Tevfik İzmirli – Bu da Fransız kalemi.. Ordumuz Büyük Taarruz’a hazırlanırken, Ankara Antlaşması ile hızır gibi yetişen Fransız yardımı.. VI. Bölüm
Merhabalar,
Soru IV
Büyük Taarruza hazırlandığımız sırada, Ankara Antlaşması ile gelen Fransız yardımını nasıl yorumlamak lazım?
Ankara Antlaşması’nın tarihi 20 Ekim, 1921..
Kazım Karabekir Doğu Cephesi’nde Ermenistan’a karşı harekete geçiyor. 29 Eylül, 1920.
Zamanlama müthiş. Kızıl Ordu’nun galibiyetini gören İngilizler Kafkasya’dan çekilmiş ama Kızıl Ordu henüz sınırımıza dayanmamış. Ne erken ne de geç. Karabekir’in bu zamanlamayı Ankara’ya kabul ettirebilmek için neler çektiğini tüm detayları ile biliyoruz.
Karabekir’in 15. Kolordu’su arka arkaya yaptığı muharebeleri kazanarak Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı kurtarıyor.
Son olarak da Gümrü’ye kadar ilerleyip Gümrü Savaşı’nı da kazanınca Ermenistan barış istiyor.
Ermenistan ile barış görüşmeleri başlıyor. 22 Kasım, 1920.
Gümrü Anlaşmasını imzalıyoruz. 3 Aralık, 1920.
İmzadan bir gün sonra, henüz Gümrü Antlaşması onaylanmadan Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal ediyor.
Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması’nı imzalıyoruz. 16 Mart, 1921.
Bu antlaşmayla Batum’u ve Azerbaycan’ı Sovyetler’e bırakıyoruz. Bugünkü doğu sınırımız tanınıyor.
Sovyetler’in Milli Mücadelemiz’e nakit ve silah yardımı başlıyor. Aslında biz savaşı stratejik olarak bugün kazanmış oluyoruz. Bundan sonraya kalan, gereken gayreti gösterip Yunan’ı denize dökmek.
9 Haziran, 1921’de Fransa, eski dışişleri bakanlarından Henry Franklin-Bouillon’u, gayri resmi olarak, Ankara’ya yolluyor.
Bu hangi Fransa? 1920 yılında Güney Cephemizde, Ermenilerden oluşturduğu birliklerle, Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş ve Adana’da Türk kanı döken saldırgan Fransa.
İnsanın “Hay Allah senden razı olsun Lenin!” diyesi gelmiyor mu?
Ardından başlıyor Fransız yardımı. Evet Sevr’de Türkiye’yi paylaşanların arasında bulunan, Güney Cephesi’nde Türk kanı döken, Lozan’da da karşımızda oturacak Fransa Kurtuluş Savaşı’mıza yardıma başlıyor.
Fransızlar’dan lokomotif, ray, demiryolu için kömür almaya başlıyoruz.
Bu yardımın Sakarya Savaşı’ndan muzaffer ama yıpranmış olarak çıkmış, önünde Büyük Taarruz’a kadar bir yıldan az zaman kalmış ordumuz için ne kadar önemli olduğuna ‘Behiç Bey’in, Mütareke Dönemi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki hizmetleri.. II. Bölüm’ başlıklı yazımda değinmiştim.
Bu yazımdan bir alıntı yapıyorum:
Trenlerde odun kullanımının sakıncaları
Bir kere odun hacmen çok yer kapladığından, trenlerde askere ve mühimmata ayrılacak yer azalıyordu. İkincisi odunun buhar verimi düşük olduğundan trenler yokuşları çıkmakta zorlanıyor, hatta bazen yokuşun ortasında kalıyorlardı. Bu da nakliyat süresini bazen üç katına kadar arttırıyordu. Üçüncüsü, bir ileri harekat yapılacaksa odunun önceden ve hat boyuna depolanması gerekecekti ki bu da düşmanın ileri harekattan haberdar olmasına yol açacaktı.
1922 yılının Mart ayı geldiğinde cephede yaşanan hareketlilik günlük odun tüketimini 250 tona yükseltti. Gerçek tarruz ve harp başladığında bu rakamın 600 ton oduna ya da 100 ton kömüre fırlayacağı hesaplandı.
Yunanlılar ve İngilizler yoldaki gemilere el koyunca Zonguldak kömürünü Fransız gemileri taşıyor..
