Seçtiğim Haberler – Tevfik İzmirli Sat, 17 Jan 2015 01:05:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.6.3 ”Beton binalar mezardır” demiştik.. ODTÜ’nün açıkladığı Van raporu doğruluyor.. /2011/11/beton-binalar-mezardir-demistik-odtunun-acikladigi-van-raporu-dogruluyor/ Sun, 27 Nov 2011 01:00:08 +0000 /?p=17325 Merhaba,

ODTÜ’nün Van raporu açıklandı.
Rapor, bir önceki yazımda değindiğim hususları doğruluyor.

Raporu basından okumak isteyenler Habertürk’ten okuyabilirler..

Ben buraya dört kısa alıntı yapıyorum:

-İncelenen binaların pek çoğunda tasarım ve detay yetersizliği mevcut. Pek çok yapıda kirişlerin düz donatılarının kolonlardan sıyrıldığı tespit edildi. Bunlar arasında birleşim bölgelerinde etriye sıklaştırması yapılmaması, etriye kollarının serbest uçlarının sadece 90 derece bükülerek kabuk betonu içerisinde bırakılması, düz donatı bindirme boyu yetersizlikleri ve tüm donatıların kat hizasında bindirilmesi gibi hususlar, yıllardır gözlemlenen, önemleri defalarca vurgulanan, ancak uygulamada değiştirilemeyen hususlar.

– Yapılardaki tasarım ve imalat kalitesizliği, yapı denetim mekanizmasının işleyişindeki aksaklıklar, deprem tarafından bir kez daha ortaya çıkarılan önemli unsurlar. Denetlenemeyen ortamlarda yapılan tasarım ve imalat, yapısal hasarın artmasında önemli rol oynamıştır.

– Sonuçların, geçmişte yapılan hataların yapılmaya devam ettiğini gösterdiği belirtilen raporda, ”Türkiye’de depreme dayanıklı yapı tasarımı ve imalatından sorumlu mühendis, müteahhit ve kontrol teşkilatlarının deprem gerçeği ve deprem mühendisliği konusunda çok temel bilgi eksikliklerinin bulunduğu” öne sürüldü.

– Raporda, ”pek çok can ve mal kaybına neden olan Van Depremi’nin ülkede deprem afetini azaltıcı mekanizmalardaki bilinç, eğitim ve yeterlilik seviyesinin istenilen düzeye gelmediğini, acı bir şekilde kamuoyunun gündemine taşıdığı” ifade edildi.

Bu rapor, anlayana.. ‘Türkiye’nin tamamında inşaat sektörü teknik bilgi ve iş ahlakı bakımından.. mesela en ciddi inşaat şirketlerimizin seviyesine gelinceye kadar.. ve Türk insanı beton yapılarda oturmaya devam ettiği sürece.. her büyük depremde yüzlerce binlerce vatandaşımız ölecektir.. diyor..

O bakımdan, hemen yarın arzulanan seviyeye gelemiyeceğimize göre.. yapılacak tek iş betonu şehirlerimizden çıkartmak..

Yoksa ‘donatı’, ‘etriye’ diye diye ölüme gidiyoruz..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – Ayhan Çarkın içini döktü: “Demek ki insan değilmişim bu güne kadar..” /2011/03/tevfik-izmirli-ayhan-carkin-icini-doktu-demek-ki-insan-degilmisim-bu-gune-kadar/ Sun, 27 Mar 2011 15:03:15 +0000 /?p=16629 Merhabalar,

Gündemin ilk sırasını Libya olayları işgal ediyor.

Bu yüzden, Susurluk hükümlüsü, eski Özel Harekat polisi Ayhan Çarkın’ın açıklamaları gölgede kaldı, hak ettiği ilgiyi çekemedi.

Çarkın, kızı ile birlikte İstanbul’daki Nevruz kutlamalarına katılmış ve orada gazeteciler tarafından farkedilmesi üzerine “Sevdiğim iki Abdullah var.. Biri Abdullah Çatlı’ydı, diğeri de Abdullah Öcalan” sözleriyle başların kendisine dönmesine sebep olmuştu.

Gerçekten de Abdullah Çatlı’ya yakınlık duyan bir insanın Abdullah Öcalan hakkında böyle ifadeler kullanması başlı başına bir haberdi.

Bu haberlerin üzerine 22 Mart Salı akşamı, Cüneyt Özdemir CNN Türk’deki 5N1K programına kendisini görüntülü bağlantıyla konuk etti. Gayet ilginç bir söyleşi izledik.

CNN Türk’ün WEB sitesine bu programın tamamı henüz konulmamış. Google’dan arandığında, söyleşinin bölük pörçük de olsa değişik kısımlarına ulaşılabiliyor.

Şu iki videoyu sırayla izlerseniz, söyleşinin tamamına yakınını izlemiş olursunuz:


1. Video
2. Video

En aşağıda da 26 Mart tarihli Taraf gazetesinde yayımlanan, gözaltına alınmadan önce verdiği, son röportajını da göreceksiniz.

Bu televizyon programından sonra BDP’liler Çarkın’ın devlet tarafından koruma altına alınmasını talep ettiler.
Ardından İstanbul Özel Yetkili Savcılığı Çarkın hakkında yakalama kararı çıkarttı. Çarkın Organize Suçlar Şubesi’ne getirildi. Sonra savcılık sorgusu başladı. On saat sürdü. Savcılık tarafından 26 Mart Cumartesi akşamı tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edildi. Gece yarısından sonra mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

Çarkın’ın söyledikleri açık. Kulak verildiğinde, ne demek istediği tam olarak anlaşılıyor.
Çarkın, gerek Susurluk kazası ile ortalığa saçılan sürecin ve gerekse daha geniş anlamda Güney Doğu’da yaşananların bir ‘Yanlış Savaş’ olduğuna kanaat getirmiş. Kendisi gibi devlet görevlilerinin kullanıldığına, işin arkasında bambaşka hesaplar, danışıklı dövüşler bulunduğuna inanıyor. Kürtlerin de, Türklerin de, militanların da polis ve askerlerimizin de bu karanlık hesaplar uğruna harcandıklarını söylüyor. “Bu kanı döken, döktüren devletten başkası değil” diyor.

Çarkın, Em. Koramiral Atilla Kıyat’ın daha önce söylemiş olduklarını doğrulamış oldu.
Atilla Kıyat da “İnfaz emirlerini veren yetkililer ortaya çıkıp konuşsunlar. Hiç bir genç subay emir almadan, kendi kafasına göre “Şu adamı öldüreyim de vatan kurtulsun, demez” demişti.
Şimdi de Çarkın o emirleri almış ve uygulamış bir devlet görevlisi olarak aynı talepte bulunuyor. İlk defa tetiği çekenlerden birisinin bu kadar açık ifadelerle konuştuğuna şahit oluyoruz. Fark burada yatıyor..
Çarkın, siyasi ve idari amirlerinin ortaya çıkmalarını, kendisi ile yüzleşmelerini talep ediyor. “Tetiği çeken katil benim.. Bize bu emirleri verenler çıksın ortaya bizimle yüzleşsinler” diyor. ‘Devlet adına işlenen cinayetlerin hesabı sorulsun, devlet bu çirkeften arındırılsın’ diyen herkesin kulak vermesi gereken laflar ediyor..

Benim izlenimim o ki, Çarkın gerçekten açık ve içten konuşuyor.
Vicdanı artık taşımaktan yorulduğu bir yükü yere indiriyor, gibi.. Bazı ifadeleri Susurluk ile Ergenekon’un aynı kirli oyunun parçaları olabileceğini düşündürüyor. ‘Adapazarı üçgeni’ sorulduğunda, “Türkiye’nin üçgeni hiç bitmez, bugün de Heron’lar..” diyerek Heronların düşürülmesini istedikleri iddia edilen subaylara göndermede bulunuyor… Bu da ilginç..

Operasyonlarda öldürdükleri kişi sayısı ile operasyon sonrasında tutulan zabıtlarda yazılı olan sayıların değişik olduğunu, ölü ele geçirilenlerin bir kısmının önceden öldürülüp o çatışmada öldürülmüş gibi gösterildiğini anlatıyor.

Devrin Başbakan’ı Tansu Çiller’den Mehmet Ağar’a, Mehmet Eymür’e kadar isimleri açıkça telaffuz ediyor. Öldürme emirlerinin resmi olarak verildiğini açıklıyor.

‘PKK Destekçilerini temizleme’ kılıfı ile bizlere alenen cinayetler işletildi, bizleri aldatmış oldular, biz devlete hizmet ediyoruz diyerek adam öldürdük, meğerse kullanılmışız. Sadece Kürtler ölmedi. Aynı oyunun içinde pek çok Polisi de katlettiler. Tüm öldürülen Polislerin dosyaları tekrar açılsın. Bu işlerin diğer ucunda uyuşturucu rantı dahil bambaşka hesaplar var” şeklinde konuşuyor.

Hakikatın ortaya çıkması için bildiği her şeyi anlatacağına şerefi ve namusu üzerine yemin ediyor.

Şu ifadeler Ayhan Çarkın’ın ağzından:
Cüneyt Özdemir’in “Her polis bir değil, sizleri hakim önüne çıkaranlar da polisti” şeklindeki ‘meslek gurubunu temize çıkartma’ sorusu üzerine, ‘Sen öyle zannet, yargılanmamız dahil hepsi göstermelikti’ anlamı taşıyan şu sözleri de düşündürücü:
“Bize verilen dört yıllık hapis cezası ceza mıydı? Yaptıklarımızın karşılığı ya müebbeddi ya idamdı.”

Cüneyt Özdemir’in “Yıllarca sustuktan sonra neden bugün bu kadar net ve açık konuşmaya başladınız?” sorusu üzerine söyledikleri:
“Demek ki insan değilmişim bu güne kadar. Demek ki içimde kalan bir tane, birazcık bir insanlık varmış demek.. Allah da söylettiriyor.. Denk getiriyor. Yani artık bir şekilde ya ölümüm yaklaştı ya da bir mükafat ya da bir şey olacak..”

Çarkın, ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ nun bir an önce kurulmasını talep ediyor. Böyle bir komisyon kurulduğu takdirde herkesle yüzleşmek istediğini belirtiyor.

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

TARAF’dan Mehmet Baransu’nun röportajı:

Ayhan Çarkın. Eski bir özel harekâtçı. Susurluk’ta bir mercedesin kamyona çarpmasıyla ilk kez adı duyuldu. Devlet adına cinayet işleyen derin devletin tetikçisi olarak yargılandı. Ceza alınca memurluktan atıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra Kumkapı sahilde bir baraka içerisinde, sahilde yürüyüş yapanlara çay satarak geçimini sürdürmeye başladı. Newroz’a, ailesiyle birlikte katılması ve ardından çıktığı programlarda Susurluk dönemiyle ilgili çarpıcı açıklamalarla yeniden Türkiye’nin gündemine geldi. Dün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Organize Şubesi ekiplerince gözaltına alınan Ayhan Çarkın, son röportajını Taraf ’la yaptı. İşte “kullanıldım” diyen Çarkın’ın açıklamaları…

Önce Diyarbakır günlerinizden başlayalım. Orada ne zaman görev yaptınız?

1986-1990 yıllarında. Özel harekâtın ilk giden grubuyduk. Sonra ikinci grup geldi. İbrahim Şahin’in grubu. Onlar özel harekâtı bozdular. Diyarbakır’da görev yaptığım dönemde, kamuflajla evime gidiyordum. Lojmanımız yoktu. Kirada oturuyorduk. Halkın içerisinde. Bize hiç tepki yoktu.

Diyarbakır’da neler yaşandı da, devlete tepki duymayan halk, daha sonra devletten korkar oldu?

Biz jandarmanın uygulamalarına o dönem karşı çıkıyorduk. Köylere giriyorlardı, infazlar. Özel harekâtçı olarak jandarmanın yaptığı uygulamaları yapmıyorduk. Halka çok işkence yapıldı. Diyarbakır Cezaevi’nde bok yedirdiler halka.

Hepsini asker mi yaptı? Polis bu işlerin içerisinde yok muydu?

Diyarbakır Cezaevi’nin hemen yanındaydı şubelerimiz. Cezaevi, yanında siyasi şube, istihbarat vardı. Hanefi Avcı istihbarattaydı. İstihbarat dediğin işkence yapıyordu. Siyasi şubedeydi. Cezaevi duvarıyla yan yanaydı şubesi. Onun yanında da bizim şube vardı. Cezaevi koridorundan adamlar içeri alınıyor, işkence yapılıyordu. Necdet Menzir o dönem orada müdürdü. Cezaevinden gelen çığlıkları şimdi duyuyorum ben. Kahkaha atıyorlardı.

İtirafçı müessesi de Avcı’nın döneminde başladı sanırım…

İtirafçıları kullanan, onlara operasyon yaptıran da bunlar. Kendi işlerini temizlettiler itirafçılara… Hizbullah diyorlar. Ne Hizbullah’ı, hepsini bunlar yaptı. Dönemimizde Hizbullah falan yoktu. Ne olduysa 1990’dan sonra oldu. Ben de 1990’da İstanbul’a geldim. Operasyon timindeydik. 13 kişiydik. Bütün örgütlerin operasyonuna biz giderdik. Bize adresleri gösteriyorlardı. Operasyon yapıyorduk.

İlk yaptığınız operasyonu hatırlıyor musunuz?

Unutmadım ki. İlk olay TİKKO operasyonuydu. Kemal Yazar. Yaralı ele geçirdik. Ben vurdum. Dursun Karataş Cezaevi’nden firar ettirildi, ondan sonra başladı her şey.

Bahçelievler çatışmasında da siz vardınız sanırım…

Evet. O çatışma 3,5 saat sürdü. Hatta iki tane kadın vardı. Onları aldık. Ben orada üç tane de polis vurdum. Çünkü orada iki çocuk vardı. İçerdekilerle konuştuk. Bir şey yapmayacağız çocuğu ve kadını bırakın diye. Bana inandılar. Çocukları bıraktılar. O arada bizimkiler ateş etmeye kalktılar. Kollarından vurdum.

Dev-Sol’un başına geçeceği söylenen Sinan Kukul ve Sabahat Karataş’ın infazı da derin devletin örgüte yön verme operasyonu muydu?

Sinan Kukul başına geçecekti, ondan öldürüldü. Bunu kime soracaklar. Fikret Işıkkaralar. Bu işleri en iyi bilen o. Dev-Sol masasının başındaydı.

Peki Bedri Yağan operasyonu. Çatışma demişlerdi ama ‘Mösyö’ kitabımda adli tıp raporlarını yayımladım. Kafalarına sıkılarak öldürüldükleri ortaya çıktı.

Bedri Yağan operasyonunda ben başka yerdeydim. Olay yerine gittiğimde bitmişti herşey. Hatta iki tane çocuk vardı. Sağ kurtulmuşlardı çatışmadan. İçeri dahi girmedim. İki çocuğu dışarıda alan kişi benim. O olay infazdı.

Dursun Karataş nasıl kurtuldu?

Karataş o operasyonlardan anlaşarak kurtuldu. Sonra ona polisleri taratma işlerini yaptırdılar. O dönemin bütün polis istihbarat ve MİT yetkililerinin alınması sorgulanması lazım.

Devlet mi polisleri tarattı?

Kağıthane’de beş polis öldürüldü. Çırpıcı deresinde, Şehremini’de, her yerde polis öldürüldü. Polislerin ölümünden sonra bize operasyon yaptırdılar. Dursun Karataş cezaevinden firar ettirildikten sonra her şey başladı. Böyle vatan sevgisi olmaz olsun. Terörü de kendi üretiyor, kahramanını da. Kaç tane polis öldü. Şimdi bunların hepsi ortaya çıkmalı. Ekip otolarını tarattırdılar. Hepsini bunlar yaptı.

Siz olayların neresindeydiniz?

Bizim katıldığımız operasyonlar ortada. Vurduklarımızı söylüyoruz. Hanefi Avcı sinyal kaydırma yapıyordu. Sinyal kaydırma dediğin nedir biliyor musun? Biz şimdi ikimiz burada bir ağaç keseceğiz. Ağaç kesmeye gidiyoruz. Ama oraya gittiğinde bir bakıyorsun ağaç kesilmiş. Sen artık ortasındasın. Bu Topal (Ömür Lütfi Topal) meselesinde falan biliyorsunuz. Bütün telefon dökümleri önümüze geldi. Orası bizim çalıştığımız alandı. Abdullah Çatlı’nın arkadaşı olduğum için bizi de kattılar.

Olayların bazıları sizin üzerinize bilerek mi yıkıldı yani?

Bir tane olay olsa kendimizi savunuruz. Bir operasyona gidiyorsun. Silahlı çatışma çıkmış. Belki üç kişi çatışmış. Ama işi bitiriyorsun, bir bakıyorsun kağıt imzalatılıyor. On bir kişinin ismi yazılmış. İmzanı atıyorsun. Sonra diyorlar “aferin oğlum devam et” sonra bir bakıyorsun birinden 10, birinden 20, derken 80 mermi çıkmış. Sonra gel Ayhan Çarkın ifadeye.

Müdürler imzalamıyorlar mıydı, olay tutanak raporlarını?

Bizim müdürlerden imzalayan da var imzalamayan da. Kim hesap verecek? İbrahim Şahin mi verecek? Adamda bilmem ne hastalığı çıkmış yırtmaya çalışıyor. Mehmet Ağar’ı, Hanefi Avcı’yı dışarıda bırakan devlet, devlet değildir. Tetiği kim düşürdü, kim çekti? Ayhan Çarkın. Suçlu o. Emir verenler nerede? Mehmet Ağar, Susurluk döneminde beni ve Oğuz Yorulmaz’ı Ankara’ya çağırdı. “Aman dikkatli olun” falan. Ben, Oğuz’a “Ne diyor bu” dedim. “Aman paralar ile ev almayın. Paranızı dikkatli harcayın.” O ara Oğuz ile göz göze geldim. “Paraları yurt dışına transfer edin” falan. Kullanıldığımızı o gün anladım. Paramız yoktu çünkü. Bak bu siyasi şubede patlayan bomba vardı. Ben oradan kurtuldum. Tüp şeklinde bomba vardı.

17 Mart 1992 tarihinde siyasi şubede patlayan tüp olayını kastediyorsunuz anladığım kadarıyla. 3 kişi ölmüş, 19 kişi yaralanmıştı.

Beş kişi öldü. Bunlar yerleştirdi. Ben eve doğru çıktım. Çocuğumla ilgili bir sorun vardı. Sonra bomba patladı. Televizyonda alt yazı geçiyor. Ayhan Çarkın öldü diye. Kriminal laboratuarında bugün bu olay sorgulansa iş ortaya çıkar. Diyorlar ki bu bombayı itinalı şekilde içi su dolu tanka koyup imha edin. Ama nedense biri oraya bırakıyor. Şimdi altına bomba koyan zihniyetle nasıl hesaplaşacaksın.

Sizi birileri yok etmek mi istedi…

O tüp gaz meselesinde bizi yok etmek istediler. Muhsin Bozok, Ankara Siyasi Şube’de. Onun alınması lazım. Fikret Işıkkaralar, Şakir diye bir Başkomiser vardı. Bunların alınması lazım. Ercüment Yılmaz bu olaylara en çok karşı çıkan kişiydi. Ona komünist dediler.

Perpa çatışmasında neler oldu?

Perpa’da o kızı vuran Ayhan Özkan’dı. Ona kızı ben verdim. Buna dikkat et başına bir şey gelmesin diye. Kız orada çalışan biriydi. Hatta orada ölenlerden bir çocuk daha vardı. O da suçsuz olabilir. Kızın cenazesini memleketine göndertmemişlerdi.

Ömer Lütfi Topal cinayeti de sizin üzerinize yıkılan bir cinayet miydi?

Topal olayında bir tane Başkomiser tozlu raflara girmiş de Abdullah Çatlı’nın orta parmağının orta bilmem neyinde bulmuş da. Bütün dünyada parmak izi var bu adamın. İnterpol tarafından aranıyor. Montaj. Biri o parmak izini monte etti. Sonra hep birlikte bizi aldılar. Topal olayında kimse gelmesin üstüme, özel mahkeme kurulsun Topal meselesi için. Topal olayını size söylemem. Adalet varsa konuşuruz. O dönem niye konuşmadın diyorlar. Niye konuşayım?

Neden konuşmaya karar verdiniz?

Balyoz Davası’nda 161 subay tutuklandı. ‘Hah adalet böyle olur’ dedim. O gün kapının kapandığına yeni kapının açıldığına karar verdim. “Savcılar olayları çözecekler” dedim. Bir de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin görevinden alındı. ‘Tamamdır’ dedim. Artık konuşabilirim. Susurluk’u kimler kapattı? Susurluk soruşturmasını yürüten Aykut Cengiz Engin’di. Şimdi karşı karşıya gelelim. O kapattı. Sedat Karagül vardı hâkim. Metin Çetinbaş vardı. Bunlar kapattı. Yargıtay Başkanı Sabih Kanadoğlu’na söyledim. Böyle yargılama mı olur?

Gazi olayında da isminiz geçti, sonra yalan olduğu ortaya çıktı?

Gazi olaylarını Erzincan’dan çıkartırsınız. İlhan Cihaner dosyasına bakın. Aynı orası gibi. Orada Başbağlar’ı da görürsünüz. Gazi’de beni yüz defa teşhise götürdüler. Ben yapanları biliyorum. Bizim bildiğimiz, Hüseyin Kocadağ olayları durdurdu. Oradaki kanı engelledi. Bu işlerden hesap soracağı zaman götürüldü. Gazi olaylarının iç yüzünü biliyordu. Necdet Menzir’le ters düştü. Kavga etti. Asala dosyasını niye açmıyorsunuz. Arşivlere girsenize. Büyük elçilerimizi kim öldürdü?

Kim öldürdü?

Çatlı bu Ermeni meselesinde kullanıldığını anladı. Bizim büyükelçilerimizi öldürenler yine bunlardır. Bu Dağlık Karabağ’a kadar uzanıyor. Orada da bir Ergenekon var. Ermenilere saldırıyoruz değil mi? Bir katliam yapıp fotoğraflarını çektin mi iş Ermeniye kalır. Çiller döneminde bu adama her türlü yetki verildi. Her türlü pasaport verildi. Bu arşivlerde var. Mesut Yılmaz diyor ki “12 Martta ne oldu açıklayamam, devlet sırrı.” Ne devlet sırrı. Siyasilerin de içinde olduğu bir şebeke bunlar. Ben Mehmet Ağar’la adalet huzurunda yüz yüze konuşmak istiyorum. Herkes gelecek oraya.. Burada ben haklıyım demiyorum. Katil mi istiyorsun? Burada, ben katilim. Ama bir sürü namussuzun dosyasını yanıma koymuşlar. Adam burada (İstanbul) katliam yapıyor. Sahte belgeyle, kadrosu Diyarbakır’da.

Kim bu kişi, hangi katliam?

Ayhan Akça. Hangi olay olduğunu mahkemede söylerim. Onu orada söylerim. Bu olay ortaya çıkar. Sonra Hizbullah operasyonu oldu İstanbul’da. Allah korudu, ben orada yoktum. Velioğlu’nun ölü ele geçirildiğin söylenen operasyon. Ona çatışma mı diyorsun. Ne çatışması. Git bilirkişilere nerede çatışma olmuş, nerede infaz olmuş ortaya çıkar. Çatışma falan olmadı orada. Yedi günde Susurluk’u, derin devleti, infazları anlatıp bitireceğim. Aylarca konuşmayacağım. Neyi yaşadıysam kimlerle yaşadıysam anlatacağım savcılara.

Susurluk olayına gelecek olursak, kazayı nasıl öğrendiniz?

Çatlı’nın öldüğünü telefon ile öğrendim. Sedat Bucak’ın hanımının korumasıydım. İstanbul’a geliyordum. Galiba Yaşar Okuyan haber vermiş. Çatlı, Okuyan ile konuşurdu. Ama onun için hiç iyi şeyler düşünmezdi. Ankara Balgat’ta onunla görüşürdü. Ankara’dan İstanbul’a yola çıktım. Telefon gelince Susurluk’a gittim. Morgda Çatlı’yı gördüm. Sonra arabaya baktım, ona baktım. Dedim bu işte ihanet var. Mahkemeye çağıracaklar beni. Kimsenin bilmediği kimsenin tahmin etmediği bir şey çıkacak.

Ne çıkacak?

Herkes o kazanın nasıl olduğunu görecek. Kaydı var. Arena programında bir foto çıkmıştı. Geri çektiler o fotoyu. O fotoyu kim çektiyse cinayeti o işledi. Abdullah Çatlı devletle anlaşma yaptı. Haluk Kırcı’nın idamını engelledi. Mesut Yılmaz’la anlaşma yaptı. Mesut Yılmaz tarafından da çok ciddi ihanete uğramıştır Abdullah Çatlı. Ben bu konuları mahkeme aşamasında anlatacağım. Çatlı istihbaratta kullanıldığını anladı. Bunların yüzünü gördü. Özellikle Mehmet Eymür’ün yüzünü gördü.

Susurluk’ta kaybolan meşhur bir çanta hikâyesi var. Ne vardı o çantada?

