Tevfik İzmirli – “PKK ile mücadelede cevapsız kalan sorular..”

02/01/2011 (Kategori: Yazılarım)

Bu yazı 2 Ocak, 2011 tarihinde, STAR gazetesi’nin ‘Açık Görüş – Fikir ve Tartışma Eki’nde yayımlanmıştır..

Aşağıdaki sorulara vereceğiniz cevaplar şu iki tezden birini doğrulayacak:

Genelkurmay’ın dile getirdiği, “Ortada anormal bir durum yok, herşey dış destekli Atatürkçülük ve laiklik düşmanlarının iftiralarından ve sistematik yıpratma kampanyasından kaynaklanıyor, bu bir psikolojik harp uygulamasıdır..” tezi mi?

Yoksa, “Adını ve sahibini henüz tam olarak ortaya çıkaramamış olsak da, epey yıldır koynumuzda bir engerek yılanının serbestçe çalışma imkanı bulduğu açık..” tezi mi?

Sizlere hayırlı cevaplar diliyorum..


Merhabalar,

Eğri oturup doğru soralım mı?

Soru 1

PKK’nın 1984′deki Eruh – Şemdinli baskınları bir milat. Silahlı mücadeleye o tarihte başladılar diyebiliriz..

Türkiye Cumhuriyeti olarak, 1984′den önce Kürtlere geri vermiş olduğumuz tek bir hak mevcut mudur?

Soru 2
Kürtlerin, 1984′den bugüne kadar adım adım geri verilen haklarını bir grafik üzerinde göstersek.. Bu grafikten, ‘şiddetle sonuç alınamaz’ lafını doğrulayacak bir sonuç mu çıkar, yoksa ‘şiddetle bayağı da sonuç alınabiliyormuş’ lafını mı?

Soru 3
Bir tarafa devletimizin, diğer tarafa PKK’nın, 1984 yılında yaptıkları durum değerlendirmelerini yazmış olsak ve onları bugün tekrar okusak, hangi tarafın ‘daha az saçma’ tesbitler yapmış olduğunu görürdük?

Soru 4
1984 Yılından bugüne kadar, gelmiş geçmiş tüm Genelkurmay Başkanlarımızın bu konu hakkındaki demeçlerini derleyip, dikkatle okusak.. Aynı şekilde Abdullah Öcalan’ın demeçlerini de okusak.. Acaba ‘konuşmaları boş çıkma’ konusunda hangi taraf önde gelirdi?

‘Eşkiyanın son çırpınışları’, ‘Şehitlerimizin kanları yerde kalmayacak’, ‘Döktükleri kanda boğulacaklardır’, ‘Bugüne kadar beş kere bitirmişiz’.. tarzı konuşmaları kastediyorum..

Soru 5
TSK Komuta kademesinin, şu kadar bin gencimizi şehit, daha fazlasını gazi verdiğimiz bu mücadeleyi, etinden et koparılan bir insanın gayretiyle yönettiğine inanıyor musunuz?

Soru 6
Eğer ‘inanıyorum’ diyorsanız, barışta uygulana gelen ‘sadece ve her’ 30 Ağustos’da terfi ve tayin sistemine, o bölgede de devam edilmiş olmasını nasıl açıklıyorsunuz?

Malum, general rütbelerindeki süre dörder yıl. Bu dört yıl, ikişer yıllık iki farklı görevde geçiriliyor.. O bölgeye tugay komutanı olarak tayin edilen bir Tuğgeneralimiz, olağanüstü başarılı da olsa, ikinci yılın sonunda mutlaka başka göreve veriliyor iken, son derece başarısız olduğu daha ikinci ayında belli olan başka bir Tuğgeneralimiz de aynı muameleye tabi tutularak görevde mutlaka iki yıl tutuluyor.. Neden pek çok konuda örnek aldığımız Amerikan Ordusu’nu bu konuda örnek almıyoruz?

