‘Derin Devletin Kara Kutusu’ Org. Kemal Yamak’ın anıları: “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” – Motosiklet askerlik yapar mı? General generalin elini öper mi?

18/10/2010 (Kategori: Seçtiğim Kitaplar)


Doğan Kitap – 867 Sayfa – 1. Baskı Ocak 2006

Kitap, son derece detaylı, hatta gereksiz derecede detaylı yazılmış. Çoğu yüksek rütbeli komutanda görüldüğü gibi, Kemal Yamak da, kendisinin yaptığı en ufak bir icraatı bile önemli gören bir insan. Mesela, TSK’da her sene bir ‘Generaller – Amiraller’ kitabı yayınlanırmış. Kemal Yamak bu kitabın fotoğraflı olarak yayınlanmasının daha uygun olacağını düşünmüş ve bunu üst makamlara arz etmiş. Kabul etmişler. Daha sonraki bir zamanda, artık fotoğrafların renkli basılmasının uygun olacağını arz etmiş. Dinleyen olmamış. Neden sonra, Kemal Yamak emekli iken, bilmem hangi yılda, bilmem hangi Genel Kurmay başkanı zamanında bu renkli fotoğraf uygulaması başlamış. İnsan okurken, ‘ne var bunda, bunu bir onbaşı da akıl edebilirdi’ diyor ama Kemal Yamak için bu nokta onun TSK’ya yaptığı bir hizmet anlamına geliyordu, anlaşılan. Nelerle uğraşıyorlar.. Hangi konularda arzlar yapıyorlar, kararlar alıyorlar.. bazen aklım almıyor..

Kemal Yamak, 1924, Merzifon doğumlu. 1989′da, Kara Kuvvetleri Komutanlı’ğından emekli olduğunda, Başbakan Özal tarafından Başbakanlık başdanışmanlığına atanıyor. Ardından, Özal’ın Çankaya’ya çıkmasından vefatına kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunuyor. Özal 1993′de vefat edince Kemal Yamak da aynı gün istifa ederek bu görevden ayrılıyor.

Askerlik hayatının en kritik kilometre taşları şu görevleri olmuş:

- 1959 Yılında, Kurmay Binbaşı iken, Londra ve Zürich anlaşmaları öncesindeki Atina görüşmelerine katılan heyette yer alarak Kıbrıs konusuyla tanışmış oluyor. Emekliliğine kadar Kıbrıs konusu ile bir şekilde ilgisi kesilmiyor.

- 1967 – 1974 yılları arasında Özel Harp Dairesi’de görev yapıyor. Kurmay Albay olarak Kurmay Başkanlığı ve Komutan Yardımcılığı görevlerinde çalışıyor. Son üç sene de, Tuğgeneral olarak Daire Başkanlığında bulunuyor.” Vefat haberi, basına “Derin Devletin Kara Kutusu Vefat Etti” şeklinde yansımıştı. Sebebi yedi yılını bu dairede geçirmiş olması.

- Korgeneralliğinde, 12 Eylül’den hemen önce ’7. Kolordu ve Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı’ olarak atanıp 12 Eylül döneminin ilk iki yılı boyunca bu görevde bulunması.

Kitaptan bir kaç tane anı seçtim..

Yıl 1947. Kemal Yamak Teğmen olarak, memleketi Merzifon’a atanır..

Taburumuzda üç sınıf arkadaşım, çavuş olarak hizmet görüyordu. Orta okuldan beraber mezun olmuştuk. O zaman motosikleti veya aracıyla gelenler, memleketinde askerlik yapıyordu. Onlar da motosikletleriyle birlikte asker olmuşlardı…

Yıl 1960. Kemal Yamak Kurmay Binbaşı olarak, Afganistan Harp Okulu’nda tabiye (taktik) başöğretmenliği yapmaktadır.. Sayfa 164..

…o günlerden, birçoğunu yazamayacağım çok acaip uygulamalar, ürküntü veriyordu. Mesela, o dönemin Harp Okulu’nda, ‘taşla taharet’in varlığını ve sadece Türk hocalar için ayrı bir tuvaletin bulunduğunu belirtmek isterim..

Sayfa 173..