O çantanın özelliği yok. Herkes bir şey almış. Kimi defter, kimi çanta almış. Ama bende olan hiç kimsede yok. Yakında göreceksiniz. Adalete anlatacağım. Beni çağıracaklar, “Susurluk’u anlatın” diyecekler. “Buyurun beyefendi” diyeceğim, Susurluk. Buyurun seyredin. Adalet huzurunda anlatacağım. Oradaki resmi görürsen herşeyi anlarsın.

http://www.taraf.com.tr/haber/bazi-buyukelcileri-bizimkiler-vurdu.htm

]]>
Tevfik İzmirli – TCDD’den iyi haberler gelmeye devam ediyor.. /2010/12/tevfik-izmirli-tcddden-iyi-haberler-gelmeye-devam-ediyor/ Sat, 25 Dec 2010 16:37:48 +0000 /?p=12331 1.
25 Aralık, 2010
Rusya’nın Kafkaz limanı ile Samsun arasında demir yolu bağlantısı kuruldu. İlk tren feribotu 25 Aralık, 2010’da hareket etti.

2.
21 Aralık, 2010
Gaziantep ile Halep arasında YHT hattı yapılması gündeme geldi.. Suriye ile ilk imzalar atıldı..

3.
20 Aralık, 2010.
TCDD’nin 80 elektrikli anahat lokomotifi ve bir simülatör ihalesi sonuçlandı. İhaleyi Kanada’lı Bombardier firmasını yaklaşık 57.- milyon dolarlık fiyat farkıyla geride bırakan Hyundai – ROTEM kazandı. Üretim Eskişehir’deki TÜLOMSAŞ’da.

4.
9 Aralık, 2010.
TÜLOMSAŞ ile GE arasında kurulmuş olan Stratejik İşbirliği’ne bir ek yapıldı.

5.
17 Aralık, 2010
Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da 17 Aralık 2010 tarihinde Bulgaristan Demiryolları ile TÜVASAŞ – Türkiye Vagon Sanayi A.Ş. – arasında, toplam 32.205.000 Euro değerinde 30 adet yataklı vagon üretimi için imzalar atıldı.

6.
17 Aralık, 2010.
Ankara – Konya YHT hattında deneme seferleri başladı..


Merhabalar,

Otomobil artık neredeyse her evde bulunan bir araç. Ailenin bir ferdi gibi. Markalarıyla, modelleri ile herkesin gündeminde. Hayatımızda büyük yeri var. Bayileri, servisleri, finansman kurumları ile son derece yaygın bir sektör. Yoldan geçen insanlara sorsak, ülkemizdeki otomotiv fabrikalarının çoğunu ezbere sayarlar. Ayrıca otomotiv üreticileri aynı zamanda en büyük reklam verenler arasında. Basının da otomotivdeki en ufak gelişmeyi mercek altına alması gayet doğal.. Mesela, epeydir otomotiv sanayi rakamlarını ay ay takip eder olduk.. İhracat nasıl gidiyor? Satışlar artıyor mu? Yeni bir markanın yatırımı söz konusu mu? Son yüzyıla uzay çağı diyen var, atom çağı diyen var, bilgisayar çağı diyen var ama aynı zamanda otomobil çağı olduğuna şüphe yok.. Türkiye de, geç katılmasına rağmen bu çağa ayak uydurdu. Kendi otomobil markasına sahip olamaması dışında işler fena gitmiyor..

Otomobilin bir de duygusal yönü var. Toplum içindeki statülerin belirlenmesinde en önemli sembollerden birisi. Hoşa gitsin gitmesin, bu böyle. Otomobilin içi insanlar için bir ‘özgürlük alanı’. İstedikleri müziği dinleyebilecekleri, hatta dilerlerse yüksek sesle eşlik edebilecekleri bir mekan. Sahibine ‘tarifelerden, güzergahlardan bağımsızlık’ sağlıyor. Canın ne zaman çekerse istediğin yere gidebilirsin. İstediğin zaman geri dönebilirsin. Bu açıdan rakipsiz.

Demiryolları bu açıdan daha gösterişsiz bir sektör. Bir kere kimse bir lokomotif sahibi olamaz. Lokomotifini arkadaşlarına gösteremez. Evinin ya da işyerinin otoparkına park edemez. Kız arkadaşını onunla gezdiremez. Çocuğunu okula bırakamaz. Yani, tüketim toplumunun, ‘mülk edinip onunla övünmek’ ibadetini lokomotifle yerine getiremez. Tren bizim istediğimiz saatlerde değil, kendi hareket saatinde kalkar. Bizi istediğimiz adreste değil, kendi istasyonlarında indirir. Tren daha sosyal, daha halk tipi bir ulaşım aracı. Lokomotif ya da vagon fabrikaları gazetelere, TV’lere reklam vermezler. Onların müşteri sayısı zaten ya birdir, ya iki..

Hepimiz biliriz, Türkiye demiryollarında çağı yakalayamamış, hatta düpedüz geri kalmış bir ülkedir. Demiryollarının o alçak gönüllü ama sürekli bereketinden mahrumdur. Mesela, kurulduğu günden beri, yani yaklaşık elli yıldır, Ereğli Demir Çelik tesisleri ile Adapazarı, İstanbul, İzmit, Bursa gibi sanayi bölgeleri arasında demiryolu bağlantısı yoktur. Nakliye işi tesbih gibi dizili kamyonlar ile yürümektedir. Ereğli gibi bir entegre demir çelik tesisinin bu akıl dışı durumuyla dünyada acaba bir örneği daha var mıdır? Türkiye demiryolları haritasına bakan bir insanın eline bir kalem alıp şebekenin ‘burası bir hat bekliyor’ diye bağıran eksik yerlerini çizesi gelir.. O kadar bellidir ki yürütülen bir planın tamamlanmadan durdurulmuş, yürürlükten kalkmış olduğu. Mesela Ankara’dan Samsun’a trenle yapılan bir sevkiyat önce güneydoğuya Kayseri’ye iner, oradan kuzeybatıya dönerek Sıvas’a çıkar, oradan kuzeye doğru giderek Samsun’a ulaşır.. Bursa gibi demiryolu gitmeyen sanayi şehirleri, Antalya gibi demiryolu bağlanmamış bölgesel limanlar hep bize mahsus garipliklerdir.

Biraz bu eksiklik duygusu yüzünden, biraz da 2003’den beri yürüyen demir yolculuk hamlesi sebebiyle olsa gerek, demir yolları ile ilgili haberler ilgi çekmeye başladı. Aslında herkesin özlemi aynı.. Hem kara yollarında, hava yollarında, deniz yollarında, hem de demir yollarında çağı yakalamış, gelişmiş, kalkınmış Türkiye özlemi..

Şu haberler yeni:

1.
25 Aralık, 2010.
Rusya’nın Kafkaz limanı ile Samsun arasında demir yolu bağlantısı kuruldu. İlk tren feribotu 25 Aralık, 2010’da hareket etti.

Samsun’da inşa edilen tren – feribot terminalinin tamamlanması ile açılan hat, yirmi gün süren Türkiye – Bulgaristan – Moldovya – Ukrayna üzerinden Moskova’ya trenle yük sevkiyatını 7 ile 10 gün arasına indiriyor. Şimdilik hafatada iki sefer yapılacak..

Rusya’nın Kafkaz limanı Kerç Boğazı’nın Rusya tarafında yer alıyor. Rus demiryollarının Karadeniz terminali.

2.
21 Aralık, 2010.
Gaziantep ile Halep arasında YHT hattı yapılması gündeme geldi.. Suriye ile ilk imzalar atıldı..

Suriye ile yaşanan ‘ekonomik bütünleşmeye gidiş’ böyle bir hattın yapılmasını da gündeme taşıdı. İlk imzalar iki ülke arasında geçen hafta Ankara’da yapılan, 2. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Toplantısı’nda atıldı.
123 Kilometrelik hat şu anda Suriye Demiryolları tarafından işletilen trenlerle dört saat, karayoluyla ise 1,5 saat sürüyor. YHT, bu süreyi 33 dakikaya çekecek.. Hattın fizibilite çalışmasını Türk tarafı hazırlayacak. Maliyetin 300 milyon avroyu bulacağı tahmin ediliyor..
Daha önce bu hatta 160 km. hıza imkan verecek şekilde yenileme çalışmalarının yapılması konuşuluyordu.. Sonunda 250 km/saat hızlı YHT inşa edilmesine karar verilmiş oldu.

Fotoğrafta Gaziantep – Nizip arasında çalışan bir modern dizel tren seti Gaziantep İstasyonu’nda..

3.
20 Aralık, 2010.
TCDD’nin 80 elektrikli anahat lokomotifi ve bir simülatör ihalesi sonuçlandı. İhaleyi Kanada’lı Bombardier firmasını yaklaşık 57.- milyon dolarlık fiyat farkıyla geride bırakan Hyundai – ROTEM kazandı. Üretim Eskişehir’deki TÜLOMSAŞ’da.

İmzalanan, 313.- milyon dolarlık anlaşmaya göre, lokomotiflerin ilk sekizi Kore’de, kalan yetmişiki tanesi Eskişehir’de üretilecek. Sözleşmeye göre ilk parti lokomotifler yirmialtıncı, son parti lokomotifler kırksekizinci ayın sonunda teslim edilecek.. Proje bedelinin %65’i İslam Kalkınma Bankası’ndan alınan kredi ile, kalanı bütçe imkanlarından karşılanıyor.

Hyundai – ROTEM firması ayrıca Türkiye’de diğer ortaklarıyla birlikte Hyundai – Eurotem adıyla bir şirket kurmuş durumda. Hyundai – Eurotem, Adapazarı’ndaki TUVASAŞ tesislerindeki fabrikasında Marmaray için 275 adet elektrikli banliyö aracı ve yine TCDD için 12 adedi üçlü, 12 adedi dörtlü setten oluşacak 84 araçlı 24 çoklu setin imalatına devam ediyor..

4.
9 Aralık, 2010.
TÜLOMSAŞ ile GE arasında kurulmuş olan Stratejik İşbirliği’ne bir ek yapıldı.

2010 Mayıs’ında imzalanan bir anlaşma altında, Amerikan General Electric firması ile ortak dizel – elektrikli lokomotif üretimi başlamak üzere. Anlaşma, ‘Yeni Nesil A/C Teknolojili Avrupa Platformu PH37ACi tipi Dizel Elektrikli Anahat Lokomotifleri’nin üretimini kapsıyordu. Bu anlaşmayla TÜLOMSAŞ – Türkiye Lokomotif Sanayi A.Ş. – GE’nin adı geçen lokomotiflerinin Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Avrupa pazarları için tek üreticisi haline gelmişti. TÜLOMSAŞ’ın WEB sitesine göre, bu yeni nesil lokomotifler ‘düşük yakıt tüketimi, düşük emisyon, bağımsız aks kontrolü, asenkron tahrik sistemi, yüksek tork kabiliyeti, modern dizel motoru, çok düşük bakım gereksinimi, uzun periyodik bakım aralıkları, IGBT ve Mikroişlemci Kontrolü, makinist dostu konforlu sürücü kabini gibi özellikleriyle sınıfındaki benzer lokomotiflerden ayrılıyorlar. İlk sözleşme tamamı ihraç edilecek 30 adet dizel – elektrik ana hat lokomotifinin üretimini kapsıyordu. Bunların tamamı GE’nin yurt dışı müşterilerine ihraç edilecekti. GE’nin broşürlerinden anlayabildiğim kadarı ile bu lokomotifler gücü her aksa ayrı ayrı iletebiliyorlar. Bu da patinajı azaltıp, çeki gücünü ve dolayısı ile yakıt ekonomisini arttırıyor

Fotoğrafta GE’nin ‘PowerHaul’ olarak
adlandırdığı yeni nesil lokomotif ailesinden bir üye..

Bu defa, 9 Aralık, 2010 tarihinde, muhtemel müşterilerin bu yeni tip lokomotiflerin performansını test edebilmeleri ve üstünlükleri ile avantajlarını görmelerini sağlamak amacıyla bir adet ek lokomotif imal edilmesi sözleşmeye bağlandı. Bu lokomotif tamamen pazarlama ve tanıtım amaçlı kullanılacak.

Bu projenin devamında Türkiye’den ilk defa Avrupa ülkelerine, özellikle İngiltere’ye lokomotif ihracatının başlaması hedefleniyor. GE Dünyanın öncü lokomotif markası. 30 Adetlik ilk parti üretim 2011 yılında başlayıp 2015 yılında sona erecek. Başlangıçta %25- 35 dolayındaki yerli katkı oranının giderek arttırılması hedefleniyor. %50 katkı ile 100 adet lokomotif üretilmesi hedefine bir an evvel ulaşılması için çalışılıyor.
Bu ilk projenin boyutu 230.- milyon dolar. Proje GE’nin, üretim üssü TÜLOMSAŞ.
Irak Demir Yolları’nın 70, Libya Demir Yolları’nın 30 lokomotiflik ihaleleri de yakından takip ediliyor..

5.
17 Aralık, 2010
Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da 17 Aralık 2010 tarihinde Bulgaristan Demiryolları ile TÜVASAŞ – Türkiye Vagon Sanayi A.Ş. – arasında, toplam 32.205.000 Euro değerinde 30 adet yataklı vagon üretimi için imzalar atıldı.

Fotoğraflar ihraç edilecek TVS 2000 serisi yataklı vagonların içine ait..



TUVASAŞ, aslında bu siparişi 2008 yılında Bulgaristan Demir Yolları İdaresi’nin açtığı uluslararası ihaleyi kazanarak almıştı. Ancak daha sonra ihale bir takım politik sebeplerle iptal edildi. Öne sürülen bahane bütçede bu vagonlara ayrılacak ödenek bulunmamasıydı. Herkes asıl sebebin bu olmadığını biliyordu. Sonunda bu siyasi iptal işlemi yine siyasi seviyeden girişimlerle geri aldırıldı ve TUVASAŞ’ın hakkı olan sipariş kesinleşti.

6.
17 Aralık, 2010.
Ankara – Konya YHT hattında deneme seferleri başladı..

Eldeki YHT setlerinden bir tanesi, 14.- milyon TL harcanarak vagonlarından birine gereken tüm elektronik ölçüm cihazlarının monte edilmesi suretiyle ‘Ölçüm ve deneme treni’ haline getirildi.

‘Piri Reis’ adı verilen bu tren Şeb-i Arus törenleri için Konya’ya gitmiş olan Başbakan Erdoğan tarafından törenle hizmete sokuldu.

Bu haber basında oldukça geniş şekilde yer buldu. Hızlı tren elle tutulur, gözle görülür hale geldikçe hem basının ilgisi hem pek çok şehrimizin beklentisi artıyor.. Bu son derece olumlu bir gelişme. Zira, bu kadar yaygın ve büyük bir proje, arkasında güçlü bir kamuoyu desteği olmadan yürütülemez. YHT, sadece ekonomi değil aynı zamanda hız ve konfor anlamına da geldiği için toplumun her kesiminden destek bulabiliyor.. Bu destek sayesinde, umulur ki, demir yollarındaki uzun gecikmemizi kapatma imkanı bulacağız..

Saygılarımla,

Tevfik izmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Yetersiz ve Saygısız Türk Basını!” – III – Bugünkü saçmalık da STAR’dan: “Almanya ile ortak Leopard tankı üretimine başlıyoruz” muş.. /2010/12/bugunku-sacmalik-da-stardan/ Fri, 17 Dec 2010 08:54:54 +0000 /?p=11804 OTOKAR liderliğinde geliştirilen Türk tankı ALTAY’ın,
prototip üretimine esas oluşturacak kesinleşmiş tasarımı.


Merhabalar,
Basınımız, uzun bir kış uykusundan sonra, vatandaşın savunma sanayiinde ortaya konan başarı haberlerine ne kadar ilgi gösterdiğini farketmeye başladı.. Bu haberlere daha sık yer vermeye başladılar.. Bu defa da karşımıza konuyu bilen eleman kıtlığı çıkıyor.. Bir takım konudan bihaber çaylakların elinde haberler paçavraya dönmeye başladı..

STAR’daki haberi yazan Nevin Bilgin adlı hanım kızımız, “…mühimmat dahil Leopard 2 ana muharebe tankı silah sisteminin müşterek konfigürasyon kontrol yönetimi (JCCM) konulu mutabakat muhtırasının (MOU)” onaylanmasını uygun buldu..” cümlesini anlayabilecek altyapıya sahip olmadığı için – bu ifade gerçeğin kibar anlatımıydı, aslında ‘konunun cahili olduğu için’ demeliydim.. – bu haberden” Almanya ile ortak Leopard tankı üretimine başlıyoruz” şeklinde başlık çıkartmış…

Baştan aşağıya gerçek dışı, olmayan, hatta düşünülmesi bile gündemde olmayan bir konuyu olmuş gibi haber yapmışlar..

Halbuki savunma konularını en iyi bilen isimlerinden biri STAR’da köşe sahibi.. İsteseler iki dakikada doğrusunu öğrenmeleri işten bile değil.. Ama saygısızlık o boyutta ki buna bile üşeniyorlar..

Hadi ben haberi bir bedel ödemeden internet üzerinden okudum diyelim.. Bu gazeteyi para ödeyerek alıp okuyanlara yapılanın adı nedir? ‘Dolandırıcılık’ bile diyebiliriz.. ‘Hileli mal satmak’ diyebiliriz.. Ayıp!

İmzalanacak olan mutabakat muhtırasının ne olduğuna, Türkiye’nin şu anda ‘ALTAY’ projesi altında kendi milli tankını geliştirmekte olduğunun detaylarına, hiç girmiyorum.. Sadece bir fotoğraf.. Otokar’la imzalanan sözleşmenin töreni.
Otokar, 30 Temmuz, 2008 tarihinde imzalanan sözleşmeye göre, 500.- Milyon dolarlık bir bütçe ile 78,5 ay içinde Altay tankının tasarım, geliştirme, ve prototiplerinin üretimlerini tamamlamış olacak.
250 adetlik ilk gurup tankın imalatı için ayrıca ihaleye çıkılacak.

ALTAY projesinde, OTOKAR’ın alt yüklenicileri Aselsan, Hyundai – ROTEM, MKE ve Roketsan..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Yetersiz ve Saygısız Türk Basını!” – Kendi anlamıyor ki, bize nasıl anlatsın? – II – Hürriyet’in Konya YHT haberi.. /2010/12/hurriyetin-konya-yht-haberi/ Thu, 16 Dec 2010 03:04:34 +0000 /?p=11698 Merhabalar,

Bilindiği gibi yarın Konya’daki Şeb-i Arus törenine Başbakan da katılacak..

YHT’nin Ankara – Konya hattında inşaat tamamlandı.. Deneme seferleri başladı başlayacak..

TCDD, eğer yetiştirebilseydi Başbakanı Konya’ya bu trenle götürmeyi planlıyordu.. Yani Başbakan da test seferlerinin birisine katılmış olacaktı.. Zaten Eskişehir hattı açılırken de böyle bir sefere katılmıştı, herhalde..

TCDD’nin dün sitesine koyduğu duyurudan anladık ki, test treninin hizmete verilme töreni, yarın saat 16:45’de, Konya Garı’nda yapılacak. Başbakan’ın trenle geleceği konusunda bir ifade yok.

Ya henüz hiç deneme seferi yapılamadı.. – ki trenin Ankara’dan Konya’ya daha bugün geldiğini söylüyorlar – dolayısı ile Başbakan’ı hiç denenmemiş bir güzergahta riske atmaktan kaçındılar..
Ya ilk seferler düşük hızla yapılacağından seyahat uzun sürebilir, vatandaş yanlış anlar diye çekindiler..
Ya Başbakan’ın programı Konya’ya uçakla gitmesini gerektirdi..
Belki de trenle gidecektir ama güvenlik sebebiyle bundan bahsetmiyorlardır..
Her neyse.. Ama açıklamada Başbakan’ın tren seyahatinden bahis yok..

Konya’ya Başbakan’dan bir gün önce giden Ulaştırma Bakanı garibim Binali Yıldırım – Allah ona da bu basın karşısında sabır versin. O yüzden ‘garibim’ dedim – basına konuyla ilgili bilgi vermiş. Bu yetmemiş, TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman da ayrıca bilgi vermiş..

Öyle ya, bizim basın mensupları dipsiz bilgi kuyusu.. Ne kadar verirsen ver doymazlar, sen verdikçe onlar alırlar.. yeter ki bilgi olsun.. Hepsini dikkatle dinlerler, anlarlar ki, okuyucularını aydınlatsınlar..


Sonunda Hürriyet’in şu saçma sapan haberi ortaya çıkmış..

1.
Yetkililer, önceden elimizde bu deneme seferlerini yapacak ölçüm ve kayıt ekipmanı ile donatılmış tren seti bulunmadığından, Eskişehir hattının deneme seferleri için yurt dışından ihale ile test treni kiralandığını.. TCDD’nin bu dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak amacı ile eldeki tren setlerinden birisini, saatte 250 km. hızla giderken ellibeş ayrı testi yapabilecek ekipmanla donatarak, ‘test treni’ haline getirdiğini anlatmışlar..
Bu tren setine 14 milyon TL harcandığını ve adının ‘Piri Reis’ olarak konduğunu anlatmışlar..
Doğan Haber Ajansı’nın iki zeki ve çevik muhabiri ve Hürriyet WEB editörü ne anlamışlar: “Konya Treni’nin adı Piri Reis oldu”.. Hani ‘Meram Ekspresi’ gibi..
Bir taraf ‘Piri Reis’ adı verilmiş bir ‘Tren seti’nden bahsediyor, karşı taraf iki şehir arasında çalışan trene isim olarak ‘Piri Reis’ isminin konduğunu anlıyor..

2.
Yetkililer ne demişler? “Ankara-Konya hattının yolcu taşımaya uygun hale gelebilmesi için test treni tarafından ölçümlenmesi gerektiği.. aynı tren setinin açılacak diğer hatlarda da görev yapacağı..” Yani önce ölçüm, sonra yolcu..
Bizim acar gazeteciler ne yazıyorlar? Buyrun: “ölçüm ve kontrol yapıp, aynı zamanda yolcu taşıyacak olan Piri Reis adlı tren..”
Şu olabilir mi? Önce testler yapılır, tamamlanır.. Yolcu seferleri başlar.. Bu tren devamlı eldedir.. Zaman zaman, yolcunun az olduğu saatlerde, bu tren seti de sefere verilir.. Bir vagonu aletlerle dolu ve yolcuya kapalıdır.. Periyodik hat ölçümleri de bu şekilde normal seferler icra edilirken yapılmış olur.. Olabilir.. O zaman bu noktayı sorarsın, anlarsın, bize de anlatırsın, gazeteciysen..

Bir de gazeteciysen, TCDD’nin elinde neden daha açılmamış hatlara bile yetecek kadar tren seti olduğunu, hatların tamamlanma takvimi ile tren seti tedarikinin neden eş zamanlı yapılamadığını sorgularsın.. Bakarsın bir belediye yolsuzluğundan çok daha büyük rakamların konuşulduğu bir ‘hemen alalım telaşı’ çıkıverir ortaya.. Ya da yolsuzluk yoktur da bir beceriksizlik vardır. Tabi, gazeteciysen.. Bir de elde uzun zamandır 12 hızlı tren seti olduğunu, bunların dördünün Eskişehir – Ankara arasında çalıştığını, kalan sekiz setin boşta yattığını.. Şimdi bunlardan dördünün Ankara – Konya hattında çalışacağını, iki tanesinin de Konya – Eskişehir seferlerini yapacağını, ama hala iki setin boşta kalacağını biliyorsan..

Basından beklenen nedir? Bir kere söyleneni, anlatılanı anlayacak.. Bu bir ‘gerek şart’.. söylemeye bile lüzum yok.. Buna ek olarak, neleri söylemediklerini, üstü kapalı geçtiklerini anlayacak.. Oranın kokusunu alıp irdeleyecek, kamuoyunu aydınlatacak.. Nerde?

3.
TCDD sitesine konan basın bildirisi ile DHA’nın geçtiği haber birebir aynı. İki yeriyle oynamışlar.. o iki yer de tam zırva olmuş.. İki ihtimal var.. Ya DHA Muhabirleri Konya’daki basın toplantısına gitmediler.. TCDD WEB’den bildiriyi kopyalayıp, rötüşlarken berbat ederek geçtiler.. Ya da gerçekten gittiler ama orada dalga geçip dinleyip anlamadan ellerine tutuşturulan basın bildirisinin üzerine iki zırva ekleyip geçtiler..

Bu, Türk basınının ‘batık amiral gemisi’.. Allah diğerlerinden korusun..

Şu soru da Ulaştırma Bakanı’mıza olsun: Sayın Bakanım, insan bozkırın ortasında çalışacak test trenine ‘Piri Reis’ adını verir mi?
Bizim Piri Reis adında; deprem, petrol, doğalgaz ve deniz jeofiziği alanında araştırma – ölçüm amaçlı – yaşlı da olsa – bir araştırma gemimiz var. 9 Eylül Üniversitesi bünyesinde görev yapıyor. Bir de 2004’de hizmet dışına çıkan Piri Reis denizaltımız vardı.
O isim yeni bir gemiye yakışırdı.