Akılcı bir kurumda, olağanüstü başarılı bir yöneticinin, ikinci yılın sonunda mutlaka görevden alınması ama bunun yanında kuruma zarar verdiği daha işin başında anlaşılanın ise mutlaka iki yıl o görevde tutulması söz konusu olabilir mi?

‘Bizim Genelkurmay’ın gözünde önemli olan sonuç değil de sanki generallerin terfi düzeni’ düşüncesi sizde de uyanıyor mu?
‘Bizim Genelkurmay’ın terfi sistemi sonuca değil, sıraya ve kendilerinin terfilerine odaklı’ desek, haksızlık mı olur?

Soru 7
‘Gayri nizami harp’, ‘asimetrik savaş’ gibi terimleri kullanarak bahane arayan generallerden size de gına geldi mi? Bizden, Kandil’e gidip, PKK’lıları ikna ederek, onların da, tanklar, toplar, uçaklar edinmek suretiyle, simetrik bir düşman haline dönüşüp, nizami harbe geçmelerini sağlamamız mı bekleniyor, acaba?

Bu sorunun içine bir yaşanmış anektod ekleyeyim. Kurtuluş Savaşı’mızda bir katır ölür.. O günlerde katır çok kıt ve kıymetli bir vasıta.. Herkes panik halinde, komutana nasıl söyleyeceklerini düşünüyorlar. Sonunda alay veterineri olan subaya, bol latinceli bir ölüm raporu yazdırırlar.. Komutan, raporu okuyunca kenarına şu notu düşerek iade eder: “Veteriner Efendi! Fenni terimlerin (ıstılahat-ı fenniye) kafanda paralansın! Bu katır neden öldü?”

Ben de sormak istiyorum.. Asimetrik savaşınız, gayri nizami harbiniz kafanızda paralansın.. Yirmi altı yıl olmuş.. Neden gereğinizi yapamadınız? Elinizi tutan mı vardı? Mehmetçik, ‘Ben gayri nizami harp yapamam’ mı dedi? Yoksa hükümetler ‘Düşman asimetrik ise, bırak gelsin!’ mi dediler?
Bu sorularıma katılır mısınız?

Yirmialtı yılda ne yapıldı?

Soru 8

Başta Em. Tüm. Gen. Pamukoğlu, birçok kişi sabit karakolların gereksiz, hatta zararlı olduğunu öne sürüyor.. İşin askerlik tarafına, teknik kısmına girmemek için bu tartışmaya burnumu sokmuyorum.. – hem mahçup olmak istemem, hem ukalalık olmasın diye – Bu karakolların yerlerine TOKİ tarafından korunaklı karakollar inşa ediliyor.. Hatta şimdiden teslim edilenleri var.. Buradan anlaşılıyor ki, sabit karakol konsepti uygulamada kalacak..

O zaman, yirmialtı yıllık bu gecikmenin açıklaması nedir? Şu yirmialtı yıl içinde görev yapan hangi hain başbakan, hangi aciz maliye bakanı gereken ödenekleri esirgemişti de Mehmetçiğe yıllarca o barakadan bozma karakollarda görev yaptırdınız, ey generaller? Org. Hasan Iğsız, 2008 yılında, Genelkurmay 2. Başkanı iken, ‘Karakollar için yeterli ödeneğimiz yok’ dediğinde, o savunma bütçesini sanki siviller mi hazırlamıştı? Asker önermişti de, siviller mi budamıştı ödenekleri? Sivil hükümetlerin ipliğini pazara çıkarma gayretleriniz malumken, üzerinize vazife olmayan konularda yayınladığınız muhtıraların, bildirilerin sayısı tutulamazken, neden bu konuda bir suçlamanızı duyamıyoruz, acaba?