Afgan harp Okulu’nda açılan tekamül kursu devam ediyordu. Herşeyin normal olarak sürdüğü bu kursta anormal olan bir husus dikkatimi çekiyordu. En önde oturan albay hiç not tutmuyor, önüne hiçbir not veya benzeri birşey koymuyordu. Masasının üstü hep boştu. Bir gün bir hususta imzasını atması gerekince, adeta resim yapar gibi, özene bezene ve elindeki kaleme eli kolu ve vücudunun üst kısmıyla refakat ederek imza atması da dikkatimi çekmişti.. Tecümana sordum, cevap çok ilginçti: “Hocam, o albay okuma yazma bilmez” Sordum: “Peki o zaman kursta ne işi var?” “General olacak da, onun için” cevabını verdi. ve izah etti: “O, …… kabilesinin reisidir. Cengaver ve devlete yardımcı bir kişidir.” Düşündüğümü görünce hemen anladı. “Siz de nasıl not alacağını düşünüyorsunuz, değil mi? diye soruyor ve kendisi cevaplıyordu: “okul komutanı, belki de genelkurmay başkanı sizden özellikle rica edecekler.” Dediği gibi oldu…. komutan beni çağırdı, durumu anlattı ve yardım rica etti. Ayrıca ekledi: “Size çok ters geldiğini biliyorum, fakat biz bu tür bazı şeylere mecburuz. Üstelik, bu ilk de değildir ve ordumuzda hiç de yadırganmaz. Birşey daha belirtmek istiyorum. Bu sonuç sizin tavrınıza bağlı olmayacaktır. O kişi mutlaka general olacaktır. Lütfen bize yardımcı olun ve bir sorun çıkmasın.”…… Uzun konuşmalardan sonra anlaşmıştık. Onlar benden not istemeyecekler ve kurs bitirme belgesi ve derecesi aramayacaklardı. Ben de ‘Albay ……, Harp Okulu’nda açılan …… dönem tekamül kursuna devam etmiştir’ şeklinde bir belgeyi imzalayacaktım..

Ecevit’in naifliği…
Yıl 1974. 15 Temmuz sabahı, Rumlar Kıbrıs’da darbe yapmışlar. Türkiye’nin müdahalesi yaklaşmakta. Başbakan Ecevit, bir heyetle Londra’ya gidiyor. İngiltere’ye, “Her ikimiz de garantör devletiz. müştereken müdahale edelim” tezini iletecek. İngiltere red eder. Türkiye’nin tek başına müdahalesi kesinlik kazanmıştır. Dönüş yolunda, Ecevit, Özel Harp Dairesi Başkanı olarak heyette bulunan Tuğgeneral Yamak’ı yanına çağırır.. Sayfa 325..

“Gayri ihtiyari sayın başbakanı gözle takip ediyordum. Bir ara elinde küçük bir kağıt olduğu halde, bazı arkadaşlarıyla konuştular. Sonra beni çağırdılar. “Yamak Paşa, acaba uçaklar hava taarruzu için Kıbrıs semalarına gittiklerinde, bombardımandan evvel, önce çiçek, sonra beyanname atsalar, eğer aşağıdan ateş açılırsa, o zaman hava taarruzuna geçseler, olabilir mi?” sorusunu sordular. Sayın başbakanın kafasında kesinleşen müdahale kararı, insancıl yapısı ve yaklaşımıyla çarpışıyor ve hangi taraftan olursa olsun insanların zarar göreceği düşüncesi kendisini rahatsız ediyordu. Bu ulvi düşünce ve insani yaklaşımın karşı tarafa ne kadar yabancı ve uzak olduğunu düşünerek, savaş uçaklarından çiçek atmanın teknik olarak çok zor hatta mümkün olmadığını, bir iki uçaktan bir iki şehir meydanına çiçek atma ile çok farklı koşulların yaşandığı bir harekatta atılsa bile, eli tetikte bekleyen kimselere bu haber ve mesajın ulaşamayacağını, o haleti ruhiye içiersinde algılanamayacağını arz ettim. O zaman, “Peki” dedi ve elindeki kağıdı uzattı. “Öyle ise, şu tarz ifadeler taşıyan beyannameler basalım ve onlara atalım” dediler. Kağıdı aldım. Daha evvel Abbas Efendi ile hazırladığımız genelkurmay beyannamelerine benzer ifadeler taşıyorlardı. Atılacağını arz ettim. Ama yeniden basılıp, çoğaltılıp, hazırlanıp, ulaştırılmasının bu kısa süre içersinde mümkün olamayacağını ancak, bu konuda bir boşluk da yaratılmayacağını düşünüyordum. Zira Ankara’ya indikten kısa bir süre sonra harekat ve erken saatlerde de hava harekatı başlamış olacaktı…”

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan’ın ibretlik sorumsuzluğu ve gevşek görev anlayışı.
İnsana, “Bu mu TSK’nın kırk elekten geçirerek oramiral rütbesine yükseltip kuvvet komutanı yaptığı adam?” dedirten bir anı.
Ecevit ve beraberindeki heyet Esenboğa’ya iner. Sayfa 326..