Madem ilk defa bir tren setine ad veriliyor, TCDD’nin kurucu genel müdürü, Çanakkale ve İstiklal Harbi kahramanı Behiç Erkin’in ‘Behiç Bey’ adı daha uygun düşmez miydi? Hem de bu vesile ile Behiç Bey adı, yeni nesillere tanıtılmış olurdu..
TCDD’nin, yattığı yerden tren yolunu gören bir anıt mezarda yatırdığı bu kahramanının ruhu da memnun olurdu..
Bu konu bir siyasi kıskançlığa mı kurban gitti, acaba?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Yetersiz ve Saygısız Türk Basını!” – Kendi anlamıyor ki, bize nasıl anlatsın? Ayrıca, 17 Temmuz tarihli haberi dün olmuş gibi yutturmaya çalışıyorlar.. /2010/12/cahil-ve-saygisiz-turk-basini/ Mon, 13 Dec 2010 00:33:01 +0000 /?p=11256 “Bugün basınımız söz birliği etmiş şekilde aynı habere yer verdi.”

“Aynı haber, belli başlı gazetelerimizin neredeyse hepsinde yer buldu.”

“Savunma Sanayimizin önde gelen zırhlı kara araçları firması FNSS, 2007 yılındaki ihaleyi kazanarak imzaladığı sözleşmeye uygun şekilde ilk “seyyar yüzücü hücum köprüsü” nün prototipini tamamlamıştı.”

“Ama kazın ayağı pek öyle değil.. Karşımızda iki yönden arızalı bir haber var..”

“Birinci arıza olayın tarihinde..”

“İkinci arıza haberin içeriğinde..”

“Bu durumda Türk basınından bahsederken, “Yetersiz ve Saygısız Türk Basını!” demekte haksız mıyım?”

Merhabalar,

Bugün basınımız söz birliği etmiş şekilde aynı habere yer verdi.

Aynı haber, belli başlı gazetelerimizin neredeyse hepsinde yer buldu.

Savunma Sanayimizin önde gelen zırhlı kara araçları firması FNSS, 2007 yılındaki ihaleyi kazanarak imzaladığı sözleşmeye uygun şekilde ilk “seyyar yüzücü hücum köprüsü” nün prototipini tamamlamıştı.

‘Samur’ adı verilen ve toplamda 130 milyon dolar bedelle 52 adet üretilecek olan seyyar köprü üniteleri, akarsu geçişlerinde zırhlı birliklerimize hız ve kolaylık sağlayacak. Samur katlanabilir tipte bir seyyar köprü olduğu için, bir akarsu geçişinden diğerine hızla intikal edebilecek. Tek bir ünite 12 metrelik açıklığı kapatabiliyor. Geçilecek suyun genişliğine göre gereken sayıda Samur birbirlerine kenetlenerek köprü oluşturuyorlar..

Buraya kadar her şey yolunda.. Basınımız da savunma sanayinin önemini ve okuyucuları açısından ilgi çekici olduğunu yavaş da olsa anlamaya başladılar, diyebiliriz..

Ama kazın ayağı pek öyle değil.. Karşımızda iki yönden arızalı bir haber var..
Birinci arıza olayın tarihinde..
Prototip Samur’un tanıtımı dün ya da önceki gün değil, yaklaşık beş ay önce, 17 Temmuz, 2010’da yapılmıştı.. FNSS sitesinde aynı fotoğrafları ve tanıtımın tarihini görebilirsiniz.

İkinci arıza haberin içeriğinde..

Basınımızda yayınlanan sıra sıra fotoğrafların hiçbirinden, tank ya da zırhlı araçların, kamyonların tanıtılan aracın neresinden geçeceği anlaşılamıyor..
Çünkü basınımız haberleri başından beri takip etmediği gibi, editörlerinin bilgi yetersizlikleri yüzünden önlerine gelen bir haberi irdelemekten bile acizler..
Aşağıdaki ilk üç fotoğraf Radikal’den alınma.. Samur hidrolik sistemi ile kendisini açarak, üzerinde duran iki yüzücü dubayı yanlara indiriyor..
Dördüncü fotoğraf Habertürk’den.. Dubalar inmiş, firma yetkilileri Samur’un üzerinde, prototipi S.S. Müsteşarına ve diğer yetkililere tanıtıyorlar.. Bu etkinliğin tarihi 17 Temmuz, 2010..

Baktığınız zaman ne anlaşılıyor?
Tank bunun neresinden geçecek? Uzunlamasına geçemez.. orada sabitlenmiş vinç var. Ayrıca vincin monte edildiği platform da yüksekte kalıyor. Enlemesine geçemez ortadaki ana platform ile iki taraftaki yüzücü dubalar arasında büyük seviye farkı var.. Öyleyse nasıl geçecek? Ama anlaşılıyor ki, basınımızda bu basit soruyu sorabilecek düzeyde bir haber editörü bile yok..

Bu durumda Türk basınından bahsederken, “Yetersiz ve Saygısız Türk Basını!” demekte haksız mıyım?

Ayrıca gökyüzünün maviliğine, insanların yazlık kıyafetlerine ve şu günlerdeki hava durumuna bakınca, bu tanıtım olayının pek de yakın bir tarihte gerçekleşmediğini, aslında ortada bir haberden çok FNSS firmasının çalıştığı halkla ilişkiler ajansının bir girişimi olduğunu her okuyucu anlayabilir.. 17 Temmuz tarihini bilmeye gerek yok.. Gazetelerin bizi gördükleri kadar ‘saf’ olmamak yeter..

Anlaşılan ajans, sahip olduğu iyi ilişkiler sayesinde, geçtiği bu ‘bayat haber’in tüm gazetelerde senkronize bir şekilde bu Pazar günü yayınlanmasını sağlamış.. Onlara aferin..

Ancak, ajansın müdürü, muhtemelen görsellerin ve yayımlanacak metnin gazetelere iletilmesi işini, aklı hafta sonu buluşacağı sevgilisinde olan, bir genç kıza yüklemiş..

O genç kızın yolladığı malzemeyi gazetelerin internet sayfalarına koyma işi de, neredeyse boğaz tokluğuna ve sendikasız çalıştırılan ve aklı bu hafta sonu nöbetçi olduğu için buluşamadığı sevgilisinde kalmış olan bir takım delikanlıların üstüne kalmış..

Sonuç, üzerinden tank değil motosiklet bile geçemez gibi görünen tuhaf bir araç olmuş..

Çoğu bir holding bünyesinde görev yapan bu gazetelerin hiçbirinde bir tek ‘Savunma Haberleri Editörü” bulunmadığı açık..

Kardeş TV kanallarında çıkan emekli generallerin siyasete yön veren parlak fikirlerinden istifade edebiliyoruz ama iş askerliğe, savunma konularına gelince ara ki bulasın.. Basınımız da milletimiz gibi, askeri yanlış yerde kullanıyor..

Kendilerine bedava bir akıl vereyim.. Malulen emekli olmuş, askerliği seven bir yüzbaşıyı kadrolarına alsalar hem bu insanın hayatı yeni bir anlam kazanır.. hem o gazete bu konuda kendine gelir..

Şu haber de bizim sitemizden. Aslında Samur’un yüzme testleri 8 Ekim, 2010 tarihinde yapılmış ve bir baraj gölünde yapılan testin fotoğrafları şirketin web sitesine konmuştu..
Aracın üzerine uzunlamasına yerleştirilmiş alüminyum ‘yol paneller’ açıkça görülüyor. Vincin yan tarafta kaldığı açık. Muhtemelen vinç bu panelleri söküp takarken kullanılıyor..
Bu fotoğraf olmadan aracın fonksiyonunu anlamak mümkün mü?

Fotoğrafları yüklerken büyütünce gerçek oranları değişiyor. Gerçek oranları göstermek bakımından yüzme testlerini gösteren fotoğrafların en küçük hallerini de en sona koyuyorum. Tıklayarak büyütmek mümkün. En alttan ikincide, arkasından köpükler çıkararak suda giderken görülüyor..

Samur’u zevkle selamlıyor, ihracat haberlerini bekliyor, basınımıza da acilen bir ‘kalite aşısı’ diliyorum..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli


]]>
Tevfik İzmirli – Deniz Kuvvetleri’nde neler oluyor? Bu uluslararası bir komplo mu, yoksa tek bir ülkeden kaynaklanan casusluk girişimi mi? Olan bitenler ‘Ergenekon’ ile ilgili mi?.. Hedef siyasi mi, donanmanın etkinliği mi? /2010/12/deniz-kuvvetlerinde-neler-oluyor/ Wed, 08 Dec 2010 21:55:25 +0000 /?p=10611

Bugün akşam saatlerinde, ‘Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şubesinde, Ergenekon Savcılığı arama yaptı..’ haberi gündeme düştü..

Yazıldığına ve TV’lerden duyurulduğuna göre, askeri yetkililer eşliğinde ve Ergenekon savcısı nezaretinde yapılan yeni aramada, İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün bir odasındaki döşeme parkeleri söküldü.. Kazılan zeminden saklanmış belgeler çıktı. Bulunan belgelerin içinde ‘Çok Gizli Askeri Evrak’ sınıfından belgeler de var..

Bazı kaynaklar Şube Müdürü’nün rütbesini Binbaşı olarak veriyorlar.. Aramanın bugün mü yapıldığı, yoksa geçtiğimiz günlerde yapılıp görüntülerin mi bugün basına verildiği net anlaşılmıyor..


Merhabalar,

Genç bir teğmen neden komutanını öldürmek ister? İster mi? İstemiş midir?

Evli barklı, çoluk çocuk sahibi subaylar ardı ardına neden intihar ederler?

Bir subay komutanına şantaj yapar mı? Yapmış mıdır?

Bir subay komutanının namusuna.. haysiyetine.. karısı, kızı üzerinden iftira ederek, leke sürer mi?

Bir subay başka bir subaya ‘kadın temin eder mi? Hele bir subay, astı olan bir astsubaya neden ‘kadın temin etme’ teklifinde bulunur?

‘Temin edilecek kadınlar arasında’ – tam burada sözüm meclisten dışarı diyorum – Deniz Harp Okulu’nun kız öğrencileri de bulunabilir mi?

Allahım.. sen aklımızı fikrimizi muhafaza et!

Bu işin içinde ucu Yunanistan’a dayanan bir casusluk girişi mi vardır? – ki bu durumda ‘İnşaallah vardır.. yoksa izah etmek daha da zorlaşacak’ – dememiz gerekecek..

Yoksa, sadece casusluk değil de.. büyüyen Türkiye’nin büyüyen donanmasını zayıf düşürme operasyonu mu?

– Türk Deniz Kuvvetleri’nin ilk defa bu yaz Akdeniz’de beş gemilik bir ‘Türk Deniz Görev Gurubu” – Turkish Naval Task Force – gezdirmiş olması, bu Görev Gücü’nün, Fransa ve Yunanistan hariç neredeyse tüm Akdeniz ülkelerine liman ziyaretleri yaparak bayrak gösterdiğini, bazılarıyla ortak tatbikatlar yapmış olmasını, bu görev gücünün boyutlarının yıldan yıla arttırılmasının planlandığını, seneye Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nun da programa dahil edileceğini.. bunun uluslararası siyasette ne anlam taşıdığını.. düşünürsek?

– Yunanistan’ın, ekonomisi komaya girince, tüm silahlı kuvvetleri ve bu arada donanmada da indirime gitmek zorunda kalmasını.. düşünürsek?

– Rusya’nın neredeyse fiilen donanmasız kalmış olduğunu, limana bağlı bazı gemilerinin bakımsızlıktan çürüyerek battıklarını.. nükleer silahlar hariç tutulduğunda, ‘caydırı güç’ olma vasfını kaybetmiş olduğunu.. bunun artık uluslararası askeri basın nezdinde haber değeri bile kalmamış bir gerçek olduğunu.. düşünürsek?

– Rusya Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın bir süre önce ‘Bir an önce toparlanıp Türk Donanması’nın Karadeniz’deki hakimiyetini kırmalıyız’ şeklinde bir demeç verdiğini.. düşünürsek?

– Rusya’nın Karadeniz Filosu’nun, ufacık Gürcistan savaşında bile yetesiz kaldığını.. Rusya’nın elinde, ‘kuvvet aktarımı’ için uygun platform kalmadığını.. ya doğru dürüst bir ürünü geliştiremiyeceğini bildiğinden ya da bu işi mantıklı bir süre içinde bitiremeyeceğini değerlendirdiğinden, Fransa’dan MISTRAL sınıfı platformların inşaası için know-how transferi talebinde bulunduğunu.. Türk donanmasının ise aynı tip geminin milli olarak inşa edilmesi için ihale hazırlıklarına başlamış olduğunu.. düşünürsek?

– Kıbrıs – Gazze açıklarında muazzam doğalgaz yatakları bulunduğundan ve İsrail’in Gazze politikasının bile bu keşfe bağlı olarak şekillendiğinden bahsedildiğini.. Türkiye’nin bu uluslararası sularda arama yapması için bir şirkete ruhsat veren Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, “KKTC’nin statüsü kesin olarak belirlenmeden buna hakkı olmadığını” öne sürerek protesto ettiğini.. bu protestonun Kıbrıs ile işbirliği anlaşması imzalamış olan Mısır’ı da kapsadığını.. arama çalışmalarını yapması kararlaştırılan şirketi de uyarararak çalışmaların başlamasına engel olduğunu, Türk donanması’nın bu bölgede epeydir sürekli devriye yapan unsurlar bulundurduğunu.. düşünürsek?

– Geçtiğimiz günlerde, Deniz Kuvvetlerimizin Deniz Havacılığı unsurlarına ev sahipliği yapan Cengiz Topel havaalanındaki hangarlarda gizli çekim yapanların yakalanmış olduğu, bunların elde ettikleri bilgileri Yunanistan’a ilettikleri, basına yansımışken.. ve bu üssün, Ege’nin taktik ve gerçek zamanlı resmini Türk karargahlarına yansıtma kabiliyetini oluşturan, MELTEM projesi çerçevesinde edinilmiş olan hava unsurlarını barındırdığını.. düşünürsek?

Ya da, bu operasyonlarla tasfiye edilecek komutanların ve komutan adayı subayların yerine getirilecek Ergenekoncu kadrolara yol açmak mı amaçlanmaktadır?
Bugün akşam saatlerinde, ‘Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şubesinde, savcılık arama yaptı..’ haberi gündeme düştü..
Yazıldığına göre, askeri yetkililer eşliğinde yapılan aramada, İstihbarat Şube Müdürü’nün odasındaki döşeme parkeleri söküldü.. Parkelerin altından çuvallar dolusu saklanmış belge çıktı. Bulunan belgelerin içinde ‘Çok Gizli Askeri Evrak’ sınıfından belgeler de var..

Buraya kadar yazdıklarımın tamamı adliyeye yansımış haberlerden aklımda kalanlar.. Bunları duymayan, okumayan kalmamıştır..

Bir de, henüz adliyeye yansıyıp yansımadığını bilmediğim bir gazete haberi var:

Muğla Aksaz Deniz Üs Komutanlığı TCG Çandarlı gemisinde askerlik görevini yaparken geçtiğimiz şubat ayında kamarasında asılı halde bulunan Taner Deş’in ölümüyle ilgili savcılığa ulaşan ihbar mektubunun ayrıntılarına Taraf ulaştı. Deş ailesine hitaben yazılan ihbar mektubunda “Oğlunuz intihar etmedi. Kıbrıs’tan gemiye yüklenen çok miktardaki sigara ve alkollü içeceği ihbar edeceği için öldürüldü” ifadesi yer aldı. Deş’e ölmeden önce işkence yapıldığına vurgu yapılan mektupta, erler komutanları tarafından şöyle uyarılmış: “Savcılara Taner Deş’in ölümü hakkında bir şey bilmediğinizi söyleyeceksiniz. İstediğimiz gibi ifade vermezseniz sonunuz Taner Deş gibi olur.”

“Allah iftiranın yakışanında korusun” demiştik.. Bu haber doğru olmasa bile maalesef yakışıyor. Şu olayı yazmıştık:

“Bu iki çağrışım, aklıma bir üçüncüyü getirdi. 12 Mayıs, 2010 gününden başka bir gazete haberi:
Erdek’te bulunan Mayın Filo Komutanlığı’na bağlı Edremit gemisi, NATO görevi gereğince bulunduğu İspanya’dan döner. Alınan bir ihbarla, Sahil Güvenlik ekipleri, savcı nezaretinde yaptıkları aramada, gemide 5,000 paket kaçak sigara ile 300 şişe kaçak viski ele geçirir. “Eyvah” dedim, “bizim bahriyeliler kaçakçılık huylarından vazgeçmemişler.. Atilla Kıyat amiralimin emekleri boşa gitmiş..”
İşte bu düşünceler, bana, zaten aklımda olan Atilla Kıyat’ın kitabını öne aldırdı.”

Son söz: Ne oluyoruz?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Abdullah Gül gibi on arkadaşım olacağına, Bülent Arınç gibi bir arkadaşım olsun..” /2010/12/bulent-arinc-harbi-akpli/ Wed, 08 Dec 2010 16:45:59 +0000 /?p=10542

Bülent Arınç, sanki Tevfik İzmirli’yi duydu..

Kendisinden beklediğimiz tavrı koydu..

Polisin tutumunu eleştiren ilk AKP’li oldu..

Başbakan’a yaranmaya çalışan diğerlerinden ayrıldı..

Arınç ‘harbi’ bir siyasetçi..


Merhabalar..

“Çevik kuvvet polisi ülkenin utancı, hükümetin yumuşak karnı..” başlıklı yazımda, “Bülent Arınç! Hani vicdanın sesi sendin?” demiştim..
Arınç yanıltmadı.. Kendisinden beklediğim tavrı koydu..

Habertürk TV’de konuk olarak katıldığı söyleşide konuya hukuk ve daha önemlisi akıl ve vicdan çerçevesinde bir yaklaşım sergiledi.

“Tabanca, bıçak, molotof kokteyli gibi öldürücü, yaralayıcı alet ve silah kullanmayan gençlere karşı aşırı güç kullanılmıştır.. Polisimizin daha akıllı, ölçülü davranma gereği vardır.. Vilayet ve Emniyet içinde soruşturma açılmalıdır..” dedi.. Konuşması nasıl olsa basında yer alacaktır.. Tamamı o zaman okunabilir..

Benim açımdan önemli olan bu kişilikli tavrı.. Diğer tüm bakanlar, velinimetleri Tayyip Erdoğan’a yaranabilmek için, kişiliksiz, başbakanın yaklaşımını bire bir kopyalayan demeçler verirken.. Arınç bu kolaycılığa kaçmadan bildiğini söylemiştir.. Konuşmasında, Başbakan’ın bu konudaki söylemlerini açıkça eleştirmese de, o tezleri tekrarlamayarak, aslında katılmadığını belli etmiş oldu..

AKP’nin – varsa – ideolojik çekirdeğinin merkezinde yer aldığı söylenen, parti örgütünün ‘tek geçtiği’ konuşulan, üniformalı Kemalist bürokrasinin ‘En tehlikeli AKP’li’ olarak değerlendirdiğine inanılan Arınç’ın kerameti işte bu tutumunda saklı..

Arınç ‘harbi’ bir siyasetçi..
Ne başbakanın karşısında ne generallerin karşısında eğilip bükülmüyor..
Bu gücü nereden alıyor olabilir?
Bendeki izlenim şu: Arınç.. dünya malıyla alakalı değil.. Bu açıdan Bülent Ecevit’e benzetiyorum.. Ya hiç olmamış.. ya da yaşadığı evlat acısından sonra alakasını kesmiş olabilir.. Kendisini tanımıyorum.. Bilgim yok.. Ancak görünen o ki.. kimseye borcu yok, yaranma ihtiyacı yok..

Fikren ne kadar karşı olduğunu bildiğimiz ‘Silivri tutukluları’nın maruz kaldıkları “uzun tutukluluğun cezaya dönüşmesi” eziyetine de karşı çıkan o,

Zahid Akman’ın pişkinliğine karşı çıkan da.. Adı yolsuzluğa karışan AKP’liyi istifaya davet eden de.. Daha pek çok böyle örnek var..

Benim AKP içindeki favori portrem Bülent Arınç..
Gönlüm, sürekli gülümseyen.. poker oyuncusu gibi hiç renk vermeyen.. sürekli olarak genç bir kaymakamın da yapabileceği yuvarlak ve boş konuşmalar yapıp hiç birşey söylemeyen, Abdullah Gül tipi insanlara ne kadar uzaksa, Bülent Arınç gibi insanlara o kadar yakın..

Abdullah Gül gibi on arkadaşım olacağına Bülent Arınç gibi bir arkadaşım olsun..
Adam gibi olsun da.. Hangi görüşte olursa olsun..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli..

]]>
Tevfik İzmirli – Otokar’dan bir yerli tasarım zırhlı araç daha: ‘ARMA’ – Yeni ürün, ilk ihracat.. TSK ihalesine hazırlanırken önce yurtdışına satıldı.. /2010/12/otokar-arma/ Wed, 08 Dec 2010 06:38:02 +0000 /?p=10451

Merhabalar,

Savunma Sanayimizin, yeni bir ürünü daha karşımızda.. Hem de denemeleri bitip hazır hale gelir gelmez yurt dışından ilk siparişini almış olarak..

Otokar, SSM’nin (Savunma Sanayi Müsteşarlığı) açmış olduğu ‘ÖMTTZA’ (Özel Maksatlı Taktik Tekerlekli Zırhlı Araç) ihalesinde FNSS ve HEMA’nın araçları ile rekabet halinde olan ARMA için ilk yurtdışı siparişinin alındığını, ülke adını gizli tutarak açıkladı..

Açıklamada, siparişin toplam USD 10,6 Milyon olduğu, teslimatların 15 ayda tamamlanacağı yer alıyor..
Bu, boyut olarak fazla büyük bir sipariş değil.. 15 – 20 Civarında aracı kapsadığı tahmin edilebilir.. Ancak, henüz TSK envanterine kabul edilmemiş bir Türk Savunma Sanayi ürününün yabancı bir ülkenin silahlı kuvvetleri tarafından tercih edilmesinin bir anlamı var.. Artık Otokar’ın zırhlı araçlarda bir marka olarak kabul edildiğine işaret ediyor.. Önemi burada..

S.S. Müsteşarı Murat Bayar, bir zaman önce, “Fikri mülkiyet hakları kendimize ait olup da TSK envanterine girmiş olan bir silah sistemi ya da platform yoktur ki yurt dışından müşteri bulmakta zorluk çekelim” anlamına gelecek bir ifade kulllanmıştı.. Artık bu eşiğin de aşılmış olduğu görülüyor.. Bundan önce de, NUROL’un 50 adetten fazla EJDER adlı Tekerlekli Zırhlı Aracı, hala TSK envanterinde mevcut olmamakla birlikte, Gürcistan Silahlı Kuvvetleri tarafından satın alınmıştı..

Başta FNSS’nin gerçekleştirdiği ve devam ettiği ihracat programları olmak üzere diğer üreticilerimizi de göz önüne aldığımızda, Türkiye ZPT (Zırhlı Personel Taşıyıcı)’larda ve ZMA (Zırhlı Muharebe Aracı)’larında belli başlı tedarik kaynaklarından birisi olma yolunda ilerliyor, diyebiliyoruz. Hele bu gelişmede, tasarımı kendimize ait araçların payı arttıkça, savunma sanayimizin geleceğine olan güvenimiz daha da kökleşiyor.

ARMA’ya dönersek, bugüne kadar 20’ye yakın ülkeye zırhlı araç ihraç etmiş olan Otokar, ARMA’yı SSM’nın ÖMTTZA ihalesini hedef alarak hazırlıyordu. Tasarım çalışmaları 2007 yılında başlatılmıştı. SSK bu ihale ile toplam 336 adet taktik tekerlekli zırhlı araç ve ilgili görev donanımlarını tedarik edecek. Bunların 39 adedi ‘Komuta Aracı’, 114 adedi ‘Sensör Aracı’, 113 adedi ‘Destek Aracı’, 40 adedi ‘Radar Aracı’ ve 30 adedi de KBRN (Kimyasal, Biyolojik, Radyasyon, Nükleer) Keşif Aracı konfigürasyonunda olacak.. Otokar, tekliflerin verilmiş olduğu bu ihalede FNSS Savunma Sistemleri A.Ş. ve HEMA Endüstri A.Ş. ile yarışıyor..
FNSS’nin aracının adı PARS ile, HEMA’nınki ise HİTİT adını taşıyor..

ARMA’nın bazı özellikleri şöyle;
Uzunluk: 6.4 mt., En: 2.7 mt., Genişlik. 2.2 mt.
Muharebe ağırlığı: 19 ton. Faydalı yük: 4,500 kg.
Motor: 45o Hp Su soğutmalı türbo diesel. Otomatik şanzuman.
Azami yol hızı: 105 km/saat. Menzil: 700 km.
Güç / ağırlık oranı 24.3 hp/ton.
Ön iki çift tekerlek yön kumandalı. Dönüş yarıçapı: 7.85 mt.
Bağımsız hidrolik – havalı süspansiyon.
Engele azami yaklaşma ve uzaklaşma açısı 45 derece.
Azami tırmanma %60. Azami yana meyil: % 30
Geçebildiği azami hendek açıklığı: 1,2 mt. Azami engel yüksekliği 60 cm.
C-130 nakliye uçağı ile taşınabiliyor..
ARMA 6×6’da standart ekipman olarak KBRN koruma sistemi ve A/C mevcut.
Arazi durumuna göre 6×6 ya da 6×4 kullanılabiliyor.
Amfibik özelliği ile suda gidebilen ARMA’nın 2 adet hidrolik güç sistemi ile çalışan pervanesi var.
Bu sayede suda keskin dönüşler yapabiliyor.
Üzerinde, kullanıcı talebine göre değişik kule ve silah ile teslim edilmesi mümkün.