Soru 9

Yine Pamukoğlu’na dönüyorum. 1993 – 95 yıllarında, Hakkari Bölge ve Tugay Komutanı iken yaşadıklarını anlattığı ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok’ kitabında, G-3 piyade tüfeklerinin yetersizliğinden söz eder.. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’den nakit para gelir. Bununla kaçakçılardan AK-47 tüfekler satın alınır..

Em. Org. Doğan Güreş, Fikret Bila’nın ‘Komutanlar Cephesi’ kitabında, Doğu Almanya’dan intikal etmiş olan AK-47′leri Almanya’dan nasıl edindiğini anlatır..

Korg. Hasan Kındakçı, aynı kitapta, PKK’nın kullandığı Rus malı piyade tüfeklerinin, makineli tüfeklerin, ağır makineli tüfeklerin bizim envanterimizdeki muadillerinden daha üstün olduğunu açıkça anlatır.. iken.. şu 2011 yılında Mehmetçik hala MKE tarafından geliştirilmekte olan yerli piyade tüfeğinin seri imalata geçmesini beklemektedir.. Genelkurmay önce 5,56 NATO kalibresine karar vermiş, sonra beğenmemiş, değiştirmiş, gecikmelere sebep olmuş..

Neden hayatını ortaya koyması istenen Mehmetçik’den dünyanın en üstün silahları ve teçhizatı esirgenmiştir.. esirgenmektedir? Futbol hastası emekli Genelkurmay Başkanı’na özel uçakla ve bir otoparkçı Korgeneral refakatinde, özel zırhlandırılmış Audi A-8 alabilen Türkiye Hazinesi sıra Mehmetçiğe gelince mi fakir olduğunu hatırlamaktadır? Yoksa sesini duyuramayan garibanların canı generallerimizin gözünde bu kadar mı değersizdir?

Soru 10
PKK’yı, özellikle son bir kaç yıl içindeki eylemlerine bakarak tanımlayacak olursak.. Bir ‘terör örgütü’ müdür? Yoksa, ‘Zaman zaman terör yöntemlerine de baş vuran bir ayrılıkçı gerilla örgütü’ müdür? Askerle dağda silahlı çatışmaya giren örgüt mensuplarına takılması gereken sıfat ‘terörist’ midir, ‘gerilla’ mıdır?
Devletimiz, olay uluslararası camia tarafından başka şekilde algılanmasın diyerek yaşananları bir iç güvenlik konusu olarak ele almaya çalışıyor.. Çatışmaya girmeden önce karşı tarafın teslim olması istenecek, militanlara gerilla denmeyecek, yaşananlara savaş denilmeyecek.. Aksi halde istenmeyen hukuki sonuçlar doğabilir. Bu yüzden, çatışmalarda öldürülen ya da yakalanan PKK militanları tek tek savcılıklara havale ediliyor..
Olayın hukuki çerçevesi gerçekten bu ise, PKK’li militan guruplarının toplu olarak imha edilmesini amaçlayan sınır ötesi hava operasyonları nasıl izah edilmektedir?

Soru 11
‘Üniformalı personele ve askeri mekanlara karşı yapılan ‘pusu ve baskınlar’ haince, kahpece eylemler ise, biz neden kendi silahlı kuvvetlerimizi ‘pusu ve baskın’ taktiklerini yeteri kadar uygulamamakla ve sabit karakollarda kalmakla eleştiriyoruz?

Soru 12
Kendince haklı olan bir mücadelede dış yardım almak ayıplanacak bir hareket ise, Kurtuluş Savaşı’mızda Rusya’dan, Fransa’dan, Hint Müslümanlarından aldığımız yardımları nasıl izah edeceğiz? Veya bizim parçalanan Yugoslavya’dan doğan Bosna – Herseğe savaş esnasında yapmış olduğumuz askeri yardımlar nedir?