“18 Temmuz, 1974 günü akşam satlerinde, uçağımız Esenboğa havaalanına indi. Alanda karşılamalardan sonra, yanıma Deniz Kuvvetleri Komutanı rahmetli Oramiral Kemal Kayacan geldiler ve “Kemal Paşa, Kıbrıs’a gözümüz bağlı gidiyoruz. Elimizde doğru düzgün hiçbir bilgi yok” dediler. Kıbrıs kıyı ve plajları, kıyılardaki savunma tesis ve hedefleriyle ilgili, çok teferruatlı çalışmalar yapılmış, bunlar birer bilgi kartı ve albüm haline getirilerek ilgili komutanlıklara ‘çok gizli’ kaydıyla dağıtılmıştı. Bu meyanda, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na da yeteri kadar gönderilmişti. Kendilerine bu hususu arz ettim. “Ben bilmem paşam, bana intikal eden bilgiler böyle” dediler. Ben kendilerine dairede bulunan bu dökümanlardan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na hemen gönderilmesi için emir vereceğimizi, bunların ilgili komutanlıklara intikali için tertip alınmasını arz ve teklif ettim. Biz kendilerine bu tertibi yeniden yaptık. Gönderildiğini de ifade ettiler. Sonucu bilmiyorum.”

Barış Harekatı’ndan bir yıl sonra, Kemal Yamak, Tümgeneral rütbesi ile, Kıbrıs harekatına katılmış ve harekat bittikten sonra adada konuşlanmış olan 28. Tümen Komutanlığı’na atanır. Tümenin arşivi hala Ankara’dadır. Tümenin artık Kıbrıs’ta kalacağı anlaşıldığından, arşiv de Ankara’dan Kıbrıs’a nakledilir. Zamanında, Kemal Yamak’ın başında bulunduğu Özel Harp Dairesi tarafından, yıllarca emek verilerek, Kıbrıs’daki gizli elemanları vasıtasıyla hazırlanıp birliklere ‘çok gizli’ ibaresiyle dağıtılan belgelerin bir takımı da 28. Tümen arşivinden çıkar.. Kemal Yamak, bundan ders çıkarılması gerektiğini, ‘çok gizli’ ibaresi taşıyan dosyaların bu gizli olma halinin hangi şartlar oluştuğunda kalkacağının bilinmesi ve o gün geldiğinde açılarak hizmete verilmesi gerektiğini, aksi halde kasalarda kilitli tutulan planlardan, bilgilerden kimseye fayda gelmeyeceğini anlatıyor. Aynı hatanın Amerikalılar tarafından Pearl Harbour baskını öncesinde de yapıldığını hatırlatıyor.
Benim takıldığım yer burası değil. Olabilir, unutulabilir, kaybolabilir, yangında yanabilir.. insanlık hali.. Ancak deniz kuvvetleri komutanının sorumsuzluğunu anlayamıyorum.. 1974 Senesinde zaten tamamı eski ABD gemilerinden oluşan hurda harabe bir deniz kuvvetinin komutanısın. Yapman istenilebilecek tek vazife bir Kıbrıs çıkartması. Senden önce iki defa kalkışılıp, yarı yoldan dönülmüş. Yani aniden ortaya çıkan sürpriz bir görev değil. Kedi olalı yakalayacağın tek fare bu.. Diyelim ki zarflar kayboldu.. hatta diyelim ki özel harp dairesi böyle bir çalışmayı yapmadı bile.. Sen deniz kuvvetleri komutanısın, insan bu harekatın kırk çeşit planını yaptırır, onlarla yatar onlarla kalkmaz mı? Son gece mi aklına geldi? O güne kadar daha önemli hangi işin vardı? Deniz kuvvetleri’nin organizasyon şemasına baksak kimbilir bu işlerle görevli kaç subay – amiral vardır o karargahta, birisinin de mi aklına gelmiyor? Lafa bakın: “Kıbrıs’a gözümüz bağlı gidiyoruz.” Bizim kuzu gibi halkımız da sanıyor ki komutanlar yatmaz, uyumaz, yemez, içmez harbe hazırlanır.. Zaten aynı komutanlığa bağlı üç muhribimiz, bu konuşmadan üç dört gün sonra kendi hava kuvvetlerimize hedef olacak, Kocatepe muhribi saatlerce süren taarruzlardan sonra sulara gömülecek, canlar kaybedilecek, diğer iki muhrip yaralı olarak kendilerini zor kurtaracaklar, bu muhterem komutan da Ağustos ayında emekli edilecekti.. İşte anı kitabı okumayı bunun için seviyorum..