Otokar’ın ARMA ailesinin 8×8′ lik üyesini de geliştirdiği biliniyor..

Otokar’ın WEb sitesine bugün koyduğu duyuru şöyle:

Otokar ARMA’ya ilk sipariş yurtdışından…
Türk savunma sanayiinin lider kara araçları tasarım ve üreticisi Otokar, ARMA ile taktik tekerlekli zırhlı araç ailesini tamamladı, yeni 6×6 ARMA zırhlı muharebe aracı için ilk siparişi yurtdışından aldı.

Bir Koç Topluluğu şirketi olan Otokar’ın, dünyada 20’ye yakın ülke ordusunda hizmet veren zırhlı muharebe araçları, Otokar’ın yeni aracı ARMA’ya referans oldu: ARMA zırhlı muharebe aracı, daha Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterine girmeden yurtdışından sipariş aldı… Taktik zırhlı araçları ile dünyada tanınan bir marka haline gelen Otokar, anlaşmaya göre 6×6 ARMA zırhlı muharebe aracını 15 aylık dönem içerisinde partiler halinde teslim edecek. Siparişin toplam değeri ise yedek parçalar, eğitim ve özel ekipmanlar da dahil olmak üzere yaklaşık 10.6 milyon dolar.

Konuyla ilgili yaptığı açıklamada Otokar’ın Türk savunma sanayisini dünyada temsil eden ve gücünü sergileyen lider konumu ile gurur duyduklarını söyleyen Otokar Genel Müdürü Serdar Görgüç, “Tasarımı ve üretimi tamamen Otokar’a ait olan araçlarımızın uluslararası piyasalarda gösterdiği başarı, ülkemizin tasarım ve üretim gücünü tüm dünyaya kanıtlama açısından bize gurur veriyor.” dedi.

Görgüç, Otokar’ın ARMA ailesi ile ürün yelpazesini genişlettiğini belirterek şunları söyledi: “Bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde 4×4 Cobra ve ZPT taktik zırhlı araçlarımız ile farklı coğrafi bölgelerde hizmet veriyorduk. Elde ettiğimiz bilgi birikimi ve deneyimimiz ile yeni tasarladığımız ARMA serisi ile çok tekerlekli zırhlı muharebe araçları alanına da adım attık ve zırhlı taktik tekerlekli araçlar ürün gamımızı tamamladık. 6×6 ARMA’yı ilk kez Haziran ayında Paris’te düzenlenen Eurosatory Fuarı’nda tanıtmış ve birçok yabancı silahlı kuvvetlerden büyük ilgi görmüştük. İlk siparişi de yurtdışından aldık. Yeni devreye alınan bu tür bir ürün için siparişi ilk kez yurtdışından almamız, Otokar’ın dünyada artık bir marka haline geldiğinin ve kullanıcıların Otokar zırhlı araçlarının performansına olan güveninin bir göstergesi. Amacımız, Türk tasarımı ve mühendisliğini tüm dünyada temsil etmek” dedi. ARMA aracının güncel ihtiyaçlar ve dünyadaki gelişmeler doğrultusunda en modern teknolojilerle tasarlandığını ve geliştirildiğini söyleyen Görgüç, “Günümüzde modern ordular, kullanılan araçlarda hareket kabiliyeti, modülerlik ve yüksek koruma arayışındalar. ARMA ile üstün Ar-Ge kabiliyetimiz ve mühendislik deneyimimiz ile bu üç bileşeni ideal biçimde sunuyoruz. ARMA, üstün taktik özellikleri olan, istenen düzeyde koruma seviyesi sunabilen, değişik tiplerde farklı ihtiyaçlara cevap verebilen modüler yapıda bir taktik tekerlekli zırhlı araç ailesi. Önümüzdeki yıllarda ARMA aracımızın daha birçok uluslararası başarısını bekliyoruz…” diye konuştu.

6×6 ARMA, Yüzme Kabiliyetine Sahip

Otokar, sahip olduğu mevcut tasarım ve mühendislik alt yapısı ile, tüm fıkri sınai mülkiyet hakları kendisine ait olan ARMA aracını kendi özkaynaklarını kullanarak geliştirdi.

İlk olarak 6×6 tipi geliştirilen ARMA taktik zırhlı araç ailesi modüler bir platform olma özelliği taşıyor. Farklı görevlere uygun geliştirilebilen araç, ihtiyaçlar doğrultusunda farklı silah ve kule sistemleri ile donatılabiliyor.

6×6 ARMA zırhlı muharebe aracı, sürücü ve komutan dahil toplam 10 personel, 19 ton muharebe ağırlığına sahip. Aracın sağ ön tarafına yerleştirilmiş motoru sayesinde geniş iç hacme kavuşan zırhlıda, araç içinde ergonomik çalışma ortamı sağlanıyor.

Bağımsız hidropnömatik süspansiyonu, kilitli transfer kutusu özelliğiyle her arazi koşulunda hizmete hazır ARMA, amfibi (yüzer) operasyon kabiliyetine de sahip. ARMA, düşük dönüş çapı, patlak gider lastikleri, hesaplı yakıt tüketimi ve düşük operasyonel giderleri ile dünyadaki benzerleri arasında dikkat çekiyor.

Araçta yer alan balistik ve mayına karşı korumada etkin monokok gövde yapısı, mayına ve patlamaya karşı korumalı koltuk sistemleri ve Kimyasal Biyolojik Radyolojik Nükleer koruması ile mürettebatın da güvenliği sağlanıyor.

]]>
Tevfik İzmirli – ‘Yonca – Onuk’ Tersanesi – KAAN Sınıfı Hücumbotlar – ‘Türk mühendisliğinin az bilinen gerçek uluslararası markası’.. /2010/12/yonca-onuk-tersanesi-kaan-sinifi-hucumbotlar-turk-muhendisliginin-az-bilinen-gercek-uluslararasi-markasi/ Mon, 06 Dec 2010 17:00:10 +0000 /?p=9592 Merhabalar,
Yonca – Onuk, sanki Türkiye’nin en iyi saklanan sırlarından biri. Bu hikayeyi anlatmaya nereden başlamak uygun olur? Önce bir fotoğraf. Bazen bir fotoğraf bir çuval laftan daha anlamlı..

Tarih: 4 Aralık, 2008. Yer Karaçi Limanı.
Pakistan Donanması’nın PNS Karrar’ı hizmete alma töreninden bir görüntü. Pakistan Deniz Kuvvetleri’nin yüksek komuta kademesi ve gemi personeli, geminin baş üstü güvertesinde toplu halde. Ön sıranın ortasında oturan, Pakistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Muhammad Afzal Tahir. Tahir az önceki konuşmasında konuşmasında Türkiye’ye verdiği destekler için teşekkür ediyor ve geminin ‘teknoloji harikası’ -state of the art- bir gemi olduğunu olduğunu vurguluyordu.
Pakistan Donanması PNS Zarrar’ı da Aralık, 2007’de teslim almıştı.
Pakistan, gemilerde kullanılacak SSM (Denizden denize füze – surface to surface missile) lerde tercihini Çin füzelerimden yana kullandı.
Füzelerin gemilerin Aselsan imalatı elektronik atış kontrol sistemine entegrasyonu ve takılması yine Aselsan tarafından gerçekleştirdi.
Gemilerin top ve makinalı tüfekleri yine Aselsan imalatı STOP ve STAMP denilen insansız top ve makineli tüfek platformları üzerine takılı.
Dikkat ederseniz poz, Osmanlı bahriyelilerinin, Avrupa’dan alınan harp gemilerinde verdikleri pozun aynısı. Nereden nereye!
Her iki gemi de Yonca – Onuk imalatı MRTP – 33 tipi hücumbotlar..


Yonca – Onuk’un gelişim hikayesi, özetle şöyle: Ekber Onuk otomotiv sektöründe çalışan bir uçak uçak mühendisidir. Spor Anadol’u tasarlayan ekibin üyesidir. ardından THY’de çalışmıştır. ’85 yılında Şakir Yılmaztürk ile ortak olurlar. Amaçları dünya klasında yat imal etmektir. Teknolojinin önce havacılık sanayi tarafından geliştirildiğini, oradan otomotive, en son olarak da gemi sanayine uygulandığını bilmektedirler. ABD’nin önde gelen yat imalatcılarını gezerler, incelerler, ortaklık görüşmeleri yaparlar. Sonunda, ortada ileri bir teknoloji bulunmadığını, Amerikan yatlarının sadece kaliteli malzeme ve titiz işçilikle imal edildiğini ama bilimsel bir altyapının mevcut olmadığını tebit ederler. İki ortağın yaptıkları teknik değerlendirmeler, teknolojiyi baştan ve kendi imkanlarıyla geliştirerek dünya çapında bir ürün yaratma tutkuları, öngörülerinin nasıl doğru çıktığı, başka bir deyişle kuruluşun teknik gelişim serüveni apayrı bir gurur hikayesi..
İnşa ettikleri 30 metrelik ilk mega yat olan YONtech 105 modeli ‘M/Y Motali’, tüm dünyanın dikkatini çeker,
Ekber Onuk anlatıyor:
“- İnşasında, bu denli ileri kompozit (yapıdaki kevlar ve karbon lifleri yüzdesi ve uygulanan teknoloji açısından) malzeme kullanılan en büyük motoryattı.
– YONtech 105 otomotivdeki en güncel estetik standartları (biodesign) uygulayarak Megayat stilinde çığır açmıştı.
– YONtech 105 kumanda köprüleri tamamen SAE (Society of Automotive Engineers) ergonomi tavsiye ve kuralları içerisinde çizilmiş ilk megayattı.
– Ve 1992 Superyacht Konferansında gururla beyan ettiğimiz gibi “bugüne kadar yapılmış hiçbir teknenin, hiçbir ayrıntısını, hiçbir ölçüde kopya etmemiş tek tekneydi”. Bu tekneyle ABD ENdüstri Tasarımcıları Birliği’nin ‘Endüstriyel Tasarım Mükemmelliyeti” yarışmasında 3. lük ödülünü alırlar.

S-36 – Yonca Onuk’un yürürlükte olan mega yat programının en üst modeli..

Ardından, bünyesinde zaten askeri teknelerin tasarım üstünlüklerini barındıran YONtech 105 konseptini, askeri bir tekneye dönüştürme çalışmaları başlar. Bu arada Ekber Onuk’un oğlu Kaan Onuk da İTÜ Uçak Mühendisliğinde okumaya başlamıştır.. Kaan, o genç yaşında bile, dünyaca ünlü hücümbotlarda tasarım hataları bulup bunları eleştirebilmektedir, tasarım değişiklikleri önerebilmektedir.

Soğuk savaş bitmiş, dünya yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemde tehditler değişecek, kaçakçılıkla, insan kaçakçılığı ile, korsanlık ile, çevre sorunları ile mücadele önem kazanacaktır. Hayret edilecek konu, bu olağanüstü öngörülü değerlendirmeyi askeri bir kurum değil Yonca – Onuk firması yapmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, yüksek teknoloji içeren, çok hızlı, hareketli, düşük izli, STEALT özellikli ‘kıyı savaşı’ na dönük, nisbeten ekonomik platformlara talep dünya çapında patlayacaktır. Bu yarışa önde ve hazır giren önde gidecektir.. Aynen de öyle olur..

Yonca – Onuk, Kaan’ın da katkıları ile MRTP – 15’i – Çok Amaçlı Taktik Platform – geliştirir. 1995 Yılının sonbaharında, varılan nokta, bir dosya eşliğindeki maket halinde Sahil Güvenlik Komutanlığı’na iletilir. Komutanlık öneriyi İç İşleri Bakanlığı’na iletir. Bakanlık son derece etkilenir ve kaynak tasisinde bulunmaya karar verir.

Ve.. 1996 yılının Ocak ayında, Kaan daha 22 yaşındayken, otomobili ile yaptığı trafik kazasında hayatını kaybeder…

Kaan Onuk
Baba Ekber Onuk hayata küser.. işi bırakır.. Aynı yılın Nisan ayında S.G.Komutanlığı, benzer boyda tekneler için ihale açar.. Ortağı Şakir Yılmaztürk Ekber Onuk’a şunu söyler: “Pes edip bırakmaya hakkın yok. Benim maddi bir beklentim yok.. Bu Kaan’ın botu.. Geri dön.. Aynı ekiple şu tekneyi yapın.. Dünya tekne görsün!” Ekber Onuk bu motivasyonla tekrar işin başına geçer.. İhaleye katılırlar.. Dünyanın en bilinen tersaneleri arasından sıyrılan ‘Kaan’ın botu’ ipi göğüsler. Bu ilk bot, Yonca – Onuk botlarının en ufağıdır..MTRP – 15. İlk tekne ’98 Haziran ayında denize iner. Testlerde hedeflenen 54 knot (100 km./saat) hızın üzerine çıkar. İki yıl içinde 6 tekne teslim edilir. Şu anda 20’den fazla MRTP – 15 S.G. Komutanlığı ve Gümrük Muhafaza teşkilatında görev yapmaktadır.

Solda, MRTP – 15 – Hız 54 knot/saat. Sağda Gürcistan Sahil Güvenliğine ait bir MRTP – 20

Bu ilk ihaleyi, daha büyük boy tekneler için açılan ihale izler. Kazanan yine Yonca – Onuk olur. MRTP – 29 için 10 adet sipariş alınmıştır. Türkiye Sahil Güvenlik Teşkilatını modernize ederek güçlendirmektedir. Firmanın öngörüleri bir bir gerçekleşmektedir. Dokuzuncu tekneye gelindiğinde, S.G. Komutanlığı bunun bir boy büyük MRTP – 33 olarak üretilmesini ister.. Şu anda ulaslararası pazarları sallayan hücumbot böylece ilk defa Türk S.G. Komutanlığı için üretilir..

MRTP – 29. S.G. İçin ilk partide 9 adet üretilmiştir.
Bu arada, S.G. Komutanlığı, büyük bir jest yaparak bünyesine aldığı tüm Yonca Onuk MRTP’larını “Kaan Sınıfı” olarak adlandırır.

Bugün de tüm gemiler, Kaan – 15 Sınıfı, Kaan – 19 Sınıfı, Kaan – 29 Sınıfı, Kaan – 33 Sınıfı olarak tasnif edilmişlerdir..

MRTP – 33. Boy: 35,60 mt. Güdümlü Mermi Taşıyabilir Hücümbot.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, KAAN – 33 tipi hücumbotu Küveyt Emiri’ne ve Suriye Devlet Başkanı’na tanıtırken. Kumandada oturan, arkası dönük kişi Katar Emiri. Her iki ülke de KAAN sınıfı botlarla ilgileniyor.

Yonca Onuk MRTP’ları, şu ana kadar Gürcistan, Pakistan ve BAE’ne ihraç edilmiştir. BAE’nin toplam siparişi 34 adedin üzerindedir.
Malezya ve BAE ile yapılmış olan anlaşmalara göre, Türkiye’den yapılacak teknoloji transferi ile her iki ülkede lisans altında üretim başlayacaktır. Malezya’daki tersane hücumbotların bir iki tanesi hariç Güney Doğu Asya donanmalarına pazarlanmasından da sorumlu olacaktır.
Son iyi haber de Mısır’dan alındı. Mısır’ın siparişi 6 adet MRTP – 20. Üç adeti Türkiye’de, üç adet İskenderiye Tersanesi’nde üretilecekler.. İskenderiye’deki kompozit gövde üretim tesisin kuruluşunda ve siparişin alınmasında İsveç’li uzman bir kuruluştan destek alınmıştır. Mısır, bu ilk siparişten sonra MRTP – 33 programı başlatacaktır.
MRTP -33 şu anda kendi sınıfında en başarılı tasarımdır. Denizcilik, hız, STEALTH özelliği, düşük iz gibi konularda üstünlüğüne ek olarak, dünyada 45 metrenin altında olup uzun menzilli Harpoon füzesi ile donatılabilen tek hücumbottur. Bu boy teknelerde güvertedeki füze lançerleri sert havalarda denge problemi yaratmaktadırlar. Yonca – Onuk bu sorunu, katlanarak gövde içine alınan bir füze lançeri geliştirerek aşmış bulunuyor. Dünyada örneği bulunmayan bu özgün mühendislik çözümü, geçtiğimiz günlerde Avrupa Patent Dairesi tarafından patente bağlandı. Sadece bu buluş bile bir çok yabancı firmanın işbirliği tekliflerine yol açmaktadır.. Ekber Onuk’u bir MRTP – 33’ün üzerinde, bu gelişmeleri tanıtırken izleyebilirsiniz..

Yonca – Onuk, aslında fiziki alan açısından küçük bir tersanemiz. Üretim Tuzla’da, 7,000 m2 kapalı alanı olan bir tesiste sürdürülüyor.. Ancak yarattığı fark büyük. Uzmanlık alanı olarak “Yüksek hızlı, kompozit malzemeden imal edilen, 40 mt. altı, STEALTH özellikli, düşük izli MRTP – Çok Rollü Taktik Platform – ları seçmiş, bu alanda kendi teknolojisini geliştirerek kendini dünyaya kabul ettirmiş bir tersane. Yonca – Onuk’un ürettiği botlar, kendi sınıfında dünyanın en iyisi olarak kabul ediliyor. Ellerinde tuttukları dünya rekorları ve uluslararası patentleri olan, mühendislik ağırlıklı bir kuruluş..

Yonca – Onuk geliştirme çalışmalarına devam ediyor.. Sırada MRTP – 40 ve MRTP -55’in olduğu savunma çevrelerinde hem konuşuluyor hem heyecanla bekleniyor.. Hem kullanıcı ülke sayısında hem de ihracat ya da dışarıda üretim yoluyla satılacak bot sayısında büyük artışlar olacağına şüphe yok.. Ayrıca ihraç edilen her bot, Aselsan top ve makineli tüfek platformlarının ve elektronik gemi yönetim ve atış kumanda sistemlerinin ihracatı anlamına da gelmektedir..

Şu boyut olarak ufak, teknolojik olarak yüksek botlar, ülkemizi bir başka lige üye yapmış bulunuyor: “Kendi tasarladığı harp gemilerini, kendi tasarladığı silah sistemleri ile donatılmış olarak ihraç edebilen ülkeler ligi”.. Bu, kalabalık bir lig değil..

Ben MTRP’leri yaklaşan ‘Büyük Türkiye’nin – Ekber Onuk buna ‘Mini Dev Türkiye’ diyor – ayak sesleri olarak görüyorum.
Tek çıkış yolu vardı, Türkiye bu yolun varlığını biliyor, girişini bulamıyordu.
Artık buldu: Kendine güven + yetişmiş eleman + Ar Ge = Özgün teknoloji = Güçlü ve bağımsız Türkiye..

Yunanistan Dış İşleri Bakan Yardımcısı, ABD’de, “Fazla güçleniyorlar” diyerek endişe beyan ederken haksız değil..
Ama yapacak birşey yok.. Petrol satarak değil, en helal, en meşru yoldan güçleniyoruz..
Alın terimizle, göz nurumuzla.. çalışarak, üreterek..
Ne mutlu bize..

Yonca – Onuk’un ülkemize kazandırdığı prestiji görmek isteyenlere, internetteki Türk – Yunan ve Pakistan savunma forumlarına bakmalarını tavsiye ederim..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Askeri botlara ve mega yatlara ilave olarak firma Türkiye’nin tek ‘elle yapılan spor otomobil’ üreticisidir. Onuk Sazan adı verilen otomobile verilen ‘Sazan’ adı, rahmetli Kaan Onuk’un lise yıllarında Saint Joseph’deki lakabı.

]]>
Tevfik İzmirli – ‘Tütün, fındık, kuru üzüm, kuru incir’ derken römorkörlere geldik..” /2010/12/uzum-incir-romorkor/ Sat, 04 Dec 2010 09:37:43 +0000 /?p=9240 Merhabalar,
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz Pazar günü Haydarpaşa Garı’nda yangın çıktı. Tarihi binanın çatısı tamamen yandı. Eğer gar binası deniz kıyısında olmasaydı belki tamamen yanacaktı. Çünkü yangına yapılan sonuç alıcı tek müdahalenin Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün römorkörleri ile yapılabildiği görüldü. Fotoğrafta görülen su sütunları römorkörlerin su toplarından çıkıyor. Bu olaydan sonra İstanbul’a her mevsim tahsisli, havadan müdahale araçları alınması gündeme geldi. Belki de bu yangın sayesinde ilerideki yangınları daha donanımlı bir halde göğüsleyebileceğiz..

Haydarpaşa Yangını önemli bir olaydı. Kara itfaiyesinin etkisizliği, hava araçlarının İstanbul’da olmaması gibi yönlerini herhalde yetkililer değerlendirir..

Ben bu yangını TV’dan seyrederken ilgim olaya müdahale eden römorkörlere kaydı.

Aşağıdaki fotoğraf, Haydarpaşa yangınına müdahale eden üç römorkörümüzün ikisini gösteriyor. İmal yerleri Tuzla. Kurtarma – 5 ve Kurtarma – 6 kardeşler, hizmete girdikleri Ocak, 2009’da yanyana. Haydarpaşa’ya müdahale ettiklerinde yanlarında ‘Zübeyde Ana’ römorkörümüz de vardı.

Kamuoyumuz pek farkında değil ama Türkiyemiz ciddi bir römorkör ihracatcısı.. Tersanelerimizin bir çoğu römorkör imal ediyor. İçlerinde bu alanda uzmanlaşmış olanlar arasında Uzmar ve Sanmar öne çıkıyor.. Uzmar, neredeyse bir tersane değil, seri üretim yapan bir römorkör fabrikası gibi çalışıyor.. Sipariş beklemeden stoğa üretim bile sözkonusu.. Uzmar’ın römorkör ihraç ettiği ülkeleri sayıyorum: Hollanda, Panama, Hindistan, Fransa, Norveç, İngiltere, Almanya, Portekiz, İtalya, Şili..

Fotoğrafta, Uzmar imalatı römorkörlerden bir gurup toplu halde..

Sanmar’ın da ihracat yaptığı ülke listesi kabarık: Martinik, Rusya, Pakistan, ABD, Bulgaristan, İngiltere, Kazakistan, Dominik, Norveç, Fas, İspanya, İtalya, Liberya, BAE, Fransa, Almanya, Hollanda. Sanmar kendisine ait bir tersane olmadan çalışıyor.
Altta Sanmar’ın iki römorkörü..
Bu iki firmanın dışında, Karadeniz Ereğlisi’nden, Antalya’ya kadar römorkör inşa ve ihraç eden birçok tersanemiz mevcut.. Türk Malı römorkörler 4 kıtada hizmet veriyorlar..

Aşağıda, Ereğli tersane’sinin Meksika’ya ihraç ettiği iki römorkör Mexika yolunda, Kanarya Adaları’nın Las Palmas limanında bağlı iken görülüyorlar..

Römorkörün tanımı nedir? Diğer deniz araçlarına iterek ya da çekerek manevra yaptıran deniz araçlarına bu isim verilmiş. İngilizce’de ‘Tug Boat’ olarak adlandırılmışlar. ‘Tug’ çekmek, asılmak anlamına geliyor. Römorkörler ebad olarak ufak ama çekme gücü yüksek tekneler. Çok sağlam bir yapıları var. Ağırlık merkezleri olabildiğince aşağıda. Güçlü motorlarla donatılıyorlar. Çekme gücünü arttırmak için değişik pervane sistemleri kullanılıyor. ‘Kovanlı pervaneler’, bildiğimiz pervanelere göre yüzde yirmi fazla çekiş gücü sağlıyor.

Şu, bir kovanlı pervane sisteminin görünüşü..
En gelişmiş pervane sistemi ise, adını mucitlerinden alan ‘VSP’ sistemi. Sistemi icad eden Viyanalı mühendis Schneider olmuş. 1929 yılında, Alman Voith firması ile birlikte imalata başlamışlar.. Bu sistem, hem dümen hem pervane görevi yaptığından ayrıca bir dümene gerek bırakmıyor. Dikey bir eksenin etrafında dönerlerken kendi eksenlerinde de salınım hareketleri yapan kanatlardan oluşuyor. Bu dönüş hareketlerine kumanda edilerek gemilerin en keskin manevraları bile süratle ve dümene gerek duymadan yapması sağlanıyor.

Bir ‘VSP’ Sisteminin görünüşü..

Römorkörler çekme güçlerine göre sınıflandırılıyorlar. Buna ‘Bollard Pull’ ya da kısaca ‘BP’ deniyor. Türkçesi ‘Kanca Gücü’. Bollard, İngilizce’de ‘iskele babası’ demek. BP, Bir römorkörün, standart uzunlukta bir halatla bağlı olduğu bir babaya uygulayabildiği azami çekme gücünü ifade ediyor. Bu güçün birimi ton. Ölçme denemesi yapılırken hava ve denizin sakin ve su derinliğinin en az 20 metre olması gerekiyor. 80 BP’lik römorkör dendiğinde, 80 tonluk kanca gücüne sahip olan römorkör anlaşılıyor.

