kürt hakları gelsin..

3.
CNN’de Davutoğlu’nun uzun TV sohbetini dinlerken, hem kendisinin hem de Başbakan’ın son günlerdeki seyahat trafiğinden insanın başı dönüyor.. Bizimkiler sanki aleme nizam verme çabalarından Libya’ya konsantre olamamışlar. Mesela Başbakan harekat başladığında Arabistan’da.. Bir türlü ziyareti kesip dönemiyor. Fahri doktora törenleri, vs.. Ülkeye gelip brifing alması 21 Mart akşamını buluyor.. Harekatın başlamasından kırksekiz saat sonra alınan bir brifing söz konusu..
Davutoğlu deseniz, gurur içinde uğraştığı değişik konuları sayarken insanın yine başı dönüyor ama bu arada Libya’da devre dışı kalmışız..

4.
Davutoğlu, açıkça “Çuvalladık, boş bulunduk, öngöremedik, Batı’lı güçler bizi by-pass ettiler.. Mosmor olduk..” diyemediği için, ballandıra ballandıra Bingazi Başkonsolosumuzun tahliye esnasında yaptığı kahramanca çalışmaları anlatıyor.. Mutlaka yapmıştır. Kendisi mutlaka kahraman bir diplomatımızdır. Ama Hocam, Allah aşkına, geç bunları, geç.. Karşında iki Dünya Savaşı’ndan da galip çıkmış devletler var.. Libya yanıyor. Gümbür gümbür bombalıyorlar. Bizi toplantıya davet bile etmemişler. Oldu bittiye getirmişler. Adeta “Yersen! Sen kimsin ki?” diyorlar. Sen Başkonsolosumuzun kahramanlığını anlatıyorsun.. Değirmeni sel götürmüş.. Değirmenci şaşkınlıktan değirmen taşının ‘dingildek’ denen çıngırağını ararmış.. Seninki o hesap..

5.
BM’den Güvenlik Konseyi Kararı çıktığında, olay daha NATO’ya gelmeden, senin Başbakan’ın hemen “Ne işi var NATO’nun Libya’da?” diye demeç verirse, eloğlu deli midir ki konuyu NATO’ya taşıyıp senin vetonla uğraşsın? Zaten seni devre dışı bırakıp dersini vermeye bahane arıyorlardır.. Al şimdi gör bakalım ne işi varmış NATO’nun Libya’da..
Demeçteki zamanlama hatasına bakar mısınız? Değerlendirme hatasına bakar mısınız? Bunu duyan da ‘Adamların mecburi istikameti NATO’ydu’ zanneder. Eh o gediği de Başbakan kapattı. Tehlike yok demektir. Vah, vah, vaah!

6.
Ayın 19’u.. Kaddafi’nin tankları Bingazi’nin kenar mahallelerine kadar yaklaşmış.. Bizimkiler hala hümanist söyleme devam ediyorlar.. Tavır belirliyemiyorlar. Bu durumda akla bizim gizli Kaddafi’ci olduğumuz geliyor.. Tamam Fransa’nın, Sarkozy denen palyaçonun asıl niyeti başka olabilir, dış güçlerin müdahalesi muhalifleri ‘düşmanın işbirlikçileri’ durumuna itebilir ama o tanklar bombalanmasa ne olacaktı? Böyle Ecevit tipi naif humanizmin kime faydası olur?

7.
Güvenlik Konseyi Kararı’nı etkilemeye gücün yetmez diyelim. Peki, neden karar çıkar çıkmaz dünyayı ayağa kaldırmıyorsun? Neden “Bu karardaki ifadelerin ucu açık. Kesin sınırlar çizilmemiş. Bu karara dayanarak yapılacak bir harekat her türlü istenmeyen sonucu doğurabilir. Harekatın planlaması mutlaka meşru bir zeminde ve benim katılımımla yapılmalıdır, aksi halde çok ciddi siyasi tavır alırım” demiyorsun? Senin için Libya konusu gerçekten bu kadar önemli ise, neden açık bir şekilde nelere karşı olduğunu belirtip, bunlara uyulmazsa ne tavır alabileceğini söylemiyorsun? Neden NATO’yu acilen toplantıya çağırmıyorsun? Bir de aksine “Ne işi var NATO’nun Libya’da?” diyorsun? Bu çıkışları yapmış olsaydın, seni by-pass ederek yaptıkları harekatı protesto etme hakkın olurdu..
Şimdi hem kenarda bırakıldık, hem ne dediğimiz anlaşılamadı..