Kemal Yamak, tabiki bu kelimelerle ifade etmiyor ama, Ecevit’in humanist yaradılışta, ancak, iktidara gelebilmek için yalan bile söyleyebilecek bir siyasetçi olduğunu söylüyor. Aslında bizim gibi sade vatadaşlardan yaşı müsait olanların hayret edeceği bir laf değil bu. Rahmetli Ecevit ‘Güneş Motel – 11 transfer – 11 bakan’ olayıyla, siyasi rakiplerinden daha prensipli bir siyasetçi olmadığını hepimize ispat etmişti. Yamak, Ecevit’i hiç affedememiş. Ecevit’in Özel Harp Dairesi hakkında brifing alırken hayranlığını ifade ettiğini, daha sonradan ise, etrafa, ‘bu brifingi tüyleri diken diken olarak dinlemiştik’ şeklinde konuştuğunu, söylüyor. Sayfa 472:

Daha önce söylememiş olsam bile yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere ben, ‘Başbakan Sayın Ecevit’ ile, ‘muhalefetteki parti başkanı Sayın Ecevit’i ayrı ayrı tanıyordum. Başbakan Ecevit’i sorumlu ve birleştirici bir devlet adamı, idealist bir demokrasi aşığı ve dürüst bir insan olarak tanıyor ve haddime düşmese de kendilerini takdir ediyordum. Bu hislerimi hala da muhafaza ediyorum. Ancak, muhalefetteki parti başkanı Ecevit’i tanımakta güçlük çekiyorum. bunun en büyük misalini de, Özel harp Dairesi ile ilgili olarak, hiçbir başbakana o güne kadar verilmemiş bilgilerin açıklıkla verilmesine, bu bilgilerin en yüksek askeri yetkilinin ve konuyla ilgili milli Savunma bakanı’nın huzurunda, resmen kendilerine takdim edilm,ş olmasına rağmen, kuşkulara, zanlara, yanıltmalara dayanan ifedelerinde ve davranışlarında görüyordum.”

Meğerse generaller üst rütbeli generallerin elini öpermiş.. Bir yaşıma daha girdim.. Sayfa: 408:

Ordu komutanımız Ankara’dan döndüler, beni Erzincan’a emrettiler. Kendilerini ziyaret edip elini öptüm ve şükranlarımı arz ettim..

Yıl 1975. Elini öptüğü komutan, o günkü 3. Ordu Komutanı, 1915 doğumlu, Orgeneral Namık Kemal Ersun. O anda Tuğgeneral Ersun 60 yaşında. Yamak 51 yaşında. Yaş farkları sadece dokuz. Yani öyle, askeri lisede okurken kendisine öğretmenlik yapmış, 70 – 80 yaşında emekli bir generale rastladığında, o babası yaşındaki eski hocasının elini öpmekten çok farklı bir durum. Bir de ‘şükranlarını arz etme’ durumu var.. O da acıklı. Çünkü tuğgenerallikten tümgeneralliğe, YAŞ’ya katılan kendi ordu komutanının teklifi ile getirildiğini biliyor.

sene 1979. Bu da ikinci el öpme vakası. Bu defa tümgenerallikten korgeneralliğe terfi etme zamanı. Ama Tümgeneral Yamak Kayseri’deki Yurtiçi Doğu Bölge Komutanlığı görevinde. Nispeten pasif bir görev. Terfi şansı az. Bu defa 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mahmut Ülker, YAŞ’ta kendisine destek olacağını ifade edince, Tümgeneral Yamak, Bu komutanının da elini öpüyor. Tümgeneral Yamak 55 yaşında, Orgeneral Ülker 64. yaş farkı yine sadece dokuz.,Sayfa 461:

Kalkıp elini öptüm ve “Sağolunuz komutanım dedim”.