Römorkörler yangın söndürmede de kullanılıyorlar. Yangının cinsine göre, üzerlerindeki köpük ya da su toplarını kullanıyorlar.

Şu resimde, Tüpraş’ın römorkörleri, rafineri önünde yanmaya başlayan bir tankeri söndürürken görülüyorlar.

Yangına müdahale ederken yanan bölgeye girmek zorunda kalan römorkörler, kendilerine de su püskürterek soğutma uyguluyorlar..

Soğutma yeteneğini sergileyen bir römorkör. Uzmar’dan..

Römorkörlerin yaptıkları iş yüksek manevra yeteneği gerektiriyor.
Bu amaçla, dümen sistemleri yanında su jeti esaslı yönlendirme sistemlerine de sahip oluyorlar.

Aşağıda, Sanmar imalatı Ulupınar römorkörü kendi etrafında dönme yeteneğini sergilerken:

Römorkörler çok görevli platformlar. Herşey yolunda iken iterek, çekerek gemilerin limanlara girişine, çıkışına, yanaşma ve ayrılma manevralarına yardımcı oluyorlar. Refakat görevlerinde, tehlikeli sulardan geçiriyorlar. Kendisi hareket imkanına sahip olmayan deniz vasıtalarını, gitmeleri gereken yere ulaştırıyorlar. Mavna, şat gibi motorsuz yük vasıtalarını, tek tek ya da konvoy halinde çekerek nakliyede faydalı oluyorlar. Ayrıca deniz vasıtalarında ya da kıyılarda çıkan yangınlarda itfaiye görevi üstleniyorlar. Kazaya uğrayan, çarpışan, karaya oturan, fırtına yüzünden kontrol edilemeyen gemileri ve personellerini kurtarma faaliyetlerine de katılıyorlar. Bütün bunlara ek olarak çevre koruma görevi de yapıyorlar. Gemi kazalarında denize yayılan akaryakıtı çepeçevre sararak yayılmasını önleyen yüzer bariyer sistemlerine sahipler..

Onlar denizlerin, göllerin, kanalların güçlü, çalışkan, marifetli emekçileri.
Sağlam, işe yarar ve gösterişten uzaklar. Yolları açık olsun..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Milli gelirimiz nasıl arttı? Hükümet rakamlara makyaj mı yapıyor? Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli’ye teşekkür borcumuz var.. Şimdilik ‘Satınalma Gücü Paritesi’ ile de olsa, trilyon dolar eşiğini geçtik..” /2010/11/milli-gelirimiz-nasil-artti-hukumet-rakamlara-makyaj-mi-yapiyor-prof-dr-ekrem-pakdemirliye-tesekkur-borcumuz-var/ Fri, 26 Nov 2010 22:00:31 +0000 /?p=7706

Merhabalar,

Ekrem Hoca, çalışan bir kafanın memleketine faydalı olmak için makama ihtiyaç duymadığını hepimize gösterdi.. Kendi adıma teşekkürlerimi sunuyorum. Allah uzun ömürler versin.

Şu günlerde neredeyse basının tamamında yer alan bir haber var.

Bakanlar Kurulu, ‘2011 Yılı Programı’nı hazırlarken, GSYH – Gayri Safi Yurtiçi Hasıla – hesaplamasında kulanılan serilerin yenilenmiş halini esas aldı. TÜİK – Türkiye İstatistik Kurumu – tarafından hazırlanan yeni serilerin kullanılması sonucunda SGP’ne – Satınalma Gücü Paritesi – göre milli gelir rakamımız ve buna bağlı olarak da kişi başına düşen milli gelir rakamımızda artış meydana geldi.

Gelirdeki bu artışlar ne AKP Hükümetin bir oyunu, ne de AKP Hükümeti’nin bir başarısı.. Sadece istatistiklerde kullanılan geçerliliği kalmamış eski seriler yenileniyor.

Rakamları yuvarlayarak yazarsak değişiklikler şöyle:

SGP’ne göre, 2010 yılı geliri, değişiklikten önce şöyleydi:
Kişi başına gelir: USD 13,038.- Milli gelir: USD 947.- Milyar

Değişiklikten sonra şöyle oldu:
Kişi başına gelir: USD 15,392.- Milli gelir: USD 1,118 Trilyon
Bu değişiklik ile, Türkiye, IMF’in sıralamasına göre, büyüklük sıralamasında Endonezya’yı geride bırakarak 16.’lıktan 15.’liğe yükseldi. Ayrıca kişi başına gelirde dünya 63.’lüğünden, 54.’lüğüne çıkmış olduk.

Peki, 2011 yılı için tahminler hangi yönde?
2011 için kişi başına gelir: USD 16,126.- Milli gelir: USD 1,185 Trilyon
Bu 2011 milli gelir toplamı ile dünya büyüklük sıralamasındaki yerimizin değişmesi beklenmiyor. Zira, artık önümüzde, yani 14. sırada, milli geliri 1,4 trilyon dolar olan Kanada oturuyor. Kişi başına gelir sıralamasında kaçıncı olacağımız hakkında bir tahmine ise rastlamadım.

Şimdi sırada nominal dolar ile bir trilyon dolar eşiğini aşmak var.. Ardından Cumhuriyetimizin 100. yılına ilk onda girmeyi hedefliyoruz.. Her iki günü de zevk ve heyecanla bekliyoruz.. Hele 100. yıl hedefini tutturabilirsek çifte bayram olacak..

Gelirdeki bu artışlar ne AKP Hükümetin bir oyunu, ne de AKP Hükümeti’nin bir başarısı.. Sadece istatistiklerde kullanılan geçerliliği kalmamış olan seriler yenileniyor.

Peki Ekrem Hoca’nın GSYİH artışı ile ne ilgisi var?
Bu konuyu ülke gündemine ilk getiren Pakdemirli Hoca oldu. 2000’li yılların başından beri, benim de biraz keyif ve merakla, biraz da sabırsızlıkla izlediğim bir kampanya yürütüyor. Nerede bir kürsü bulsa bu konudan bahsetti, nerede bir sütun bulsa bu konuda yazdı. Üniversitede, sendikaların toplantılarda anlattı da anlattı. Nerelerde, neler yazdığı, söylediği özetlenecek gibi değil. Google’a “Ekrem Pakdemirli milli gelir” yazarak aratınca pek çok yazı ve haber çıkıyor.

Ekrem Hoca’nın tezi, özetle şuydu:
“Milli gelir hesaplamasında kullanılan seriler zaman içinde geçerliliklerini kaybetmiş durumdalar.. Gerçeği yansıtmıyorlar. Bizim yaptığımız araştırmalar, bazı sektörlerde yüzde yüzün üzerinde fark olduğunu gösteriyor. Bu yüzden milli gelirimiz gerçeğinden ufak gözüküyor. Bu çarpıklığın, AB’nin üyelik müzekarelerinden tutun IMF ile olan ilişkilerimize kadar bir çok konuda aleyhimize etkileri var. Bu ufak göstermenin arkasında, 1970’lerden kalan, Dünya Bankası gibi destek alınan kuruluşlara karşı kendimizi daha fakir gösterme taktiği yatıyor olabilir.”

Ekrem Hoca, biraz da eski Hazine Müsteşarı olmanın kendisine verdiği vukufla, bu tezini desteklemek için pek çok örnek kullandı. Bunların en çarpıcı olanlarından birisi şuydu: “Şile ilçesindeki bir evin aylık kirası, Şile’nin nüfusu o zamanlar 20,000’in altında olduğu, için gelir hesaplarında sadece 14 dolar olarak kabul ediliyor. Nüfus 20,000’i geçtiğinde ise bu rakam sadece 54 dolara yükseliyor. Nerede 14 dolara, 54 dolara kiralık ev?”

Pakdemirli’nin tezini detaylı olarak anlattığı bir söyleşiyi aşağıya alıntılayarak bitiriyorum. Görüşmenin 2004 yılına ait olduğunu tahmin ediyorum.

Saygılarımla,

Tevfik izmirli

Eski ANAP milletvekili, eski Devlet Bakanı Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli kimdir?
İzmir 1939 doğumlu Pakdemirli, mekanik profesörü. ODTÜ Master, Londra Üni. DIC ve Doktorası var. İngilizce, Almanca biliyor. DPT Müsteşar Yardımcısı, 9 Eylül Üniversitesi Rektör Yard., Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı yaptı. Ulaştırma, Maliye ve Gümrük, Devlet Bakanlığı yaptı. Pakdemirli, Özal döneminde ekonomi yönetiminin kilit isimlerindendi.

DERYA SAZAK:
Türkiye, AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamak üzere 2005 yılını bekliyor. AB süreci hep siyasi yönüyle tartışılıyor. Son olarak Türkiyenin Milli Gelir Hesaplarına ilişkin bir kitap çalışmanız oldu. Sizce AB’ye ekonomik yönden hazır mıyız?

EKREM PAKDEMİRLİ:

Devlet İstatistik Enstitüsünün (DİE) yayımladığı rakamlara bakarsanız gerek borçlar, gerek makro ekonomik göstergeler yönünden olsun Türkiye, Maastricht kriterlerini henüz sağlayamıyor. Enflasyondaki düşüş olumlu ama tek başına yeterli değil. 2004’de oldukça yüksek çıkan büyümenin de sürdürülebilir olması gerekiyor. Buna karşılık ekonominin toplam büyüklüğünde ve kişi başına milli gelirde Avrupa ile aramız sanıldığı kadar açık değil. Ben 1990’lardan bu yana Türkiyenin milli gelirinin düşük hesaplandığını savunuyorum. İstatistiklere bakınca, tabloların altında ‘1968 fiyatlarıyla’ ya da ‘1987 fiyatlarıyla’ notuyla karşılaşırız. Bakanlığım sırasında bundan rahatsızlık duyardım. Dönemin DİE Başkanı’ndan milli gelire baz olacak fiyat serilerinin güncelleştirilmesini istemiştim. Çünkü ekonominin dışa açıldığı, Türk parasının konvertibl olduğu, tüketim kalıplarının değiştiği bir dönemde üretim ve hizmet sektöründeki gerçek büyüklükler değerlendirmeye alınmıyordu. Bazı fiyatlar 1968’in de gerisine gidiyordu… 1987’deki güncelleştirme sonrasında 2100 dolardı. 1987 serisine geçilmeyip 1968 değerleri kullanılsaydı, 2003 yılı için kişi başına milli gelirimiz DİE’nin hesapladığı 3375 dolar yerine 2300 dolar olacaktı.

Kişi başına ulusal gelir 1980’lerde ne gözüküyordu?

1983 – 87 döneminde ekonomi yüzde 40 büyümüştü. Yeni değerler milli gelir hesaplarına yansıtıldı. Seriler değişti. Mesela mangal kömürünün fiyatını yüzde 100 artırırsan, o zaman enflasyon yüzde yarım artıyor. Bugün öyle bir etkisi var mı mangal kömürünün? Demek ki ağırlıklar değişecekti. 2002 yazında Antalya’da Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikasının bir semineri vardı. Orada sayın Halit Narin dedi ki, “Çevreyi incelediğimde şunu görüyorum: Türkiyede kişi başına milli gelir 2600 dolar olamaz, yeni bir hesaplama yapılsa üzerine çıkar.”
1987’de olmayan mesela özel finans kurumları, factoring, tarımda hizmet sektörünün ağırlığını görüyoruz. Kayıt altında olmayan alanlar söz konusuydu. DİE’ye göre 1 milyon ton elyaf kullanıyoruz tekstil sanayiinde, halbuki bu işin başında olan Halit Bey, Türkiyenin elyaf tüketiminin 3.5 milyon ton olduğunu belirtiyor.

Ne oldu da birdenbire zenginleştik? Yüzde 82 fark etti. Sizin hesaplamalarınız milli geliri ne ölçüde yükseltti?

2003’ü söyleyeyim, DİEye göre 3375 dolar. Bizim hesabımızla 6034 dolar. Türkiye’nin kişi başına geliri… 420 milyar dolar. DİEye göre 280 milyar dolar. Toplam ulusal gelir. Kişi başına 11 880 dolar. Bir de satın alma paritesi çıkarmışsınız… 1987de yapılan araştırmaya göre, nüfusu 20 binin altında olan yerleşim yerlerinde ortalama kira 14 dolar, yani 20 milyon lira. İstanbul Şile’nin nüfusu 1987de 19 bindi, o halde Şile’de ortalama kira geliri 14 dolar. Eğer 20 binin üstündeyse 56 dolara çıkıyor. 2004 rakamlarına bakıyorum, kira geliri 14 ve 56 dolar. Olacak şey mi? Nerede 56 dolara ev? Hatta ben DİE Başkanına takıldım, bunları düzeltmezseniz televizyona çıkacağım ve 14 dolardan ev arayan vatandaşlara Bunların adresleri DİE’de var, gidin oradan alın diyeceğim diye… Kentler hızla büyüyor… DİE’nin 14.9 katrilyon dedikleri şeyi biz 42.2 katrilyon bulduk.

Konutun ulusal gelirdeki payı bu şekilde artıyor mu?

Olabilir, ancak 2000’li yılların düşünce tarzı bu olamaz. Kapalı ekonomiyken böyle şeyler belki geçerliydi ama bu çağda savunulamaz. Türkiye’nin bir iddiası var, Batı Kulubü denilen AB’ye gireceğim diyorsun, o halde zenginlerle eşit düzeyde bir ekonomik gelirin olacak. Sonuçta AB’ye yetişmek üzere üye oluyorsun, yoksa ben sana köle olacağım demiyorsun, eşit şartlarda adaylık istiyorsun. Bunun için de milli gelirin doğru bilinmesi lazım. Konut sayısını, sanayideki bazı verileri küçük gösterme 1970’lerden kalma bir anlayış olsa gerek. Dünya Bankası’ndan destek bu şekilde alınırdı.

Sizin bulduğunuz rakamların AB ölçütlerinde dikkate alınması mümkün mü?

Türkiye, 2005 yılında doğru rakamları ilan etmek durumunda. Merkezi Lüksemburg’da bulunan AB İstatistik Enstitüsü (Eurostat) tarafından iki ayrı proje yürütülüyor. 2005 yılında yayımlanacak. Tahmin ediyorum, benim bulduğum rakamlardan biraz daha fazlasını bulacaklar. Benimki pesimist kalacak. Benim iddiam şu: Satın alma gücünü düşündüğümüzde biz 25 üyeli Avrupa Birliğinde ekonomik büyüklük olarak 5. duruma geliyoruz. Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya’dan hemen sonra geliyoruz. İspanya’nın da önündeyiz. Rakamsal olarak… 850 milyar dolarlık bir ekonomik güç, 2002 yılında İspanya’nın biraz gerisinde görünüyoruz. 2001 krizi nedeniyle yüzde 9.3lük bir küçülme, daralma yaşanmıştı. O nedenle İspanyanın gerisine düştük. Bizim hesaplarımıza göre 2004’de rakamlar ortaya çıkınca biz İspanyanın mutlaka önündeyiz ve 5. ülke oluyoruz. Türkiye 1980’lerde Yunanistan’la kişi başına ulusal gelirde eşitti. Bugün biz 4 bin dolardayız, AB üyesi komşumuz 14 bin dolarda…

Neden?

1990 sonrası küme düştük! Belki koalisyon idaresine toplum olarak alışmamış olduğumuz için. 1990’lar kayıp yıllardı. Koalisyon artı kriz dönemleri. Şubat 2001’deki olaya bir bakın. Ne dendi sonra, kur makası çok açıktı da, anayasa fırlatma olayı aslında bahaneydi. Ben katılmıyorum. Tamamen siyasidir olay. DİE 1987’de bir sanayi profili çıkarmış. 15 – 16 senede yeni kurulanları dikkate almıyor. Ulusal gelir hesaplamalarında. DİE rakamları yenileyememiş.

Niye?

Çünkü hesaplama tarzlarını gizli yapmış, vermiyor. O gizlilik perdesi altında kendisini yenileme ihtiyacını hissetmemiş. Hem 1987 rakamlarında kalmışsınız hem de ekonominin yüzde 50’si kayıt dışı diye yakınıyorsunuz. Mesela konut sektörünün milli gelire katkısı yüzde beşlerde. AB’ye baktım, orada yüzde yirmilerde.

Nasıl oluyor da yeni veriler kayda girmiyor?

Maastrich’de de uymamız gerekli. Türkiyenin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi yetmiyor, Maastricht kriterlerine de uyması gerekecek. Orada diyor ki, ülkenin toplam borçları milli gelirin yüzde 60ını geçemez. Halbuki Türkiye’nin borçlarının milli gelire oranı yüzde 100. DİE’nin milli gelir hesaplarını Avrupa formatında yapması gerekecek. Fiyat serileri yenilenirse, AB müzakerelerinde elimizdeki kartlar güçlenir. Biz diyeceğiz ki, Türkiyenin milli geliri zannettiğiniz kadar az değil, yoksul bir ülke değiliz. Sanayi AB’ye hazır. AB üyeliğinde büyük engel görmüyorum. Türkiye de AB için bir kazançtır.

]]>
Tevfik İzmirli – ‘Mesela’ demişler.. ‘En büyük nüfuslu ülkeler en büyük toprağa sahip olsaydı..’ Ortaya bu harita çıkmış.. /2010/11/mesela-demisler-ortaya-bu-harita-cikmis/ Fri, 26 Nov 2010 12:49:27 +0000 /?p=7676 Foreign Policy dergisi bir dünya haritası yayınlamış..

Mevcut ülke sınırları değişmiyor. Sadece ülkeler nüfusa göre baştan dağıtılmışlar.

Örneğin, en büyük nüfuslu Çin, en büyük araziye sahip olan Rusya’nın yerine taşınmış.

Haritaya göre bizim yerimizde Uganda oturuyor. Biz İran’a gitmişiz..

Bu sıralamada yeri değişmeyen dört ülke çıkmış: ABD, Brezilya, İrlanda ve Yemen..

Büyütmek için tıklayınız..

http://blog.foreignpolicy.com/posts/2010/11/23/tuesday_map_the_world_rearranged_by_population

]]>
Tevfik İzmirli – Türkiye, 2009 yılında TİKA eliyle 707, STK’lar eliyle 109, toplam 816 milyon doların üzerinde ‘Kalkınma Yardımı’ yaptı.. Bu bir gurur tablosu.. TİKA’yı tanıyalım.. /2010/11/turkiye/ Sun, 21 Nov 2010 11:36:02 +0000 /?p=6748 Bir Türk STK’nun Çad’da açtığı su kuyusu..

Merhabalar,

Kısa bir geçmişe kadar kendisi dış yardım alarak kalkınmasını gerçekleştirmeye çalışan Türkiye, artık yardım yapan (donör) ülkeler arasında yer alıyor. GSMH’mızın yaklaşık yüzde birinden fazlasını dünyanın dört bir tarafındaki yardıma ihtiyaç duyan insanlara ayırabiliyoruz. Ne mutlu bize..

Kalkınma yardımlarının devlet kuruluşları eli ile yapılanları, RKY – ‘Resmi Kalkınma Yardımı’ olarak anılıyor. Türkiye’nin bu konuda görevli kuruluşu ‘Türk  İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’. Kısa ve bilinen adı ile TİKA.

TİKA’nın kuruluş kararnamesinin tarihi 1992. Daha sonra, Dışişleri Bakanlığı’ndan alınarak 1999 yılında Başbakanlığa bağlanmış.

Aşağıdaki bilgiler TİKA’nın web sitesinden ve 2009 yılı raporundan derlenmiştir. Sizleri de TİKA’nın sitesini ziyarete davet ediyorum.. Bu kısa yazıda sadece TİKA’nın faaliyetlerine, o da ancak özetle değinebileceğim. STK’larımızın yaptıkları yardımlar da apayrı bir konu. Onları anmak amacıyla, yazının en başına Çad’da hizmete verdikleri bir su kuyusunun resmini koydum. TİKA sitesinde STK’ların çalışmaları hakkında da bilgi veriliyor.

TİKA’nın kuruluş amacı, web sitesinde şu şekilde belirtilmiş:

a) Gelişme yolundaki ülkelerle ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim işbirliğini, bu ülkelerin kalkınmalarına katkıda bulunacak projelerle geliştirmek,

b) Gelişme yolundaki ülkelerin kalkınma hedefleri ve ihtiyaçlarını da gözönüne alarak, ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel ve eğitim işbirliği ve yardım konularını belirlemek ve bu amaçla gerekli proje ve programları hazırlamak veya özel kuruluşlara hazırlatmak,

c) Gelişme yolundaki ülkelerin bağımsız devlet yapılarının geliştirilmesi, mevzuatın hazırlanması, kamu görevlilerinin yetiştirilmesi, serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde bankacılık, sigorta, dış ticaret, bütçe ve vergi sistemi gibi alanlarda ihtiyaç duyacakları yardımları sağlamak, bu ülkelere uzmanlar gönderilmesi, bu ülkelerden gelecek eleman ve öğrencilerin eğitim ve staj görmesi, bu kişilere burs tahsis edilmesi amacıyla gerekli düzenlemeleri ve koordinasyonu yapmak,

d) Eğitim ve kültür alanlarındaki işbirliği programlarının, yurtdışında, Türk Kültür Merkezleri aracılığıyla yürütülmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak.

e) Ana hizmet ve görevleriyle ilgili konularda diğer kamu kurum ve kuruluşları ile gerekli işbirliği ve koordinasyonu sağlamak.

TİKA’nın proje ve programlarının koordinasyonunu sağlamak üzere 23 ülkede 26 ‘Program Koordinasyon Ofisi’ bulunuyor. Koordinasyon ofisi bulunmayan ülkelere ait kalkınma yardımı çalışmaları, bölgedeki en yakın program koordinasyon ofisi  tarafından gerçekleştiriliyor. Ofis sayısı yıldan yıla artış göstermekte.

Aşağıdaki tablo şu anda mevcut olan 26 ofisten 22 tanesini göstermekte:

Yıllara göre Türkiye’nin yaptığı ‘Resmi Kalkınma Yardımları’ 2002-2009 (Milyon Dolar)

2009 yılında, 707,17 milyon dolar olarak gerçekleşen RKY’nin tamamı bağış niteliğinde olup, bu miktarın 665,31 milyon doları ülkelere yapılan iki taraflı yardımları, 41,86 milyon doları ise uluslararası kuruluşlar aracılığıyla yapılan çok taraflı yardımları göstermektedir.

Yardımlar şu kategoriler dahilinde yapılmaktadır:

1. Proje / Program Yardımları (PPY) ve Teknik İşbirliği Yardımları (TİY)
2. Acil ve İnsani Yardımlar
3. Barışı Yapılandırma Yardımları
4. Sığınmacılara Yapılan Yardımlar
5. Uluslararası Kuruluşlara Yapılan Katkılar

TİKA, kendi bütçesinin tamamını yardımlara harcamakla birlikte, yapılan yardımın gerektirdiği uzmanlık alanına göre, diğer kamu kuruluşlarının kendi bütçelerinden ayrılan fonlar da kullanılmaktadır. TİKA bu konuda koordinasyon görevini üstlenmektedir. Dış yardımlarda etkin olarak yer alan başlıca kamu kuruluşları:

– Milli Eğitim Bakanlığı,
– Emniyet Genel Müdürlüğü,
– Dış İşleri Bakanlığı,
– Kızılay,
– TRT,
– Diyanet İşleri Başkanlığı
olarak sayılabilir.

Aşağıda, örnek olması bakımından, TİKA’nın okul, hastane ve su konularındaki çalışmalarından bazı örnekler veriyorum. Daha, yol yapımı, tarımsal üretim desteği, gibi bir çok alanda çalışmaları var..

2009 Yılında ‘okul’ konusunda yapılan faaliyetler:

-Kırım Zuya Milli Mektebi İnşası.

Kırım genelinde eğitim kalitesinin yükseltilmesini ve sağlıklı koşullarda eğitim olanağı sağlanmasını hedefleyen “Kırım Özerk Cumhuriyeti Eğitim Altyapısının Desteklenmesi Projesi” kapsamında 2009 yılında; 10 derslikli ve 160 öğrenci kapasiteli Belogorsk Valiliği Zuya 2 numaralı Genel Eğitim (I-III dereceli) Okulu binası ve spor salonu inşaatı gerçekleştirilmiştir.