Zonguldak kömürlerini işleten ‘Osmanlı Kömür Şirketi’ ile iki ay içinde 8,000 ton kömür almak için anlaşma yapılır. 15 Şubat, 1922′de Fransız bandralı Espuvar gemisi yola çıkar. Yunanlılar bu gemiyi Ege Denizi’nde yakalayıp Pire limanına çekerler ve kömürü oraya boşaltırlar. Bu haberi veren İstanbul’daki Fransız komutanı General Pelle idi.
Ardından 2,750 ton kömür ile ikinci gemi yola çıkar Onu da daha Boğaz’a girmeden İngilizler yakalarlar. Gemiyi İstanbul’a çekip içindeki kömürü çok düşük bir fiyatla halka satarlar.
Behiç Bey gemilerin Adana’daki Fransız demiryolu işletmesi için kömür taşıdığını gösteren belgeler düzenlenmesini talep eder. Bunun üzerine Ararat isimi bir Fransız gemisi, içinde bir Fransız subayı ile Osmanlı Bankası ve Fransız şirketi adına yola çıkarılır. Bu gemi sağ salim 1,270 ton kömürü Şubat ayının sonunda Mersin Limanı’na getirir. Bu geminin boşaltılması parasızlık yüzünden aksar. Sonunda Osmanlı Bankası’ndan borç alınarak konu halledilir.
Ardından Rusya isimli ikinci bir Fransız gemisi de aynı şekilde 2,500 ton kömürü getirince demiryollarının kömür sıkıntısı atlatılmış olur.
Behiç Bey lojistikten sorumlu olduğu için, Fransızlardan temin edilen malzelerden sadece kendi alanına girenleri sayıyor. Fransızların çekilirken teslim ettikleri silahlar ve cephane bunun dışında. Ayrıca, Fransa’ya gönderdiğimiz bir satın alma heyeti vasıtasıyla edindiğimiz silah, mühimmat ve kamyonlar var. Bunların arasında 1,500 adet hafif makineli tüfek, bunların 2,750 sandık cephanesi, 200 adet Berliet kamyonu da sayabiliriz. Bu teçhizatın bedeli Sovyet altınları ile ödeniyor.
Fransa’nın bu dönüşünün arkasında hangi sebepler vardı?
Dört tane sebep sayacağım. Her sebebi de altına, Dr. Hülya Baykal’ın ‘Kurtuluş Savaşında Türk – Fransız İlişkileri ve Türk Dostu Bir Fransız: Albay Mougin’ isimli çalışmasından bir alıntı vererek destekleyeceğim.
1.
Önce, kuşkusuz özgürlüğümüzün Güney Cephesi’nde de kanımızla ödediğimiz bedeli gelir..
“Kilikya, Antep, Urfa, Maraş direnmeleri üzerine buraları kaybedeceğini anlayan Fransa…..”
2.
Moskova Antlaşması ile başlayan Türk – Sovyet dostluğu ve Sovyet yardımı İngiltere’nin olduğu kadar Fransa’nın da gözünü açmıştır. “Türkiye sıkıştığı köşeden kurtulabilmek uğruna Bolşevikliği kabul ederse, bunun daha büyük plandaki sonuçları neler olur? sorusunun olası cevapları Fransa’yı da kendine getirmiştir.
“….Ankara’nın Moskova’da bir antlaşma imzalamasının aynı günlere rastlaması Fransa’yı endişeye itmişti. Ankara Hükümeti’ne karşı bu çekimser hava, sonraki bazı gelişmelerle ortadan kalkmış, Ankara-Moskova ilişkilerinin boyutlarının ortaya konması şüphe ve tedirginlikleri sona erdirmişti. Nitekim Bu konuda Mustafa Kemal’in 10 Mayıs 1920’de Chicago Tribune muhabirine verdiği demeç, Fransızları çok rahatlatmıştı. …. Kemalist hareketin Bolşevizm’e doğru gösterdiği gelişme kuşku yaratacak bir görünüm arzetmemektedir”.
3.
Fransa’nın İngiltere ile olan rekabeti, özellikle bu ikilinin Almanya’dan tahsil edecekleri harp tazminatı konusunda İngiltere’nin Fransa’nın işine gelmeyen bir tavır takınması.
“Bu anlaşma ile I. Dünya Savaşı öncesi kurulmuş bulunan İtilaf Bloku parçalandı. Versay’da kendisini desteklemeyen ve Almanya’ya yumuşak davranan İngiltere’ye kızan Fransa, Türkiye konusunda İngiltere’ye oyun oynuyor ve tek başına hareket ediyordu.”