Soru 13
Samimi olalım.. Bu yazı Türkçe yazıldığına göre, okuyucuların da Türk olacağını düşünerek soruyorum..
Terörü kayıtsız şartsız bir insanlık suçu olarak kabul ediyor musunuz? Ben bazı şartlar sağlanmışsa, edemiyorum da, o bakımdan soruyorum..
Savaş sırasında Sırpların uyguladığı sistematik ırza geçmelere maruz kalmış bir Bosna’lı genç olsanız?
Ya da İsrail işgaline güç yetirmesi mümkün olmayan bir Filistinli genç olsanız?
Ya da Diyarbakır hapisanesindeki işkence tezgahından geçmiş bir ayrılıkçı Kürt genci olsanız?
Kışkırtıcı detay vermeden soğuk bir dille soruyorum sadece.. Ne yapardınız?
‘Terör insanlık suçudur’ diyerek, sizin de karşı taraf kadar güçlü ordulara sahip olacağınız günleri mi beklerdiniz?
Ben İzmir’liyim.. Kurtuluş Savaşı’nı kazanamamış olsak.. Yaşadığım şehirdeki işgalci gücün askeri hedeflerine saldırıp, ilk saldırıda hayatımızı kaybetmek zorunda mı olacaktık? O güçlerin ardındaki karar verme mekanizmasını can yakarak etkilemek ve vazgeçirmek amacıyla komutanlarının yılbaşı balosunu hedef alsak.. İşgalci gücün generallerini ve subaylarını karıları kızları ile birlikte topluca havaya uçursak, bu lanetlenecek bir terör eylemi sayılır mıydı? Yoksa efsanevi Türk direnişinin bir örneği olarak mı anılırdı?
Fransız direnişçilerinin, işbirlikçi Fransızlara ve işgalci Almanlara yaptıkları neden terör sayılmıyor?
EOKA Direnişçilerinin İngiliz koloni idaresine karşı uyguladıkları – o günlerin lisanıyla ‘tedhiş’ – terörü lanetliyecek miyiz?
Acaba ‘köşeye sıkıştırılmış kedi refleksi ile ve başka mücadele imkanı bulunamadığından yapılan’ terörü, güçlü ordulara sahip batı dünyasının koyduğu normlarla yargılamak sizin vicdanlarınıza uyuyor mu?

Anadil insanın kendisidir..

Soru 14
Evladına ana dilinde isim verememek ne demekdir?
Biz bunu tattık mı hiç?
Aynı uygulama Jikov tarafından Bulgaristan Türklerine yapıldığında neler hissetmiştiniz?

Soru 15
Televizyonlardaki şehirli gençler ne zaman bir karakoldan yayın yapsalar aynı bakış açısını benzer dille yansıtıyorlar..
“Kahraman Mehmetçik bu dağ başında görev yapıyor”.. “Yükseklik şu kadar bin metre”.. “Her taraf yalçın dağlarla kaplı, hava sıcaklığı şu anda eksi bilmem kaç..” Sanki harp değil plaj voleybolu için silahlandırılıp eğitilmiş bir askerden bahsediyoruz.. Sanki karşı tarafın militanları oralarda kaloriferli dağ otellerinde kayak tatili yapıyorlar.. Böyle kahramanlık övgüsü mü yapılır? Karşındaki adamın ne helikopterleri var, ne hava gücü, ne hastanesi.. O, o şartlarda mücadele edebiliyor da, bizim askerimizin mücadelesine neden hayret ediyoruz?
Biz doksanbeş sene önce bir ucu Galiçya kışında, bir ucu Yemen çöllerinde harp edenlerin çocuğu değil miyiz? Nedir bu Nişantaşı’na benzemeyen coğrafyaları yadırgama sendromu? Bu mu Cumhuriyet’in bizi getirdiği küçük tarihli, dar coğrafyalı kafa yapısı?
İzlerken sizler de bu soruları soruyor musunuz?