İnşası gerçekleştirilen diğer Okullardan Örnekler:
-Filistin’de Nurul Huda Okulu, Kalkilya Okulu ve Tulkarem Rasim Kemal Türk Okulu
-Karadağ Godiyevo Köyü’ndeki Şükriye Mecedoviç İlkokulu’nun Yeniden İnşası
-Kosova Mamuşa İlköğretim Okulu
-Bosna Hersek Cemal Bijediç Üniversitesi – İnşaat Fakültesi Yapımı

Onarımı ve/veya Donanımı Gerçekleştirilen Okullardan Örnekler:
– Arnavutluk Berat Çlirim 2 Anaokulu Tadilatı
– Gürcistan Hacılar Köyü Kamu Okulu Tadilatı ve Ek Bina İnşaatı
– Arnavutluk Berat Ruşnik Köprülü Mehmet Lisesi
– Kosova Han i Elezit “İlaz Thaqi” İlköğretim Okulu Bakım ve Onarımı
– Kosova İskenderay Anton Çetta Teknik Lisesi Bakım ve Onarımı
– Tacikistan Dangara Şehri 4 No’lu Okul Onarımı, Ek Bina Yapımı ve Donanımı
– Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Donanımı
– Bosna Hersek Novi Travnik’te 25 Derslik Donanımı

2009 Yılında ‘hastane ve sağlık merkezleri’ konusunda yapılan faaliyetler:

2000 m2’lik Bağdat Al Razi Hastanesi.
2010 Yılında tamamlanması planlanmaktadır.


İnşası Gerçekleştirilen Diğer Sağlık Merkezlerinden Örnekler:

– Afganistan, Vardak Vilayeti, Behsud İlçesi, Sangi Şande Kliniği inşası
– Türkmenistan Aşkabat Hastanesi Proktoloji Bölümü’nün Yenilenmesi
– Gürcistan Kadın Onkoloji Hastalıkları Milli Merkezi’nin Onarımı
– Bosna Hersek Konjic Hastanesi Tadilatı
– Azerbaycan Kemik İliği Nakli Merkezi Kurulması ve İşletilmesi Projesi
– Özbekistan Kemik İliği Nakli Merkezi Kurulması
– Kırgız-Türk Kemik İliği Nakli Merkezi’nde İlk Kemik İliği Nakli
– Makedonya Alikoç ve Kocali Köylerinde Sağlık Ocağı Kurulması
– Senegal-Dakar Üniversitesi’ne Mediko Sosyal Merkezi İnşası
– Senegal Pikine Sosyal Pediatri Enstitüsü Kadın ve Çocuk Sağlığı Merkezi İnşası
– Tacikistan Çocuk Onkoloji Hastanesi Yapımı
– Arnavutluk Tiran Üniversite Hastanesi’nde Çocuk Diyaliz Merkezi Kurulması
– Arnavutluk Vlora Bölge Hastanesi’ne Kan Bankası Kurulması
– Moğol-Türk Kan Bankası Kurulması
– Afganistan’da 4 Kliniğin İşletimi

2009 Yılı sağlıklı su sağlanması projeleri:
-Afganistan Su Kuyuları Programı
Kabil ili Kale-i Fatu Mahallesi Su Kuyusu Projesi ile bölge halkının günlük içme suyu
ihtiyacı karşılanmış, diğer yandan Tahar İşkemiş Akcer köyüne, Talokan Kliniği’ne, Vardak
Vilayeti’nde Sangi Şanda Okulu’na, Şahabuddin Okulu’na, Şuhada Arpan Okulu’na, Jagatu
Lisesi’ne, Gazi Kebirhan Okulu’na, Frahlam Lisesi’ne, Çelem Çay Okulu’na, Çavni
Köyü’ndeki CHC Kliniği’ne Mangali Köyü’ndeki BHC Kliniği’ne, Marak Köyü’ndeki BHC
Kliniği’ne ve Rakul Köyü’ndeki CHC Kliniği’ne su kuyuları açılarak halkın temiz suya
kavuşması sağlanmıştır.

2009’da Su ve su hijyeni alanında yürütülen diğer projelerden örnekler:
– Azerbaycan Su Kuyuları Projesi
– Etiyopya İçme Suyu Projeleri
– Filistin Gazze’de Su Kuyuları Projesi
– Moğolistan Tuv Vilayeti’nde Su Kuyusu Projesi
– Arnavutluk Kavaja İçme Suyu
– Makedonya Merkez Jupa İçme Suyu
– Sırbistan – Tutin Kenti İshale Hattı
– Kırım Üstün Yetenekli Çocuklar Yatılı Okuluna Temiz Su Sağlama
– Gine’de Su Kuyuları ve Su Deposu inşası
– Nijer Su Kuyuları Projesi
– Sudan Seccane Yurdu Kanalizasyonu Bakımı
– Sudan Atbara Arıtma Tesisi Ön İncelemesi
– Gürcistan Sabuie Köyü Su Deposu Rehabilitasyonu
– Lübnan Aidamoon Su Kaynakları ve Şehir Su Şebekeleri Etüdü

2009’da Türkiye’den en çok yardım alan 19 ülke ve yardım miktarları tablosu.

Bölgelere göre yardım miktarı..

2009’da ilk on donör arasına girdiğimiz ülkelerde, diğer donörlere göre durumumuz..

]]>
Biz NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in yardımcılığına bir Türk diplomatı getirildi zanediyorduk.. Meğer hükümet hepimizi aldatmış.. – Haber Hıncal Uluç’dan – /2010/11/biz-nato-genel-sekreteri-rasmussenin-yardimciligina-bir-turk-diplomati-getirildi-zanediyorduk/ Sun, 21 Nov 2010 02:01:04 +0000 /?p=6766

Merhabalar,

Hıncal Uluç, Sabah’daki köşesinde son derece önemli bir haberi gündeme taşıdı.

Hepimiz, NATO’nun 2009 zirvesinde eski Danimarka Başbakanı olan Rasmussen’in, NATO’nun en üst makamı olan Genel Sekreterliğe seçilmesinin Türkiye’nin itirazı ile karşılaştığını hatırlıyoruz.

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh RasmussenNATO Genel Sekreter Asistanı -Asisstant Secretary General- Büyükelçi Hüseyin Diriöz

Hıncal Uluç’un, ‘yıllarca NATO’nun başkenti Brüksel’de Anadolu Ajansı temsilciliği, yani neredeyse NATO Muhabirliği yapan deneyimli gazeteci’ ifadesiyle tanıttığı Sıtkı Uluç’un ağzından aktardığı habere göre, maalesef ortada hükümetin bir aldatmacası var.

Hem Sıtkı Uluç’un haberine, hem de NATO’nun resmi web sitesindeki açık bilgiye göre, NATO Genel Sekreteri olan Rasmussen’in sadece bir tane ‘Genel Sekreter Yardımcısı – Deputy Secretary General’ var, o da İtalyan Büyükelçi Claudio Bisogniero.

NATO Genel Sekreter Yardımcısı -Deputy Secretary General- Büyükelçi Claudio Bisogniero

Büyükelçi Hüseyin Diriöz ise, Genel Sekreterin mevcut yedi asistanından bir tanesi. Görev alanı ‘Savunma Politikası ve Planlama.’

Bu arada, NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevine bugüne kadar sadece bir Türk diplomatının atanmış olduğunu NATO sitesinde görüyoruz: Büyükelçi Osman Olcay. 1969 – 1971 Yılları arasında.

Hıncal Uluç’un Sabah’daki yazısına buradan, NATO web-sitesinin ‘kim kimdir’ bölümüne buradan oluşabilirsiniz.

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – “Üç gemi, bir mektup, bir ambargo..” – “TCG – Heybeliada neden bu kadar önemli?” – “Milletçe ikiyüz yıllık bir utançtan kurtuluyoruz..” /2010/11/tevfik-izmirli-uc-gemi-bir-mektup-bir-ambargo-tcg-heybeliada-neden-bu-kadar-onemli-milletce-ikiyuzyillik-bir-utanctan-kurtuluyoruz/ Sun, 14 Nov 2010 09:18:48 +0000 /?p=5901
Ağustos, 1914 – Londra – Winston Churchill, Donanma I. Lordu, Kraliyet Dış İşleri Bakanlığına:
– “Gemilere el koyuyoruz, işin diplomatik ve hukuki kılıfını hazırlamaya başlayın! Hiçbir hukuk kuralı Büyük Britanya’nın yüksek menfaatlerinin üzerinde olamaz!”

Kasım, 2010 – İstanbul – Tevfik İzmirli, Türk Vatandaşı:
– “Siz o hukuk masallarınızı, yüksek menfaat vecizelerinizi, ancak silah alabilmek için kapınıza gelenlere anlatırsınız!”


1 Ağustos, 1914’de ‘El konulan’ Sultan Osman dretnotu 1918’de İngiliz bayrağı altında.
(HMS Agincourt)

Devrinin en büyük ve en güçlü harp gemisi sınıfına mensuptu.
Deplasman: 27,500 ton / Boy: 204 mt. / Güç: 34,000 HP. / 4 Uskur. / Personel toplamı: 1,268
Silahlar: 14 x 30 cm. çapında top, yedi adet çiftli tarette. / 20 x15 cm. çapında top.
10 x 76 mm. uçaksavar topu. / 3 x 533 mm.lik torpido kovanı.
Hız: 22 Deniz mili (41 km/saat). Fiyatı: 2,900,000.- sterlin.



1 Ağustos, 1914’de ‘El konulan’ Sultan Reşat dretnotu 1918’de İngiliz bayrağı altında.
(HMS Erin)

Devrinin en büyük ve en güçlü harp gemisi sınıfına mensuptu.
Deplasman: 27,500 ton / Boy: 170 mt. / Güç: 26,500 HP. / 4 Uskur. / Personel toplamı: 1,070
Silahlar: 10 x 34 cm. çapında top, beş adet çiftli tarette. / 16 x 15 cm. çapında top.
6 x 57 mm. top / 6x 76 mm. uçaksavar topu. / 4 x 533 mm.lik torpido kovanı.
Hız: 21 Deniz mili (39 km/saat).

Gün gelir paran geçmez.. 1914 yılında geçmedi.. 2014 yılında da geçmeyebilir..
Parasını peşin ödediğin ‘dretnotları’ sana teslim etmediler.. Yarın da etmeyiverirler..
Ellerin böğründe, öylece kalakalırsın..
İngiltere’nin, New Castle şehrindeki ‘Armstrong – Vickers’ tezgahlarında, birisi teslime hazır, diğerinin bir kaç aylık işi kalmış iki dretnotumuza el koyduklarında, ‘Hamidiye Kahramanı’ Rauf Bey’in kalakaldığı gibi..
Ne zaman? 1 Ağustos, 1914 gününde.

Yani? Son taksit olan yediyüzbin sterlinin İngiltere’deki büyükelçiliğimizin hesabına geçmesinin ertesi günü. Gemiye Türk bayrağı çekilmesine yarım saat, fiilen teslim alınmasına yirmi saat kala.. Geminin adı ‘Sultan Osman’dı. Devrinin en büyük savaş gemisi sınıfı olan ‘dretnot’ tipinde bir zırhlı muharebe kruvazörüydü. Bugünün ‘uçak gemisi hükmündeydi’ desek abartı olmaz.. Geminin deneme seyirlerini tamamlamış mürettabatı indirilir..
Başlarında komutanları ‘Hamidiye Kahramanı’ Rauf Orbay, bin kişilik mürettabatı New Castle’a getirmiş olan Reşit Paşa vapuruna doluşup kös kös İstanbul’un yolunu tutarlar..
El konulan sadece Sultan Osman mıydı? Hayır.. Sultan Reşat dretnotuna ve iki adet muhribe de el koyarlar.

Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmışsındır.. Ordularının darmadağan olduğunu, Balkan hududunun Çatalca’ya dayandığını görmüşsündür.. Denizler Yunan’ın, Selimiye Camii Bulgarların elindedir..
Yunanistan’ın elindeki bir Averof zırhlısı dünyayı sana dar etmiştir.. Deniz hakimiyeti ellerinde olunca ister açıktan kara birliklerini bombalar, ister uygun gördüğü sahiline asker çıkarırlar.. Fakir halkının kuruş kuruş toplayarak Donanma Cemiyeti’ne bağışladığı paralar milyonlarca altın halinde İngiliz Maliye Bakanlığı’nın kasalarına akar.. gelecek gemilere ümit bağlarsın.. Birkaç gemi gelir. Henüz yeni bir harp çıkmasa da, Balkan topraklarını paylaşan komşuların, başta Yunanistan, deniz kuvvetlerini takviye etmektedir. Geride kalırsan artık elden çıkacak yerler İstanbul’dur, İzmir’dir. Hükümet olarak para arar bulamazsın. Sonunda fahiş bir faizle borç vermeyi kabul eden bir Fransız Bankası’ndan bulduğun krediyi İngiliz tersanelerine aktarır, ciddi boyutta siparişler verirsin. Aslında elinden geleni yapıyorsundur.. Ama vakit çoktan gelmiş de geçmiştir.

Gemilerine el koyduktan yedi ay sonra, hakimi oldukları denizlerden güven içinde geçerek Çanakkale’ye gelip dayanırlar.
Sen onların İskenderiye’deki toplanma ve eğitim merkezlerinden Ege adalarına, oradan Gelibolu’ya yaptıkları asker ve malzeme nakliyesine mani olmayı bırak, taciz dahi edemezsin..
Onlar deniz gücü olduklarından, senin iç denizin olan Marmara’da bile, İstanbul’dan Gelibolu’ya yaptığın nakliyeyi baltalarlar. Boğazlardan gizlice geçirdikleri denizaltılarının torpillediği gemilerde binlerce askerin denizde boğularak şehit olur. Sen utancından bunları gençlerine okutmazsın. Devamlı ‘karada’ ne kadar kahramanca dövüştüğünden bahsedersin..
İstanbul limanının içinde bile denizaltıları ile asker nakliye gemini batırırlar. Çanakkale’deki askerin kısıtlı karavana yiyerek dövüşmek zorunda kalır. Bunun sebebi memlekette fasulye kıtlığı olması değildir. Marmara’ya bile hakim olamadığın için kara nakliyesine mecbur kalmışsındır ve Gelibolu’ya tren hattın da yoktur.
Denizci İngilizler denizaltıları ile Şarköy yakınına o zamanın komandosu sayılan askerlerini çıkartıp karayoluna sabotaj bile yaptırırlar. Derince – Hereke yakınlarına sabotaj ekibi çıkarıp Anadolu – Haydarpaşa hattındaki bir demiryolu köprüsünü bombalarlar. Sen düşmanını denizde durduramadığın için bu defa demiryolu boyunca nöbetçiler dikmeye başlarsın. Kendi iç denizindeki bu harekat tarihe denizaltı çıkışlı ilk komando operasyonu olarak geçer. Aslında müttefikin Almanlar Tuna üzerinden denizaltı yollamasalar, İngiliz ve Fransız denizaltıları neredeyse Haliç’e girecektir.

Denizden rahat rahat geldikleri ve bol asker ve malzeme çıkarabildikleri için  savaş karada o kadar kanlı cereyan eder. Genç neslinin zaten sayısı az olan okumuşlarını kanlı piyade savaşlarında kırdırmak zorunda kalırsın.

Ey benim karacı Türküm! Çanakkale’den sonraki on yıllarda memlekette her konuda yetişmiş adam kıtlığı çekerken, bu kıtlıkla Çanakkale bağlantısını hep kurdun. Acaba Çanakkale kırımı ile donanma sahibi olmamak arasındaki ilişkinin aklına ne kadar geldi?


Devrin ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Jonson’un, Türk Başbakanı İsmet İnönü’ye, 5 Haziran, 1964’de yazdığı mektup ‘Jonson Mektubu’ olarak anılır.

ABD Cumhurbaşkanı, Kıbrıs’da yaşanan katliamlara mani olmak amacıyla müdahale kararı alan İnönü hükümetini bu mektubu ile uyarmış, hükümet bunun üzerine müdahale kararından geri adım atmak zorunda kalmıştı. Başkan Jonson, mektubunda, diğer hususların yanısıra, “ABD yardımından sağlanmış olan silah ve teçhizatı, ABD’nin izin vermediği harekatlarda kullanamayacağımızı” vurguluyordu.
‘El tersanesi ile donanma kuranın’, ‘Çeliğe hükmetmeyenin’ onurlu olmaya hakkı mı var? Yaladık yuttuk, oturduk yerimize.. Milletçe içimizde yaradır..


5 Şubat, 1975’de başlayan ABD’nin ‘Genişletilmiş silah ambargosu’, 26 Eylül, 1978 tarihine kadar sürdü.

Silahı verenlerin, hele bunlar yardım ya da hibe olarak veriliyorsa, bu silahların kullanımı üzerinde söz sahibi olabileceğini bu ambargoda gördük. Parça yokluğundan uçaklarımızı kaldıramaz, tanklarımızı yürütemez duruma düştük. Bu aşağılanma, bir yandan de halkımızın gözünü açan bir ders oldu. 1960’larda çıkarma gemisi yokluğundan, Kıbrıs’da Türk kanı döküldüğünde müdahale edememiştik. O ders ‘Kendi Gemini Kendin Yap’ kampanyalarına yol açmıştı. O açılan yolun TCG – Heybeliada’ya çıktığını görüyoruz.
Bugünkü savunma sanayimizi yaratan motivasyonumuzu bu ambargoya da borçluyuz.
Türk milletinin gözünü açtı. Sam Amca’nın dişlerini görmüş olduk..


(F – 511) TCG – Heybeliada, Türk bayrağı altında, 2 Kasım, 2010’da çıktığı ilk  deneme seyrinde görülüyor.

TCG – Heybeliada’ya ve onu takip edecek gemilerimize ‘El konulamaz, şart koşulamaz, ambargo uygulanamaz’.
Çünkü tasarımından ‘Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi’ne kadar kendi ürünümüz. ‘Fikri mülkiyet hakları’nın tamamı bize ait.
TCG – Heybeliada, kendi sınıfında çağının en ileri gemisi.
Zihnimizdeki anlamı ve gönlümüzdeki yeri ise boyunun çok ötesinde..
O, bizim iki yüzyıl aradan sonra ilk göz ağrımız..
Pruvası neta olsun! Allah’a emanet olsun! Sancağına layık olsun!

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın, resmi web sitesinde, TCG – Heybeliada’nın ilk deneme seyrine ait bir bilgi notu ve üç dakikalık bir video bulabilirsiniz.

(F-511) TCG – Heybeliada, MİLGEM (Milli Gemi) projemiz altında inşa edilecek ‘ADA’ Sınıfı Korvetlerimizin birincisi. Bu projenin hazırlık  çalışmaları 1996 gibi başladı. Geminin omurgasına ilk kaynak 22 Ocak, 2007’de yapıldı. İnşa yeri, Deniz Kuvvetleri’nin İstanbul Tersanesi. 27 Eylül, 2008’de denize indirildi.
Şimdi (F-512) TCG Büyükada aynı kızakta.. Toplamda oniki kız kardeş olacaklar.. Şimdiden ilk altı kardeşin isimleri ve borda numaraları bile belli. İkinci gemiden sonrası, harp gemisi üretimi için sertifikalanmış ve ön seçimi kazanmış sivil tersanelerimizde inşa edilecek. Bu sınıfın inşa faaliyeti 2020’li yıllara kadar uzanacak.. İlk sekizi bu boyda, ADA sınıfı olarak, diğer dördü biraz daha büyük boyda, F – 100 sınıfı olarak inşa edilecek.. F-100 Sınıfının inşasına başlamak için ADA sınıfının tamamlanması beklenmeyecek.

ADA Sınıfı korvetlere, şu ana kadar Kanada, Ukrayna, Pakistan, Bengaldeş ve iki Güney Amerika donanmasının ilgi gösterdiği ifade ediliyor. Pakistan’ın on yıllık bir program ile dört gemilik bir sipariş vermek istediği, bunun ilk gemisinin Türkiye’de, kalan üç tanesinin de yapılacak know-how transferi ile Pakistan’da üretileceği konuşuluyor.
(Pakistan donanması zaten Yonca – Onuk inşası hücümbotların kullanıcısı. Bu gemiler de yüksek teknoloji ürünü, kompozit malzemeden mamuller ve kendi sınıflarında dünyanın en iyileri. Şimdiden altı yabancı donanmada görev yapıyorlar.)

Ardından TF-2000 (Türk Fırkateyni – 2000) Projesi geliyor. Bunlar tam boy 3,000 – 3,500 tonluk fırkateynler. 4 gemilik bir paket düşünülüyor. Bizim mühendislerimizin, bilgisayarcılarımızın geliştirdiği, bizim işçimizin bizim kızaklarımızda inşa edecekleri bu fırkateynlerin de dünya denizcilik çevrelerinde ses getireceğine şüphe yok. Elliden fazla firmamız, üniversitelerimiz ve TÜBİTAK katkı yapıyorlar. Savunma sanayi ürünlerinde olağanüstü başarılıyız. SSM Müşteşarı Murad bayar’in ifadesine göre; “Fikri mülkiyeti kendimize ait olup, TSK’nin envaterine aldığı sistemlerin hiç birisinde yurt dışına pazarlama sıkıntısı çekmiyoruz.” Bir NATO ordusu olan TSK’nin kendi envanterine kabul ediyor olması, bilgi birikimi ve geri beslemesi de fark yaratıyor.

Okuyanı teknik detaya boğmadan bir özet yaparsak, TCG – Heybeliada’nın özellikleri şöyle:
Boy : 99 mt. / Deplasman: 2,000 ton. / Hız: 29+ Deniz Mili (55 km./saat)
Güç: 2 Dizel (Alman MTU) + 1 Gaz türbini (GE’den LM-2500) toplam 30,000 KW / İki uskur.
STEALTH özelliğine sahip gövde dizaynı.. Zor tesbit edilebilme, düşük ısı izi, düşük ses izi özelliği.. ve modern bir harp gemisinde bulunması gereken tüm modern sistemler.
Silahlar:
Başta 1 adet 76 mm. çok maksatlı top. – İtalyan Oto Malera – STEALTH kupola yerli..
2 x 12,7 mm. Aselsan STAMP – Stabilize – uzaktan kumandalı makineli tüfek platformu.
8 x Harpoon güdümlü füze. / 21 x RAM Uçak ve güdümlü mermi savar füze. 2 x 3’lü torpido.
GENESİS – Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi) – Havelsan.
Helikopter: S-70 Sea Hawk ASW (Denizaltı Savunma Harbi) ve bu araca uygun hangar ve güvenli iniş sistemi.

‘Korvet sınıfı gemi’ ne anlama gelir?
Profesyonel bir siteden aldığım tanıma göre; “Korvetler, hızlı (25 knot veya üstü), iyi silahlandırılmış, 700 ilâ 2000 ton deplasmanlı ve en çok bölgesel harekâtlara uygun olan gemilerdir. Korvetler genellikle orta tehdit düzeyinde harekât yapmak için gereken sensör, silah ve muharebe sistemlerinin yerleştirilebileceği en küçük platformlardır.”
Korvetler, yakın denizlerde, devriye, refakat, keşif, DSH (denizaltı savunma harbi) icra edebilecek gemiler. Türk Donanması’nın belkemiğini oluşturacak platformlar değil. Daha kapsamlı görevler için elimizde 17 tane fırkateynimiz mevcut. Bunlar 3,000 – 4,000 tonluk platformlar.

O zaman TCG – Heybeliada’nın önemi nereden geliyor?

Şuradan geliyor ki; 1970’lerden beri, başta Gölcük askeri tersanesi olmak üzere, kendi tersanelerinde fırkateyn gibi daha büyük su üstü platformlarını ve hatta denizaltılarını, Alman tersanelerinin teknik desteği ile üreten Türkiye, bu gemi ile ilk defa ‘kendi harp gemisini tasarlayabilen, tüm sistemlerini entegre edebilen ve kendisi inşa edebilen’ bir ülke statüsüne yükseliyor. Bir başka deyişle fasonculuktan, tasarım ve Ar-Ge yapan sanayiciliğe çıkıyoruz. Burada nitelikten daha önemli bir ‘nicelik farkı’ söz konusu. 2,000 Tonluk korveti, kendi deniz kuvvetlerinin seçici kriterlerine uygun şekilde tasarlayıp üretebilen bir ülke, 3,000.- tonluk bir fırkateyn projesine cesaret edebilir demektir. Zaten TF-2000 de başka birşey değil.
TCG – Heybeliada’da Alman malı dizel motor, Amerikan malı türbin, İtalyan malı top kulanılmasını hiç yadırgamayalım. Burada yapılan bir gemi. Hiçbir tersane top ya da motor üretmiyor. Bu ekipmanlar ülke içinde yapılmalı mı? Bu da ayrı bir soru? Belli fizibilite sınırları içinde yapılmalı. Ancak, kullanılan dizel motorlar, türbin ya da top olsun.. Hepsi de dünyada en yaygın olarak kullanılan ürünler.. Uzun dönemde bakım, parça, ambargo sıkıntısı söz konusu değil. Örneğin kullanılan GE türbini, hem uçaklarda, hem doğalgazlı elektrik santrallarında kullanılan bir ürün. Dünyada binlercesi, yıllardır hizmette. Dizel motorlar, donanmamızın Alman teknolojisi taşıyan neredeyse tüm gemilerinde kullanılan MTU’nün deniz tipi dizelleri.. bunlara da hakimiz. Oto Melera topta da sıkıntı yok. Yenilemesini kendimiz yapıyoruz. Bütün bu elemanların fabrika seviyesindeki bakım kapasitesine sahibiz. Savaş idare sistemine entegre eden biziz. Burada önemli olan, son derece karmaşık bir sistemin yaratıcı sahibi olmamız.. Yarın başka bir gemi yaparken gerekirse İtalyan topunun yerine kendi yaptığımız topu koyarız. Kalem bizim elimizde.. Mahkum değiliz. Şu andaki teknik imkanlarımızla, kırk yaşındaki demode bir harp gemisini, tamamen yenileyerek, 2010 model haline getirebiliriz. Önemli olan bu.
TCG – Heybeliada, bir proto tip gemi.. TCG – Büyükada ise bir cins ön seri üretim gemisi olacak. Örneğin, TCG – Heybeliada’daki Fransız radarının yerini TCG – Büyükada’da Aselsan’ın radarı alacak.. Geliştirme durmayacak..