“….esasta Fransızların Türk milliyetçileriyle ulusal akımın başlangıcından beri, bir anlaşmaya varmak istedikleri gözden kaçmıyordu. Bunun da birçok sebebi vardı. Bir kere Fransızlar İngilizlere, karşı bir tutum içine girmişlerdi. İngilizlerin üstünlüğünü ve gücünü kabul ediyor ve Orta Doğu’da kendi durumlarını yitirmekten korkuyorlardı. Fransızların görüşünce, İngiliz siyasasının amacı, Türkiye’yi Hindistan yolu üstünde bir kale olarak yeni bir Mısır durumuna getirmekti. İngilizlerin, İslam Dünyası anahtarı olan hilafete ihtiyaçları vardı ve Türkiye üzerinde bir koruyuculuk kurabilmek için, Türk ulusal akımının bastırılması gereğine inanıyorlardı.”
4.
Batı Anadolu’da kuvvetli bir Yunanistan Fransız çıkarlarına aykırı düşüyor.
“İşte bu gelişmeler karşısında İngilizlere karşı biricik dayanak olarak Türk ulusal akımını görmeye; Batı Anadolu’da, İngiltere’nin desteğinde kuvvetli bir Yunanistan’ın bulunmasını da kendi çıkarlarına aykırı bulmaya ve Türkiye’nin varlığını sürdürmesinin kendisi için daha yararlı olduğunu görmeye başlamışlardı..”
Şu alıntı, yine Dr. Hülya Baykal’ın aynı çalışmasından. Fransızların bizim lehimize Yunanlılar’a karşı askeri güç kullandığını anlatıyor.:
“Türklerle Fransızlar arasında yeniden doğan dostluk çerçevesinde, sözü geçen birliklerin garnizonları, Kilikya’da olduğu gibi İstanbul’da da Türk ordusuna silah, cephane, mühimmat, teçhizat teslim ettiler. Ve hatta Mayıs 1922’de “Helle” isimli bir Yunan Kurvazörünün hücumunu da, Kilikya yakasında bir Fransız harp gemisi püskürttü.”
Sonuç :
Mustafa Kemal Paşa’nın komutasında yürütülen Kurtuluş Savaşımız, öncelikle bu memleketin kendi evlatlarının döktüğü kanların sayesinde kazanılmıştır. Bu savaşı, hatta her hangi bir savaşı kazanmak amacıyla, eldeki her imkandan istifade edilecektir. Milli Mücadele döneminde Türkiye de jeopolitik konumunun kendisine sağladığı her imkanı kullanmaya çalışmış, bunda başarılı da olmuştur. Sovyetlerle karşılıklı çıkarlarımızın uyuşması bir yakınlaşma getirmiş, bu yakınlaşma hem İngiltere’nin hem Fransa’nın Türkiye’ye karşı olan ‘İmha, bölme ve işgal’ politikalarında kırılma yaratmıştır. Buna ek olarak İngiltere ve Fransa’nın aralarında, hem Orta Doğu politikaları, hem Anadolu üzerindeki hesapları, hem de Almanya ile olan ilişkileri yüzünden ortaya çıkan ayrışma, Ankara tarafından gayet başarılı bir şekilde kullanılmıştır.
Burada İngiltere ile Sovyetlerin karşılıklı stratejileri de önemli. Türkiye’nin varlığı, Sovyetler açısından İngiltere’yi Bakü petrolleri ve Boğazlardan uzak tutacak, İngiltere açısından ise Sovyetler’i Musul’dan uzak tutacaktır. Türkiye’nin yaşaması her ikisinin de işine gelmektedir.
Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasında bu denge politikalarından yararlanmış olmamız, zaferimizin önemini azaltmaz. Bunların üzerini örtmek de önemini arttırmaz.
İtirazım, kendi tarihimizin kendi çocuklarımıza, – sadece çocuklarımıza da değil, yazdırılan romanlarla yetişkinlerimize de – kendi devletimiz tarafından, bir tek insanı ilahlaştırmak gibi çağdışı bir amaçla, çarpıtılarak öğretilmesine.
Anlatmaya çalıştığım gibi, Kurtuluş Savaşı’nda yendiğimiz Yunan Ordusu’nun arkasında yedi düvel mevcut değildi. Hele kati neticeyi aldığımız 1922 yılında Fransa ve İtalya açıkça bizim yanımızdaydı, İngiltere ise artık Anadolu’daki Yunan ordusuna bir tek çivi ile bir kangal dikenli tel bile vermiyordu.
Saygılarımla,
Tevfik İzmirli
– d e v a m e d e c e k –