Bu askerlerin işi sivillerden zor. Sivil hayatta da patrona /amire / müşteriye yaltanmak var.. ama hiç olmazsa başka patron / başka amir / başka müşteri seçenekleri de mevcut.. askerler için bu kapı kapalı.. tek bir TSK var.. Bir de, Yamak bu el öpme olaylarını bu kadar rahat ve yadırganacağını düşünmeden yazabildiğine göre, acaba bu bizim orduda bir gelenek mi? Hani şehire inmiş köy delikanlıları el ele tutuşup yürüdüklerinde, yabancılar bunları gay zannetmesi gibi, acaba dışarıdan bakan bizler mi yadırgıyoruz?

Korgeneral olarak bir yıl Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri komutanlığından sonra, 12 Eylül darbesinden tam yirmi gün önce ’7. Kolordu ve Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’ na atanır. Kitabın burasında Yamak’ın burnu uzamaya başlıyor. “Mamak – Metris – Diyarbakır” üçlüsü olarak tarihe geçen, TSK’nın üç işkence merkezi tutukevinden birisi iki yıl boyunca Yamak’ın komutası altındadır. Yamak, burada tutuklulara spor yaptırıldığını, Atatürkçülük eğitimi verildiğini, bazı mahkumların “burası bize okul gibi oldu” diyerek kendilerine teşekkür bile ettiğini anlatıyor.işkence iddialarına şöyle bir dokunup geçiyor. Sayfa 507:

Alınan bu tedbirler bu yönüyle talihsiz ve kontrol dışı kalmış bir uygulamaya dönüşmüş olabilir…

Sayfa 508:

Ben bunları ifade ederken, Sayın ……..’na cezaevinde yapılanları savunmuyorum. Bazılarının hatalı, bazılarının aşırı, bazılarının tamamen gereksiz ve yersiz, hatta maksatsız, anlamsız, haksız ve mantık dışı olduğunu belirtmek istiyorum..

Sonuç: “Herkese tavsiye ederim” diyebileceğim bir kitap değil. Yamak, Özel Harp Dairesine sahip çıkarken, kendi görev süresi ile sınırlı kalmıyor. Burası ilginç.. Halbuki bu daireyi, 1952 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuranlar, finanse edenler Amerikalılar.. kimbilir zaman içinde neler olmuştur?.. Yamak ise hiç istisnasız, oranın sütten çıkmış ak kaşık olduğunu savunuyor. Diyarbakır Cezaevi hakkında doğruları sakladığını bilmesek belki daha rahat ikna olabilirdik..

Askerlerimizin mesleki yeterliliği konusundaki şüphelerim, bu kitapla biraz daha arttı. Mesela, Kara Kuvvetleri Kurmay başkanı olarak ABD’ye bir inceleme gezisine katılıyor. O yaşta ve ABD’ye daha ilk gidişi. ABD Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nın teşkilatlanma ve çalışma prensiplerine hayran kalıyor. Anlattıklarından anlıyoruz ki, NATO üyesi olmamıza rağmen, sistemli bir bilgi ve know- how akışı yok. Bunu şuradan da anlıyoruz, gitmeden uğradığı Genel Kurmay Başkanı da, kendisinden “yeni birşeyler bulup gelmelerini, kara kuvvetlerine yenilikler getirmelerini” istiyor. Sanki pazara çıkıyorlar. Pazarda yeni birşey varsa onu alıp gelecekler. Daha abone olmak istedikleri yayınları nasıl elde edeceklerini bilmeyen üst generaller bunlar. Bunu da onlara koskoca bir Amerikalı general anlatıyor da, öyle anlıyorlar. Siz o Amerikalı generalin yerinde olsanız, heyet gittikten sonra arkalarından ne düşünürsünüz? Bir davet, bizimkilerin kabul etmesi. Gidip gezmeleri. Beğendikleri hususları not alıp geri geldiklerinde uygulamaya çalışmaları.. Sistematik bir çalışma yok. Tesadüflere, o koltuğa oturan komutanın düşüncelerine bağlı bir uygulama yöntemleri var. Gidip gezen komutan bir sonraki dönemde emekli ediliverse, o izlenimler, kendisiyle beraber emekli olacaklar. Geride kuru bir dosya kalacak. Halbuki, anlattığına göre, Amerikalıların yaklaşımları gayet olumlu. Bu tip bilgilere ambargo söz konusu değil. Ne sorsalar, öğretmen gibi anlatıp gösteriyorlar. Bizimkiler için yurt dışı gezileri hala bir imtiyaz.. Ancak yüksek komutanlar gidebiliyor. Halbuki inceledikleri teşkilatlanma modelini ABD’deki askeri ataşemizden de, Ankara’da görevli ABD’li askeri personelden de öğrenebilirler.

. . . . . /