Sonsöz:
Maalesef silahlardan arınmış, savaş tehlikesinin ortadan kalktığı bir dünya hala bir ütopyadan ibaret.
Tüm devletleri ‘silahını diğer devletlerden alanlar’ ve ‘silahını kendi üretip diğerlerine de satanlar’ şeklinde ikiye ayırabiliriz.
‘Silaha para harcamayan, silah almayan ülke’ kategorisi mevcut değil. Belki arzu edilmeyen bir durum ama gerçek bu.
Türkiye, son yıllarda, birinci guruptan ikinci guruba doğru yükselmeye başladı.. Ben bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.
Bunun ‘militarist’ bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı.. dünyadaki en barış yanlısı bir iki devletden biri olan İsveç, aynı zamanda Belçika ile birlikte ‘savunma sanayiinin sanayi üretimi içindeki payı’ sıralamasında birinciliğe oturmazdı. Bu sadece ‘milli güç ve milli menfaat’ ile ilgili bir konu. Paramızı ya dışarıya verip müşteri halinde kalacağız. Ya da kendimiz üretici – ihracatcı olup başkasının parasını kazanacağız. İşin politik güç ve arz güvenliği tarafını tartışmaya dahi gerek yok.
Harp gemisi inşa sanayinin bu açıdan apayrı bir yeri var. Bir kere istihdam kapasitesi ve kalitesi yüksek bir sanayi.
Ayrıca yüksek teknolojiye açık. Öncülük ettiği teknoloji alanları var. Girdi sağlayan sektörlere bakıldığında, inşaat gibi lokomotif bir sektör.
Harp gemileri, sağlam bir temelden mahrum ülkelerin, paraları çok da olsa dışarıdan kısa sürede temin ebilecekleri ürünler değil. Projeler yılları kapsıyor.. İşin içinde olan önde gidiyor.. Bizim açımızdan hem ekonomik olarak karlı, hem güvenlik açısından gerekli.. Olmazsa olmaz bir sektör.. Bu açıdan son derece önemsiyorum.

1800’lü yılların başında, ileri ülkelerin donanmaları yelken ve kürek devrini geride bırakarak buharlı gemilere geçmeye başlayınca, Osmanlı havlu atarak, ‘donanma yapan devletler ligi’nden düşmüştü..
1900’lerin başında ne halde olduğumuzdan, yazının en başında biraz bahsettim.
Gerçi fason da olsa son 40 yıldır denizaltı ve son 20 – 25 yıldır harp gemisi inşa ediyorduk. Ama, ikiyüzyıl aradan sonra bizi tekrar ‘donanma yapan devletler ligi’ne çıkartan TCG – Heybeliada oldu.
Bu ligde oynayan sadece 15 devlet var dünya üzerinde..
Bu gemi, tarihimizde bir milat olarak anılacaktır.
Bu gemi, Türkiyemiz için yeni bir devrin giriş kapısı, müjdecisi adeta..
Kendi donanmasını kendi yapan ülkeler sınıfına yeniden katıldık.. Az iş midir?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>
Tevfik İzmirli – Üç haber, bir yorum.. Gözümüz aydın, artık biz de peşinde casusluk yapmaya, çalmaya değer bir askeri teknoloji birikimine, projelere, silah sistemlerine sahibiz.. /2010/11/tevfik-izmirli-uc-haber-bir-yorum-gozumuz-aydin-artik-biz-de-pesinde-casusluk-yapmaya-calmaya-deger-bir-askeri-teknoloji-birikimine-projelere-silah-sistemlerine-sahibiz/ Sat, 13 Nov 2010 12:04:58 +0000 /?p=5461 “Bu bakımdan, Mr. Beglitis’in endişe duymasına gerek yok.. Biz düzgün bir komşuyuz..
Yeter ki kendilerinin komşuları aleyhinde haksız bir niyetleri olmasın..
İyi bir komşu bizden olsa olsa turist ve işadamı istilası bekleyebilir.. Biraz da belki işgücü..

Değişik niyetler besliyorlarsa, kendilerine tavsiyem, vakit kaybetmeden kafalarındaki bir sonraki seçeneğe zıplamaları..
Çünkü o takdirde ‘endişelenmek’ lafı hafif kalabilir..
Hem artık aynı ligde oynamıyoruz..
Biz yüz yıl önce düştüğümüz ‘abilerinin’ ligine tekrar çıktık da..”

Merhabalar,

1. Haber:
– 7 Kasım, 2010 Basından –



Yunanistan Savunma Bakan Yardımcısı Panagiotis Beglitis, ABD ziyareti esnasında, “Türkiye’nin bu kadar güçlenmesinden endişe duyuyoruz” dedi.

2. Haber:
Basından –

Donanmadaki casusluk ve fuhuş çetesi ile ilgili olarak yürütülen soruşturma genişleyerek devam ediyor.
Zanlıların, TSK’ne ait gizli dökümanlara, kripto algoritmalarına, geliştirilmekte olan bazı silah sistemlerinin gizlilik kaydı taşıyan projelerine Yunanistan adına ulaşmaya çalıştıkları…

3. Haber:
– 29 Ekim, 2010 Basından –

ASELSAN’daki ‘üç intihar’ dosyası savcıda
Fuhuş ve şantaj şebekesinin TUBİTAK, ASELSAN, HAVELSAN, Sivil Savunma Müsteşarlığı gibi devletin önemli projelerini yürüten kurumlara sızmaya çalıştığının ortaya çıkmasının ardından soruşturmayı yürüten birimler, Aselsan’ın üç mühendisi Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken ölümleri ile ilgili dosyayı istedi. İntihar açıklaması yapılan ölümlerin nedeni olarak mühendislerin üzerinde çalıştıkları kritik projeler olduğu da iddia edilmişti. 9 ilde yapılan fuhuş operasyonlarında ele geçirilen bazı belgeler bu ölümleri yeniden gündeme getirdi. Soruşturmayı sürdüren birimler dün resmi yazı ile bu ölümlerin dosyalarını istedi.

4. Haber
– 12 Kasım, 2010 – Deniz Kuvvetleri Komutanlığı resmi web sitesinden –

F- 501 Borda numaralı TCG – Heybeliada Korveti, 2 Kasım, 2010 tarihinde seyir testlerine başladı.

“Deniz Kuvvetleri Komutanlığı MİLGEM Projesiyle, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir savaş gemisinin savaş sistemleri de dahil olmak üzere tüm tasarım, entegrasyon ve analiz aşamalarını tamamen milli olarak gerçekleştirmektedir. Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bu projeyle çok sayıda milli sanayi kuruluşu, üniversite ve bilimsel kurumu da bir araya getirerek, bilgi ve tecrübe birikimiyle Türkiye’nin kendi savaş gemisinin tasarım ve üretimini yapmasını sağlamıştır.”

Yorum:
Önce, gerçekten hayatlarını bu yüzden kaybetmişler ise, Aselsan’lı üç mühendis şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. Dileriz ki olay bir an önce aydınlatılsın.

Bu üç can kaybı dışında, casusluk olayı benim için bir gurur vesilesi oldu.

Artık karşı taraf casuslarını, ‘cephaneliğin yeri’, ‘topların sayısı’ gibi basit konuların peşinde koşturmuyor.
Artık biz de peşinde casusluk yapmaya, çalmaya değer bir askeri teknoloji birikimine, projelere, silah sistemlerine sahibiz..
Bizim de saklamasını öğrenmek zorunda olduğumuz teknolojik sırlarımız var..

Karşılarında henüz orta boy da olsa, her gün büyüyen bir dev var..
Bu devin kendi halkı, henüz, alınan yolun tam olarak farkında olmasa da, o yollar alındı.. alınıyor ve bunu en iyi gören de karşı taraf, doğal olarak..
Karşılarında, bir trilyonluk ekonomi hedefine yürüyen, üreten, alan, satan, G – 20 üyesi, dünyanın 17. büyüğü, mayası tutmuş, dinamik bir yapı var..
Bu ülke artık binlerce mühendisini AR-GE’de çalıştırabiliyor..
En karmaşık savunma çözümlerini, en ileri teknolojileri kullanarak, kendisi geliştirebiliyor..
Bunları, bazı başka ülkelerin yaptığı gibi, fizibilitesi olmayan projelere, nam için para gömerek yapmıyor..
Ürettiği her çözüme dünyanın değişik ülkelerinden talep buluyor.
Bu ülke sadece teknik alanlarda başarılı değil.. işin mühendisliği kadar, yönetimini de çok iyi yapabiliyor. Finansman yöntemleri gibi, yönetim usulleri gibi, en verimli örgütlenme biçimleri gibi sorunları da yönetim know-how’ı ile aşabiliyor.
Mühendisin çizim masasında başlayan bir ürün, dünyanın öbür ucundaki bir ordunun envanterine girinceye kadar hangi aşamalardan geçiyorsa, insanımız hepsini başarıyor.

Rayteon gibi bir silah devi, Havelsan’la, Havelsan’ın geliştirdiği GENESİS (Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi)’i dünyaya pazarlayabilmek için ortaklık kuruyor.

Aselsan, dünya savunma şirketleri liginde ikinci elliden, ilk elliye doğru yürüyor..
Paraguay’dan Hollanda’ya kadar, uluslararası ihaleleri bileğinin hakkıyla kazanarak ihracat yapıyor..

Ve bu tip şirketlerimiz bir iki taneden ibaret değil..

2011’de, savunma sanayi ihracatında 1.- milyar doları geçiyoruz..
Şu anda TSK’nın silah, sistem ve mühimmat alımlarının yurt içinden karşılanma oranı yüzde 54’e yaklaşıyor..
Bu oran, daha 5 -6 yıl önce yüzde 25’lerdeydi.
Savunma sanayinde, ihracatımızın ithalatımızı geçeceği yıllar uzakta değil..
Savunma ürünleri ihracatında ilk ona girmiş Türkiye sadece zaman meselesi artık..

Şu nokta önemli:
Silahsız, savaşsız bir dünya herkesin ortak hayali. O günler gelinceye kadar ülkeler ‘silah satan ülkeler’ ve ‘silah alan ülkeler’ diye ikiye ayrılmaya devam edecek.. Bir üçüncü gurup maalesef mevcut değil.. Yani, ‘silah almayan ülke’ diye bir varlık yok.. Silahını ya kendin üreteceksin, ya da başkalarından alacaksın.. ‘Sanayileşmiş’ diye bildiğimiz her ama her ülkenin sağlam bir savunma sanayi temeli var.. Bizim yaptığımız gurup değiştirmek. Alıcı olmaktan üretici ve satıcı olmaya terfi ediyoruz.. Bu da bizim en doğal hakkımız.. ‘Geç bile kalmışız’ denebilir.. Bir diğer görüş de ‘bu seviyeye ancak geldik’ olabilir..

Türkiye bu atılımı yaparken zorlanmıyor.. Savunma bütçelerinde bir artış yaşamıyoruz..
Sadece savunmaya harcaya geldiğimiz fonları akıllı ve verimli kullanmaya başladık.. o gelişmişlik eşiğini yakaladık..
Alemin hurdalarına ve bu hurdaların yıllar boyunca yarattığı idame masraflarına gidecek paramızı kendi çocuklarımızın istihdamında kullanmaya başladık.. artık onlara imkanlar ve hedefler verebiliyoruz.. onlar da mucizeler yaratıyorlar..

Ve Türkiye bunları yaparken ahlaki ve meşru zeminden savrulmuyor.
Başkalarının aleyhine genişleme emellerimiz yok, bölgemize tehdit değil güvenlik üretiyoruz.
En iyi örnek Bulgaristan ile ortak sınırımız.. Her iki taraf da birliklerini sınırdan belli bir mesafeye geri çekeli yıllar oluyor..

Ordumuzdan beklediğimiz en büyük hizmet ‘caydırıcılık’..
‘Nereye bir kötülük yapayım?’, ‘kimin hakkına hukukuna tecavüz edeyim?’ diye düşünen olursa, aklına biz geldiğimizde hemen bir sonraki seçeneğe zıplamasını sağlayacak güçte olmak isteriz.. Bu da ayıp değil..

Demokratik bir yapı içinde idare olan bir ülkeyiz.. Başımızda sabah kalktığında ne yapacağı belli olmayan diktatörler yok..
Bizden kimseye zarar gelmez.. Maceracı olmayan bir ‘ciddi devlet’ geleneğimiz var..
Halkımız, tarihten süzülen bir tecrübeye sahip, sağduyulu bir halk.
Tek istediğimiz barış içinde çalışmak, üretmek, halkımıza, çocuklarımıza insanca bir yaşam sağlamak..
Sağlıktan eğitime, her konuda bizim çocuklarımız da çağdaş imkanlara kavuşsun istiyoruz..
Bizim çocuklarımız da iyi eğitim görsünler, bol proteinle beslensinler, sanatta, sporda, bilimde kendilerini geliştirebilecek imkanları olsun, yüksek standartlı bir sağlık hizmeti alsınlar, arzusundayız..

Bu bakımdan, Mr. Beglitis’in endişe duymasına gerek yok.. Biz düzgün bir komşuyuz..
Yeter ki kendilerinin komşuları aleyhinde haksız bir niyetleri olmasın..
İyi bir komşu bizden olsa olsa turist ve işadamı istilası bekleyebilir.. Biraz da belki işgücü..

Değişik niyetler besliyorlarsa, kendilerine tavsiyem, vakit kaybetmeden kafalarındaki bir sonraki seçeneğe zıplamaları..
Çünkü o takdirde ‘endişelenmek’ lafı hafif kalabilir..
Hem artık aynı ligde oynamıyoruz..
Biz yüz yıl önce düştüğümüz ‘abilerinin’ ligine tekrar çıktık da..

Saygılarımla,

Tevfik izmirli

]]>
Tevfik İzmirli’den bir inceleme – “Mamur, müreffeh ve büyük Türkiye”ye bir adım daha yaklaşıyoruz.. Sadece THY uçmuyor, TCDD de kanatlandı.. Yılların ihmali telafi ediliyor.. Ray medeniyetine geç de olsa kavuşuyoruz.. Yüksek hızlı trende neredeyiz? /2010/11/tevfik-izmirliden-bir-inceleme-mamur-mureffeh-ve-buyuk-turkiyeye-bir-adim-daha-yaklasiyoruz-sadece-thy-ucmuyor-tcdd-de-kanatlandi-yillarin-ihmali-telafi-ediliyor-ray-medeniyetine-gec-d/ Thu, 11 Nov 2010 20:46:26 +0000 /?p=5102
“Altmış yıldan beri ilk defa demiryollarının bütçeden aldığı pay karayollarının payını geçti”

“Yılda bin kilometreye yakın hat yenileniyor”

“Ankara – Eskişehir YHT hattı yolcu rekoru kırıyor”

“Eskişehir – İstanbul YHT bağlantısı 2013’de tamamlanacak..”

“Ankara – Konya YHT hattına son ray bloğu, 1 Kasım, 2010’da törenle yerleştirildi..”

“Ankara – Sıvas YHT hattında inşaat devam ediyor..”

“Ankara – Kayseri YHT hattında projeler hazır, 2011 içinde ihaleye çıkılması bekleniyor..”

“Bandırma – Bursa – Osmaneli YHT hattında ön yeterlilik ihalesi 5 Kasım’da yapıldı.. Bu hat Bursa’yı Osmaneli üzerinden Ankara ve İstanbul’a bağlıyor.. İhaleye 18 firma ve ortaklık katıldı..”

“Sırada Ankara – Afyon – İzmir ve İstanbul – Edirne YHT hatları var..”

“Antalya, Giresun, Trabzon, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Adana hızlı tren talep ediyor..”

“Çin Halk Cumhuriyeti ile yeni YHT hatlarının yapımı konusunda anlaşma imzalandı.”

“Çin kredisi ile inşa edilecek ilk hat, muhtemelen Sıvas – Erzincan – Erzurum – Kars YHT hattı olacak”

“YHT rayları Karabük Demir Çelik’de, tren tekerlekleri MKE’de, ray bağlantı elemanları Erzincan’da imal ediliyor.. YHT hatlarında kullanılacak makasları üretmek için gereken tesis, Avusturya ortaklığı ile Çankırı’da kuruluyor”

“Adapazarında TCDD – ROTEM (Kore) ortaklığı ile kurulan fabrika metro, YHT ve dizel tren setlerini üretiyor..”

“Kuru limanlar Anadolu’ya yayılıyor”

“Ayda 5,750 blok tren seferi yapılıyor”

“TCDD, Otomobil ve otomotiv yedek parçası ihracatına özel nakliye çözümleri ile katkı sağlıyor”

“YHT’lerin yük nakliyesine de dolaylı faydası var: Mevcut hatlar tamamen yük taşımacılığına kalacak”

“Altmış yıldan beri ilk defa demiryollarının bütçeden aldığı pay karayollarının payını geçti”
2010 Yılı bütçesinde demiryollarına ayrılan başlangıç yatırım ödeneği 3,8 milyar lira olarak belirlendi. Bu miktar, 3,0 milyar TL olan karayoları yatırım ödeneğinine göre yüzde 26 daha yüksek.
Bir yandan YHT Hatlarında inşaatlar devam ederken, diğer yandan konvansiyonel hatlarda yenileme çalışmaları yapılıyor..
Aşağıdaki fotoğraf İzmir – Aydın arasındaki hat yenileme çalışmalarından.. Ahşap traversler ön germeli betonarme elemanlarla değiştiriliyor.. Ülke çapında yıllık hat yenilemesi 1,000 km. yi buluyor..

Şu resim, yenilemesi bitirilen Nazilli – Aydın – İzmir hattında sefere konan bir ‘Raybüs’e ait.

Alsancak istasyonunda görülen Raybüs, Nazilli – İzmir arasını 5 saatten 2,5 saate indirdi. Yenilenen güzergahın bazı kısımları, 130 yıl önce İngilizler tarafından inşa edildiğinden beri ilk yenilemeyi görmüş oldu.
1881 yılında bir İngiliz şirketi tarafından yapılan ve günümüze kadar yenilenmeyen 45 km uzunluktaki Aydın – Nazilli demiryolunun yenilenmesiyle birlikte, 175 kilometrelik İzmir – Aydın- Nazilli hattını yenileme çalışmaları tamamlandı. İleri teknoloji ürünü 60’lık raylarla (UIC-60) yenilenen bu hatta, İzmir – Nazilli, Söke – Nazilli olmak üzere raybüslerle toplam 12 sefer yapılacak. Böylece, geçen yıl yenilenerek hizmete giren İzmir – Aydın / Ortaklar – Söke demiryolunda yılda 800 bin kişi taşınırken, Aydın – Nazilli demiryolunun hizmete alınmasıyla, bu bölgede taşınacak yolcu sayısı yılda 1 milyon 100 bin kişiye ulaşacak.
Hattın Nazilli – Denizli kısmının da 2011 başlarında hizmete girmesi bekleniyor..
İzmir- Aydın-Nazilli hattının yenileme çalışmalarına toplam, 150 milyon TL harcama yapıldı. TCDD, 2003 yılından bu yana mevcut sistemin yenilenmesi çalışmaları kapsamında, Ege bölgesinde 430 kilometrelik demiryolu ağı yenilerken, ülke genelinde yaklaşık 4 bin 600 kilometre yol yenilemesi gerçekleştirdi.
Raybüsler sadece bu hatta değil, Eskişehir – Kütahya ve Adana – Mersin hatlarında da çalışıyor.
Her biri ikişer araçtan oluşan ilk 12 çoklu dizel ünite Kore’den hazır olarak temin edilmiş. Ardından 12 adedi üçlü, 12 adedi dörtlü setten oluşacak 84 araçlı 24 çoklu setin imalatına Adapazarındaki TUVASAŞ tesislerinde başlanmış durumda.
Yenileme çalışmalarının önemini vurgulamak için şunu ifade edelim: Halihazırdaki hatların bazı kısımları o kadar kötü durumda ki, tren seferlerinin, düşük hız ve kaza ihtimali yüzünden, tamamen durdurulmuş olduğu şehirler var. Örneğin Denizli iki senedir tren ulaşımından mahrum durumda..
Yenilenen hatların eski haline bir örnek aşağıda. Bu resim hattın Torbalı İstasyonu’ndaki halini gösteriyor. 2005 yılında çekilmiş. Ahşap traversler neredeyse yok olmuş.

“Ankara – Eskişehir YHT hattı yolcu rekoru kırıyor”

Temmuz başından beri karşılıklı seferler her saat başına çıkartıldı. Yıllık yolcu sayısı 1,5 milyona gidiyor. Şu anda seyahat süresi 1 saat 25 dakika. Sincan-Ankara etabı ile yapımı devam eden Eskişehir Gar Geçişi Projesi’nin 2011 yılında tamamlanmasıyla bu süre 1 saat 5 dakikaya inecek. Ankara’dan Kütahya’ya giden yolcular, Eskişehir garında aktarma yaparak Raybüslerle devam ediyorlar.

“Eskişehir – İstanbul bağlantısı 2013′de bitecek..”
Ankara-İstanbul hızlı tren projesinin 2. etap çalışmaları Eskişehir – İstanbul olarak devam ediyor.
Hattın bu kısmında bir takım hukuki sorunlar yüzünden işe iki yıllık bir gecikme ile başlanabildi.
Eskişehir-İnönü arasındaki 30 km’lik hızlı tren hattı tamamlanmış durumda.
2008 yılı sonunda inşaatına başlanan İnönü-Vezirhan arasındaki 54 km’lik kısımda yoğun bir tünel kazısı devam ediyor. Bu kesimde toplam 28.750 mt. uzunluğunda 19 adet tünel yapılacak. Şimdiye kadar 5 adet tünelin inşaatı tamamlanmış durumda. 11 adet tünelde çalışmalar devam ediyor. Toplam 10.649 mt.lik tünel delgisi tamamlandı. Şu tünel Osmaneli’nin Ciciler köyünde:

Çalışmalar Bozüyük-Bilecik arasındaki dağlık coğrafyada devam ediyor.
Coğrafya gerçekten dağlık.. İnönü – Köseköy arasındaki güzergahtan bir fotoğraf:

2. etabın 2. kesimi ise Bileciğin kuzeyindeki Vezirhan’dan başlayıp Osmaneli, Pamukova, Alifuatpaşa, Doğançay ve Sapanca’yı geçerek Kocaeli’ye bağlı Köseköy’e kadar olan 104 km’lik bölümden oluşuyor.
Doğançay-Sapanca arasına yapılacak 8 km’lik tünel sayesinde güzergahta önemli bir kısalma (15-20 km) meydana gelecek ve hızlı tren Arifiye’den geçmeyecek.
Sapanca-Adapazarı arasında ayrı bir rehabilitasyon yapılarak Adapazarı-İstanbul hızlı tren işletmesi aynı hat üzerinden gerçekleştirilecek. Vezirhan-Köseköy kesiminde toplam 26.177 mt. uzunluğunda 15 adet tünel yapılacak. 5 adet tünelin imalatı tamamlandı. 3 adet tünelde çalışmalar devam ediyor. Tamamlanan tünellerle beraber toplam 6.701 mt.lik tünel delgisi tamamlanmış oldu. Sapanca’daki tünel kazısına ne zaman başlanacağına dair karar bekleniyor.
Projenin bu kısmı, Osmaneli’den başlayarak, Yenişehir üzerinden Bursa’ya bağlanıyor.
Bu hattı Çin Halk Cumhuriyeti’nden CRCC ve CMC ile Türkiye’den Cengiz ve İÇTAŞ İnşaat’dan oluşan konsorsyum inşa ediyor.
Projenin toplam bedeli 1,27 milyar dolar. Bunun 720 milyon doları Çinden, kalanı Avrupa Yatırım Bankası’ndan sağlanmış.

Ankara – Konya YHT hattına son ray bloğu, 1 Kasım, 2010’da törenle yerleştirildi..

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, törende yaptığı konuşmada projenin yüzde 90 oranında tamamlandığını, Kasım sonuna kadar elektrik hatları ve sinyalizasyon işlerinin tamamlanacağını ve Aralık ayı başlarında hattın deneme seferlerine hazır hale geleceğini söyledi. 2011’in ilk çeyreğinde yolculu seferlerin başlaması umuluyor.
YHT ile Ankara – Konya arasında seyahat süresi 1 saat 15 dakikaya, 2013 yılında Eskişehir – İstanbul bağlantısı tamamlandığında ise İstanbul – Konya arası 3 saat 30 dakikaya iniyor..

“Ankara – Sıvas YHT hattında inşaat devam ediyor..”
Projenin ilk etabı olan Yerköy – Sıvas arası için yapılan ihaleyi kazanan China Major Road Bridge – Cengiz – Mapa – Limak – Kolin ortak girişimi çalışmalarını sürdürüyor. Ankara – Yerköy kısmının projeleri tamamlandı ihaleye çıkılması bekleniyor.
Ankara – Sıvas arasında mevcut demiryolu hattı 602 km. Bu proje ile 141 km. kısalarak 461 km. ye iniyor. Şu anda 12 saat olan tren yolculuğu da 2 saat 51 dakikaya düşecek. Şu anda 21 saat olan Sıvas – İstanbul tren yolculuğu ise 5 saat 49 dakikaya düşüyor.