Soru 16
Ya da PKK militanlarından bahsederken ‘haplanmış katil sürüsü’, ‘satılmış köpekler’ tadında ifadeler az değil.. Madem bu adamlar bir takım bitli, korkak, pis, satılmış zavallılar.. Nasıl oluyor da verdikleri bu kadar zayiata rağmen yirmialtı yıldır o dağlardan sökülüp atılamıyorlar?
Bu soru sizin de aklınıza geliyor mu?

Soru 17
YouTube denen bir imkan var.. malum.. Ne kadar acıtıcı olsa da, bazen propaganda amaçlı olsa da, görüntü görüntüdür.. Bizim askerimiz nasıl sabahları ‘Yaaaylalar yaylalar’ diye bağırarak koşuyorsa, karşı tarafın da sabah koşularında söylediği marşlar var.. Nasıl bizim askerimiz boş vakitlerinde spor yapıyorsa, karşı taraf da kızlı erkekli voleybol oynuyor.. Nasıl ki biz Mehmetçiği motive etmek için milliyetçi hamaset klişelerini kullanıyorsak, karşı taraf da bol miktarda ‘devrimci gerilla’ temalı malzeme kullanıyor.. İçimizi acıtan görüntüler de az değil..
Zaman zaman sizler de YouTube’a giriyor musunuz?

Sizce hangi tez akla yakın?

Soru 18
Bir eski PKK’lı ile yapılan söyleşi, geçen gün basınımıza yer aldı. Haberde şöyle deniyordu:
PKK’nın eski karakutusu, Nizamettin Taş, “PKK’nın Türkiye’deki derin yapının hizmetine girdiğini ve 2004 kongresinde Öcalan’ın avukatlarının askeri bir helikopterle Kandil’e getirilerek yeniden savaş kararı alınmasını sağladıklarını” söyledi.
Bu kişinin söyledikleri doğru mudur, yalan mıdır? Benim bilebilmem mümkün değil..
Ancak, içinizde bu haberi okuduğunda “Hadi oradan! Olmaz öyle şey! Olduysa bile, mutlaka hükümetin bilgisi altında yapılmış bir harekettir.. Doğru ise, mutlaka Türkiye’nin menfaatlerine uygundur ki yapılmıştır!.. TSK’dan böyle bir hareketi, hükümetin bilgisi dışınca yapacak kimse çıkmaz!” cevabını güvenle verebilmiş kaç kişi vardır?

Soru 19
“Öldürüldüğünde, üzerinde çalışmakta olduğu son kitabı ‘PKK – Derin Devlet ilişkisi’ni ortaya koyuyordu” denen Uğur Mumcu suikastı..
“Bu işin arkasında tuhaf ilişkiler var” diyen Eşref Bitlis’in şüpheli ölümü, bu olayla ilgili bilirkişi ve tanık ifadeleri,
Çevik Bir’in İsrail ilişkileri,
Aczimendi tiyatroları,
28 Şubat’ın ekonomik yolsuzlukları,
Balyozlar, Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması, Danıştay cinayeti, Donanmadaki skandallar,
Makamına evinden yemek getirme zorunda kalan genelkurmay başkanları,
Genelkurmay’da yıllardır yaşanan akıl tutulması örnekleri, ne söyleseler yanlış çıkma durumu..
Emekli generallerin düzenlettiği cumhuriyet mitingleri..
Bunların hepsine yukarıdan bakınca.. hangi tez size daha inandırıcı geliyor?

Genelkurmayın dile getirdiği, “Ortada anormal bir durum yok, herşey dış destekli Atatürkçülük ve laiklik düşmanlarının iftiralarından ve düzmece, sistematik bir yıpratma kampanyasından kaynaklanıyor, bu bir psikolojik harp uygulaması” tezi mi?
Yoksa, “Adını ve sahibini henüz tam olarak ortaya çıkaramamış olsak da, epey yıldır koynumuzda bir engerek yılanının serbestçe çalışma imkanı bulmuş olduğu açık..” tezi mi?

Sizlere hayırlı cevaplar diliyorum..
Saygılarımla,

Tevfik İzmirli