8.
Şu lafı belki kırk yerde okumuşumdur, geçen hafta bir Amerikalı bakanın ağzından tekrar okudum: “Dış politikamızın en güçlü dayanağı silahlı kuvvetlerimizdir”.
Bir de şu laf var: “Arkasında güç olmayan dış politikaya blöf denir”.
Bizimkiler, sanki ‘silahların ortaya çıkma ihtimali yokmuş da güç kullanılınca büyük bir sürpriz olmuş” havasındalar.
Çok hoş gerçekten.. Eğer işin içine silahların girmeyeceği garanti ise, ben de Dış İşleri Bakanlığı’na talip olabilirim, demektir. Devamlı müzakere edeceksin, konuşacaksın, görüşeceksin.. Biraz sıkıcı ama fena bir makam değil.. Sonra silahlar patlayınca başlayacaksın Başkonsolos hikayeleri anlatmaya.. İyiymiş..
Bu olay dünyadaki güç ilişkilerine sadece “Soft Power, Türk dizilerinin etkisi, rol modeli..” penceresinden bakan, darbeci generallere kızıp neredeyse “Askeri güce ne gerek var?” diyen Avrupa’cı liberal arkadaşlara da ders olur diye ummak istiyorum.

9.
Obama ile üzerinde mutabık kalındığı söylenen şartlar züğürt tesellisi bile değil. Konya’yı NATO AWACS’larına açmamıza, Aksaz Deniz Üssü’nü kullanmaya, Türkiye’nin tahsis edeceği iki fırkateyne kimin ihtiyacı var ki? Libya adamların kapı komşusu. Bunlar tamamen göstermelik, teselli planları. Ezip geçtiler, şimdi gönlümüzü almaya, Erdoğan’ın prestijini kurtarmaya çalışıyorlar..
Aslında dış politikamızda kafamıza bir çuval geçti..

9.
Koalisyon güçleri sanki Kaddafi’nin Tripoli civarındaki şehirleri ele geçirmesine göz yumuyorlar gibi. Tripoli’ye yakın bir kaç şehire saldıran Kaddafi güçleri tank ve zırhlı araçlar kullanıyorlar ve bunlara müdahale edildiği yönünde haberler duymuyoruz. Bu doğru ise Koalisyon’un amacı Libya’yı bölmek olabilir.
Kaddafi’ye, ya da onun yerine geçecek olanlara kalacak olan batı bölgesinde yapılan harekata müdahale etmiyorlar demektir. Çünkü hava sahasını kontrol eden, karşı tarafın hava savunma sistemini çökertmiş modern bir hava gücü için, arazideki tank demek bir kartal için yerdeki kuzu demektir. Bunlar elli tonluk çelik yığınları. Yer hedeflerine karşı ejderha gibiler ama havaya karşı acizler. Elektronik izleme uçaklarının ekranlarında tek tek yeşil noktalar halinde görünüyorlar. Uzaktan basılacak bir düğmelik canları var. Tabi, istenirse..

10.
Libya olayı NATO ile olan ilişkilerimizde bir dönüm noktası veya kırılma noktası olabilir. Sovyetler buharlaştıktan sonra, Libya olayı gibi bir olayda bile by-pass edilebiliyorsa, by-pass edenler bizim gibi kendisini NATO’ya bağlı hisseden büyük boy bir üyeyi de by-pass edebiliyorlarsa, “Bu örgüt bizi kimden koruyacak?” sorusu mutlaka gündeme gelecektir..
Kişiliğimiz, kimliğimiz belirginleştikçe aslında bizim ne AB’de ne NATO’da yerimizin olmadığı iyice ortaya çıkıyor.
NATO’ya Sovyetler Birliği korkusundan girmiştik. O anlaşılabilir ve doğru bir adımdı. Ama bugün? Putin’e bile ‘Haçlı Seferi’ sözünü söyleten bir Koalisyon’un başını çektiği bir NATO var.. Bizim yerimiz gerçekten burası mı?

11.
Çok çalışmamız, üretmemiz, büyümemiz, zenginleşmemiz lazım..
2023 hedeflerini tutturmamız lazım..
O günler gelene kadar büyük konuşmaktan kaçınmamız lazım..
İki trilyon dolarlık bir ekonomi haline gelinceye kadar hiç darbe yemeden, tökezlemeden ilerlememiz lazım..
Ya bunları başaracağız.. Ya da susup oturacağız..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Also read...

Comments are closed.