“Ankara – Kayseri hattında projeler hazır, 2011 içinde ihaleye çıkılması bekleniyor..”
Bu hattın Ankara – Yerköy arasındaki 174 km.’lik kısmı zaten yapılmakta olan Ankara – Sıvas hattında yer alıyor. Bu hat üzerinde bulunan Yerköy ile Kayseri arasında yapılacak 139 km.’lik YHT hattı Kayseri’yi Ankara’ya bağlamaya yetecek. Hat tamamlandığında şu anda 7 saat süren Ankara – Kayseri arasındaki tren yolculuğu sadece 2 saat alacak.

“Bandırma – Bursa – Osmaneli hattında ön yeterlilik ihalesi 5 Kasım’da yapıldı.. Bu hat Bursa’yı Osmaneli üzerinden Ankara ve İstanbul’a bağlıyor.. İhaleye 18 firma ve ortaklık katıldı..”
Aslında Eskişehir – İstanbul hattına Bilecik’den mi, Osmaneli’den mi bağlanılacağı henüz kesin değil. Bu hattın inşaatına 2011’de başlanması ve dört yıl içinde hizmete alınması planlanıyor. Hat hizmete girince Bursa – İstanbul yolculuğu, Bursa – Ankara yolculuğundan bir saat daha uzun sürecek, çünkü YHT İstanbul’a girerken İzmit – Gebze arasında hızını 160 km.’ye, Gebze’den itibaren ise 120 km’ye indirecek. Bu hız kısıtının sebebi, yer darlığından mevcut çift hatta sadece tek hat ilave edilebilmesi. Bu durumda, toplam üç hat Marmaray çerçevesinde çalışacak olan çok sayıdaki banliyö treni ile paylaşılacak.

“Sırada Ankara – Afyon – İzmir ve İstanbul – Edirne hatları var..”
Ankara – Afyon – Uşak – İzmir hattının İzmir’e Turgutlu – Kemalpaşa üzerinden mi yoksa Manisa – Menemen üzerinden mi gireceği tartışılıyor.
Bu hattın ‘Etüt Proje ve Mühendislik Hizmetleri’ işi tamamlanmış durumda. Ankara-İzmir arası Manisa – Menemen üzerinden 663 km. ve seyahat süresi 3 saat 50 dakika. Turgutlu – Kemalpaşa üzerinden ise 624 km. olup, seyahat süresi 3 saat 20 dakika.
Ankara-İzmir hızlı tren projesinin tamamlanması ile birlikte Ankara-İzmir arasında günlük karşılıklı olarak 40 tren çalıştırılması planlanlanıyor.
Bu proje ile Ankara – Afyon arası da 1 saat 15 dakikaya inecek..

İstanbul – Edirne hattı inşaat kolaylığı bakımından coğrafi avantaja sahip. Dümdüz bir araziden geçiyor. İstanbul – Edirne yolculuğunu bir saate indirmesi bekleniyor. Edirne’ye gelen Bulgar ve Yunan vatandaşlarının günü birlik İstanbul’a gidip gelebilmeleri mümkün olacak. Özellikle hat üzerindeki Çerkezköy’ün ulaşım bakımından İstanbul’un bir semti haline gelmesi bekleniyor. Bulgaristan hududundan başlaması ve Halkalı’dan itibaren Marmaray’a bağlanması ilginç yönleri.

“Antalya, Giresun, Trabzon, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Adana hızlı tren talep ediyor..”
Antalya’ya Afyon’dan, Giresun’a Erzincan’dan, Trabzon’a Erzurum’dan, Samsun’a Ankara’dan, Diyarbakır’a Sıvas – Erzincan hattından ve Elazığ üzerinden bağlantı verilebileceği konuşuluyor. Bütün bu illerin sivil toplum kuruluşları lobi faaliyeti içindeler. Özellikle Adana’daki örgütler isyan halindeler. Adana’nın unutulduğunu öne sürerek bölge milletvekillerinin ortak bir platform oluşturmalarını talep ediyorlar. Adana, Mersin, Hatay, Osmaniye’nin toplu olarak önemi ortada. Seslerini duyurabilecekleri umulur. Burada ilginç olan Gaziantep’in durumu, Gaziantepliler daha ziyade şehirleri ile Halep arasında bir hızlı tren bağlantısına yoğunlaşmış durumdalar.

“Çin Halk Cumhuriyeti ile yeni YHT hatlarının yapımı konusunda anlaşma imzalandı.”
“Çin kredisi ile inşa edilecek ilk hat, muhtemelen Sıvas – Erzincan – Erzurum – Kars hattı olacak”


8 Ekim, 2010 tarihinde, Ankara’da, Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında, başbakanlar düzeyinde sekiz anlaşma imzalandı. Bunların bir tanesi de, Türkiye’nin inşa etmeyi planladığı 4,500 – 5,000 km.lik demiryolu şebekesine Çin’in finansman sağlaması konusundaki prensip anlaşmasıydı. Çin’in uzun vadeli, düşük faizli yatırım kredisi sağlaması bekleniyor..

“YHT rayları Karabük Demir Çelik’de, tren tekerlekleri MKE’de, ray bağlantı elemanları Erzincan’da imal ediliyor.. YHT hatlarında kullanılacak makasları üretmek için gereken tesis, Avusturya ortaklığı ile Çankırı’da kuruluyor”

Kardemir YHT Raylarını Üretmeye Başladı
Uluslararası standartlara uygun, bir metresinin ağırlığı 60 kilogram olan ve 72 metre boyundaki UIC-60 tipi rayların üretimine Kardemir’de başlandı. İlk parti ray 27 Eylül, 2007’de teslim edildi. Kardemir bu siparişi, TCDD’nin açtığı uluslararası ihaleyi kazanarak aldı. Aynı raylar sadece YHT hatlarında değil, eski hatların yenilenmesinde de kullanılıyor.

MKE’de Yerli Tren Tekerleği Üretimi Başlıyor.
TCDD ile MKEK arasında, TCDD’nin çeken ve çekilen araçlarında kullanılan monoblok tekerlek ve tekerlek takımları ihtiyacının yerli olarak üretimine ilişkin Mutabakat Protokolü, 31 Temmuz 2009 tarihinde imzalandı. MKE, TCDD işbirliği ile teknik şartnamelere ve uluslararası standartlara uygun olarak Türkiye’nin ihtiyacı olan tren tekerlekleri üretmeye başladı.
Bilindiği üzere, TCDD’ye ve diğer raylı sistem işleticilerine ait çeken ve çekilen araçlarda kullanılan monoblok tekerlek ve tekerlek takımları, yerli üretim olanağı bulunmadığı için yurt dışından temin edilmekte, üreticilerin az olması nedeniyle temininde ciddi zorluklar ve gecikmeler yaşanmaktaydı.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Kırıkkale’de başlayan monoblok tren tekeri üretiminin Türkiye’ye döviz kazandıracağını belirterek, ”Bu, 100 milyon avroluk bir tasarruf anlamına geliyor, monoblok tren tekeri üretimine ilişkin imzalanan protokol kapsamında yapılacak 300 milyon TL’lik yatırımla MKE tek vardiyada yılda 35 bin monoblok teker üretecek” dedi. TCDD Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Süleyman Karaman ise projenin uygulamaya konulmasıyla Türkiye’deki raylı sistemler için ihtiyaç duyulan monoblok tekeri ithal etme zorunluluğundan kurtulduklarını belirtti. TCDD’nin yurt dışından yılda 20 bin tren tekeri satın aldığına dikkati çeken Karaman, ayrıca belediyelerin tren tekeri için yılda harcadığı paranın 120 milyon avroyu bulduğunu söyledi.

Erzincan Ray Bağlantı Elemanları Fabrikası Hizmete Girdi.

Erzincan Organize Sanayi Bölgesi’nde, temeli 2008 yılında atılan ve Alman firması Vossloh tarafından yapılan Ray Bağlantı Elemanları Fabrikası, 6 Mart 2009 tarihinde hizmete açıldı. TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman törende yaptığı konuşmada, “Erzincan Ray Bağlantı Fabrikası; deneme üretimine rağmen, İngiltere, Fransa, İspanya ve Japonya başta olmak üzere üç kıtada toplam 17 ülkeye ihracat gerçekleştirmiştir. Yol bakım, yenileme çalışmalarının temel unsurlarından birisi olan bağlantı elemanlarına TCDD’nin yılda 2- 3.5 milyon adet ihtiyacı bulunmaktadır. Ülkemizde üretimi ile sadece mali açıdan değil, zaman açısından da tasarruf sağlayarak, yol yenileme çalışmalarına katkı sağlayacaktır. Bilindiği gibi yol yenileme çalışmaları da hızlı tren projeleri kadar önemli bir konudur. Yollar yenilendikçe tren hızları da artmaktadır” dedi. Tesisi kuran Alman firması Vossloh Fastening Systems GmbH Genel Müdürü Peter Mertens, Erzincan’da yapılan fabrikanın 32 bin metre kare alan üzerine kurulduğunu ve 2 Bin 700 metre karelik üretim tesislerine sahip fabrikanın yılda 8 milyon adet bağlantı elemanı ve parça üreteceğini belirtti. TCDD ve raylı sistemle ulaşımı sağlayan belediyelerin ihtiyacını karşılayacak fabrikada, 55 kalifiye eleman istihdam edilecek.

Çankırı YHT Makas Fabrikası – Vademsaş’ın temeli atıldı
TCDD, Kardemir ve Voestalpine ortaklığında kurulan Çankırı Makas Fabrikası’nın temeli, 22 Ağustos 2010’da atıldı.
Törende, Binali Yıldırım, ”Demiryollarını ayağa kaldırmak sadece yüksek hızlı tren işletmeciliğini Türkiye’ye getirmekle olmuyor, başka ne yapacaksınız, demiryollarında yerli sanayiyi de geliştireceksiniz.Yerli sanayi nasıl gelişecek? İşte Kardemir’e ray imal ettireceksiniz, YHT rayı yaptıracaksınız, Kırıkkale’de Makine Kimya’ya tekerlek sistemleri yapmak için görev vereceksiniz, Çankırı’ya YHT makası yapmak için görev vereceksiniz, Eskişehir’de lokomotif yapmak için Amerikalılarla ortaklık kuracaksınız, Sakarya’da YHT seti yapmak için Korelilerle ortaklık kuracaksınız, Erzincan’da ray bağlantı elemanları yapmak için Almanlarla ortaklık kuracaksınız, Çankırı’da Avusturyalılarla ortaklık kuracaksınız.İşte bunları yaparak hem işsizlerimize iş sağlayacağız, ülkemizin, insanımızın geleceği olan tarihi kuruluşumuz demiryollarını da ayağa kaldıracağız. Bunun için çalışıyoruz.” dedi.
Avusturya merkezli Voestalpine şirketi yöneticisi Dieter Fritz, Voestalpine’ye ait dünyanın çeşitli ülkelerinde 46 makas fabrikasının bulunduğunu, şirketin piyasanın yüzde 40’ına sahip olduğunu söyledi. Temeli atılan fabrika, Çankırı’da mevcut makas fabrikasının yanındaki 22 dönümlük arazi üzerine inşa edilecek. TCDD ve yerel yönetimlerin makas ihtiyacının yanı sıra üretim kapasitesinin %10’unu ihraç edecek. İlk yatırım tutarı 7.9 Milyon Euro’yu bulan Vademsaş’da üretimdeki yerlilik oranı ilk üç yıl içerisinde % 62’ye ulaşacak. Makas konusunda dünyanın ilk firması olarak gösterilen Avusturya Voestalpine Firmasının % 51, Kardemir’in %34, TCDD’nin %15 olarak ortak olduğu Çankırı Makas Fabrikası (Vademsaş) iki yıl içinde bitirilecek. Fabrikada ilk yıllarda 140 personel istihdamı sağlanacak, bu sayı daha sonraki yıllarda giderek artacak. Vademdaş’ın on yıllık yatırım süreci içinde 150 Milyon USD değerinde bir pazar hedefine ulaşacağı tahmin ediliyor.

“Adapazarında TCDD – ROTEM (Kore) ortaklığı ile kurulan fabrika metro, YHT ve dizel tren setlerini üretiyor..”
TCDD’nin Adapazarı Vagon Fabrikası TUVASAŞ, Hyundai – ROTEM firmasının ortaklığı ile metro, YHT ve dizel yolcu treni setlerinin üretimine başladı. fabrika, ROTEM’in ABD dışındaki ilk yurtdışı yatırımı.

6 Eylül, 2010 tarihli anlaşma ile Marmaray’ın 275 aracı burada üretilecek.. TCDD’ye yapılan ‘Raybüs’ dizel tren setlerinde de teslimatlar devam ediyor. Yukarıdaki fotoğraf bu dizel setlerine ait.

“Kuru limanlar Anadolu’ya yayılıyor”
TCDD farklı ölçeklerde 15 noktada lojistik merkezler kurmayı hedefliyor. Bu merkezler; Hadımköy (İstanbul), Muallimköy (İstanbul), Menderes (İzmir), Çandarlı (İzmir), Köseköy (İzmit), Gelemen (Samsun), Hasanbey (Eskişehir), Boğazköprü (Kayseri), Gökköy (Balıkesir), Yenice (Mersin), Uşak, Palandöken (Erzurum), Kayacık (Konya), Kaklık (Denizli) ve Bozüyük (Bilecik) olarak sıralanıyor.
2009 Yılı itibarı ile, Samsun (Gelemen), Denizli (Kakalık), İzmit (Köseköy), Eskişehir (Hasanbey), Kayseri (Boğazköprü) inşaat çalışmalarının birinci etabı tamamlanırken, Eskişehir (Hasanbey) ve Kayseri (Boğazköprü’nün) ikinci etap işleri ile Balıkesir’in (Gökköy) inşaat işlerine başlanacağı ifade ediliyor. Diğer lojistik merkezlerin inşaat çalışmaları ise devam ediyor.

“Ayda 5,750 blok tren seferi yapılıyor”
TCDD 2009 Faaliyet raporundan:
“Yurtiçi blok trenlerin sefere konulmasının yanı sıra, uluslararası yük taşımacılığımızda da blok tren işletmeciliğine geçilmiştir. Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasında, başta Almanya olmak üzere Bulgaristan, Macaristan, Avusturya, Hırvatistan, Romanya ve Slovenya’ya; doğuda İran, Suriye ve Irak’a, Orta Asya ülkelerinden Türkmenistan ve Kazakistan’a karşılıklı olarak blok yük trenleri çalıştırılmaktadır. Bu kapsamda 158 adet yurtiçi, 33 adet uluslararas› olmak üzere günde karşılıklı 191 adet blok yük treni çalıştırılmaktadır.”

“Özel sektör şirketleri kendi vagonları ile taşımacılık yapabiliyorlar”
TCDD 2009 Faaliyet raporundan:
“Bugün itibarı ile mevcut sözleşmeler çerçevesinde 40 adet firmanın 2.453 adet vagonu TCDD şebekesinde işletilmektedir. 2009 yılında sahibine ait vagonlarla 4,2 milyon ton yük taşması yapılmış olup toplam taşıma içindeki payı %22’dir.” Bunun en iyi örneği, 500 adetden fazla yük vagonuna sahip olan Arkas Holding’e ait Ar-Gü firması. TCDD’nin lokomotifi, Arkas’ın Ar-Gü şirketine ait vagonları çekerken.

“Konteyner taşımacılığı artıyor”
TCDD 2009 Faaliyet raporundan:
…bu kapsamda 2002 yılında 375 bin ton/yıl olan demiryoluyla yapılan konteyner taşımacılığı, 2009 yılında 15 kat artarak yaklaşık 5,5 milyon ton konteyner taşımacılığı yapılmıştır.

“YHT’lerin yük nakliyesine de dolaylı faydası var: Mevcut hatlar tamamen yük taşımacılığına kalacak”
YHT Hatları devreye girdikçe, bir yandan yenilenen normal tren yollarımızın trafik kapasitesi yük trenlerine terkedilmiş olacak.. Bu da yük nakliyatında hız ve kapasite artışı anlamına geliyor..

“Gelirlerin giderleri karşılama oranı yükseliyor”
2002 yılında yüzde 50’lerde olan gelir/gider oranı, 2009 yılında yüzde 80’e yükselmiş durumda. TCDD’nin 2014’den itibaren zarar etmemesi öngörülüyor.
Yapılacak bir yasal değişiklikle, karayollarını devletin inşa edip, bu yollarda özel şirketlerin otobüs işlettiği gibi, demiryolarının alt yapısının da devlet tarafından üstlenilmesi, tren işletmeciliğinin zaman içinde özel sektöre terk edilmesi düşünülmekte..

SONUÇ:
Rahmetli Özal’ın akılda kalan en büyük yanlışlarından biri de “demiryolları komünist sistemin ulaşım aracıdır” lafıydı.
Bu, “ABD’nin şehirlerarası karayolu sisteminden etkilenmiş ama demiryollarını incelememiş sıradan bir insanın edebileceği bir laftı. ABD coğrafi olarak çok geniş olduğundan uzun mesafelerde uçak yolculuğunun ağırlığı doğal olarak fazla. Ancak şu anda bile ABD’nin demiryolu sistemi hala ton/km başına dünyanın en düşük maliyetli ve en ucuz fiyatla kargo taşıyan demiryolu sistemi ve bu ABD’nin rekabet gücünün önemli bir dayanağı.

AKP bu yanlışa düşmedi. Ellerinde, büyüyen Türkiye’nin büyüyen imkanları da var. Ulaştırma Bakanı Yıldırım’ın vizyonu da Türkiye için ayrı bir şans oluşturmuş. Hava ulaşımında, karayollarında, gemi inşa sanayinde yarattığı ivmeyi demiryollarına da yansıtmış. Tabi, sekiz yıldır aynı koltukta oturması da bu verimlilikte rol oynuyor.

TCDD, o bildiğimiz ‘köhnemiş’ halinden hızla sıyrılıyor. Hedef 2023’de Batı Avrupa standardını yakalamış olmak. Atılım sadece YHT’ler ile sınırlı değil, eldeki şebekenin tamamen yenilenmesi, elektrikli hale getirilmesi, sinyalizasyonunun tamamlanması, tek hattan çift hatta geçilmesi, demiryolu bağlantısı olmayan liman bırakılmaması, organize sanayi bölgelerinin mümkün olanlarına tren bağlantısı yapılması, gar ve istasyonların yenilenmesi, özel sektör işbirliği ile lojistik merkezleri kurulması gibi pek çok hedef var. Bu tempoyla devam edebilirsek ulaşmak hayal değil..

Hem yükte, hem yolcuda demiryollarının payının artacağı yıllara giriyoruz. Bunun ekonomimize yapacağı katkılar saymakla bitmez.. Çin’in hem ekonomik, hem politik dürtülerle uygun kredi sağlamasından da faydalanıyoruz.

Konunun beni en memnun eden yönü şu ki, Türkiye artık ele aldığı bir konuyu ileriye taşıyabilen bir ülke.. Nasıl TCDD eski TCDD olmaktan çıkıyorsa, asıl Türkiye eski ‘kıtipyoz’, ‘aciz’ halinden çıkıyor.. Asıl iyi haber bu.. TCDD bunun göstergelerinden birisi.. Başka göstergelerde buluşmak üzere..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

Bu yazıda, TCDD ve iştiraklerinin WEB siteleri ile www.rayturk.net sitesinden yararlanılmıştır.

]]>
Türk ve Çin silahlı kuvvetlerinden bir ilk – Hava kuvvetlerinin ortak eğitiminden sonra kara kuvvetleri de ortak eğitime başladı.. /2010/11/turk-ve-cin-silahli-kuvvetlerinden-bir-ilk-hava-kuvvetlerinin-ortak-egitiminden-sonra-kara-kuvvetleri-de-ortak-egitime-basladi/ Wed, 10 Nov 2010 20:24:00 +0000 /?p=5072
PEKİN –
Tarihlerinde bir ilki gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri ile Çin Halk Kurtuluş Ordusu, iki ülke komando birliklerinin birlikte savaşma gücünü arttırmak üzere, bir hafta sürecek eğitimde buluştu.
Çin uluslararası Radyosu’nun haberinde, ‘bunun iki ülke kara kuvvetleri arasında yapılan ilk ortak eğitim olduğu’ ifade edildi.
Haberde, Türkiye’de Komando Okulu ve Eğitim Merkezi’nde başlayan ortak eğitimin, dağlık bölgede komando savaş tekniğinin geliştirilmesi, taktik bilgilerin verilmesi ve bir ortak tatbikat gerçekleştirilmesini kapsadığı belirtildi.
Aynı haberde, “bu eğitim iki ordu arasında karşılıklı anlayış ve güvenin derinleştirişmesini, somut işbirliğinin arttırılmasını ve iki ordunun komando birimlerinin birlikte savaşma gücünün arttırılmasını amaçlıyor” denildi.

AA – 8 Kasım, 2010

http://www.aa.com.tr/tr/turk-ve-cin-ordularindan-ilk-3.html

]]>
Tevfik İzmirli – “Sigara tröstlerinin kirli oyunlarından Türkiye’nin payına düşenler basına yansımaya başladı.. – V – Belgelerin linkini veriyoruz.. /2010/11/tevfik-izmirli-sigara-trostlerinin-kirli-oyunlarindan-turkiyenin-payina-dusenler-basina-yansimaya-basladi-v-belgelerin-linkini-veriyoruz/ Mon, 08 Nov 2010 14:44:07 +0000 /?p=4902 “O kadar çok yazışma var ki.. Tamamını okuyup, elemek, dişe dokunur olanları ayırmak için çok ciddi zaman lazım..
Belki bir hukuk fakültesinin bu belgeleri örneğin yüz öğrencisine bölüştürüp ödev olarak vermesi düşünülebilir.. ortaya çıkacak ilginç belgeleri yayınlayabilirler..”

Merhabalar,

Belgelerin tamamını kütüphanesinde bulunduran ve bunları digital ortamda kamuya açık tutan üniversitenin tam adı, “University of California, San Francisco.”

Link şöyle: http://legacy.library.ucsf.edu/action/search/basic

Arama sayfasının görüntüsü şöyle:

60 Milyon fazla sayfadan oluşan 11 milyon belgeye ulaşım imkanı var.
Tek tek tüm sayfalar PDF formatına aktarılmış. Sayfa sayfa okunabiliyor..

’40’lı yıllardan kalma yazışmalar bile çıkıyor..
Bunların birinde, tütün balyalarının köylerden İzmir’e develerle taşındığı bu yüzden yollarda tozlandığından
şikayet ediyorlar..

9 Ağustos, 1969 tarihli bir belge, İzmir’li bir tütün ihracatcısının bir Amerikan sigara şirketine yazdığı mektup.
Bizim ihracatcı, yolladığı hurda tütünlerin kilo fiyatını resmi evrakta 9 ve 4 cent olarak gösterdiğini,
gerçek fiyatın ise 13 ve 9 cent olduğunu, dolayısı ile çift fatura tanzim ettiğini, resmi faturanın Türkiye’deki banka hesabına, aradaki farkın da Royal Bank of Scotland’daki hesabına ödenmesini istiyor. Garibim nereden bilsin kaç yıl sonra bu yazışmaların ortalığa saçılacağını. Bu firma şu anda da en ciddi tütün ihracatcılarımızdan biri..
Belgenin linki: http://legacy.library.ucsf.edu/action/document/page?tid=vus01c00&page=1

“Turkey” Kelimesini, tüm sigara firmalarını içerecek şekilde aratınca 64,471 belge çıkıyor..
Tabi ki, içinde “Turkey” kelimesi geçen her belgenin haber kıymeti yok.
Adamların işi tütünle olunca, Turkey lafının geçmesi için pek çok sebep var.
Kimi yazışmalar teknik konularda.. ‘alınan tütünlerin kalitesi, sigaraların içerdiği nikotin ve katran oranları’ gibi..
Kimi yazışmalar ticari.. ‘tütünler yola çıktı mı, hangi gemi ile, ne zaman varacak, bu sene piyasa kaçtan açılacak?’ gibi konular..
Pek çoğu sigara pazarlama konusunda.. reklamlar, reklam yasakları..pazarlama stratejileri..
En büyük sıkıntıları ‘sigara sağlığa zararlıdır’ diyen tıp mensupları, tıp fakülteleri ile, bunların yayınları ve düzenledikleri toplantılar, sempozyumlar.. Bu tip faaliyetleri tıp mensuplarından daha dikkatle takip ediyorlar.. Dünyanın neresinde böyle bir toplantı yapılacaksa, sigaracılar yakın takipte..

O kadar çok yazışma var ki.. Tamamını okuyup, elemek, dişe dokunur olanları ayırmak için çok ciddi zaman lazım..
Belki bir hukuk fakültesinin bu belgeleri örneğin yüz öğrencisine bölüştürüp ödev olarak vermesi düşünülebilir.. ortaya çıkacak ilginç belgeleri yayınlayabilirler..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

]]>