Tevfik İzmirli – Ümit Zileli’ye Açık Mektup

19/02/2010 (Kategori: Yazılarım)

Sayın Zileli,

Ters Cephe programını keyifle ve ilk günden beri hiç kaçırmadan izliyorum. Hatta kayıt ediyorum. Oradaki yorumlarınız beni bazen düşündürüyor, bazen üzüyor. İzninizi alma imkanım yok ama size içimi dökmek, biraz da sitem etmek istiyorum, okursanız memnun olurum, okumazsanız da şikayete hakkım yok, canınız sağ olsun. Sadece samimi düşüncelerimi aktarmak istiyorum:

Şu alıntı Mahmut Esat Bozkurt’dan:
“Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır. Köle olmaktır.”

M.Esat Bozkurt zamanının kıymetli hizmetlerde bulunmuş, devletimizin kuruluş döneminde harcı bulunan bir hukukçumuz olabilir. Hayatını biraz ben de biliyorum. Allah rahmet eylesin. Ama, şu yaşadığımız çağda kabul edilmesi mümkün olmayan ırkçı görüşleri de vardır. Yukardaki alıntıyı bugün kabul edebilir miyiz? Irkçı bir bakış değildir, diyebilir miyiz? Kürtler bu lafın neresine sığar? Bu yaklaşım birlik mi getirir, bölünme mi getirir? Doksan yılda bu kafayla geldiğimiz yer belli değil mi? Bunlar Atatürk akılları, tek parti dönemi akılları, asker akılları, Kenan Evren akılları.

M.Esat Bozkurt’u, günahıyla sevabıyla, yaptığı hizmetlerle tarihi yerinde tutalım. Ama İstanbul Barosu’nun, adına hukuk ödülü koymak üzere onu seçmesi uygun düşmüştür, diyebilir miyiz?

İşte biraz da sizlerin bu tutumu yüzünden, benim gibi düşünen insanlar, en geniş şekliyle bir hukuk devletini ve gerçek demokrasiyi ülkemizde de görmek isteyenler, “imamlar iktidarından” medet umar hale düşüyoruz. Lütfen bundan kaçınmaya çalışın. Sizler okumuş yazmış insanlarsınız. Sizin yurtseverliğinizden de eminim.

Alın şu demokrasi bayrağını dincilerin, imamların, tarikatcıların elinden. Siz talep edin daha geniş hakları, eşitliği, özgürlüğü, sivilleşmeyi.

“Parka da siyasi simgedir, ülkücü bıyığı da siyasi simgedir, CHP rozeti de siyasi simgedir, türban da siyasi simgedir. Görev başındaki bir kamu görevlisi bunların hiçbirini kullanamaz ama hepsi de üniversiteye öğrenci olarak, askeri hastahaneye hasta ya da ziyaretçi olarak girebilir” diyemez misiniz?

Öyle Sayın Kılıçdaroğlu gibi, “Oy potansiyeli bu tarafta, o zaman biz de bu tarafa yakın söylemleri benimseyelim” tarzında belkemiksiz ve takiyeci bir duruşu kastetmiyorum. Gerçekten içinize sindirerek, diyemez misiniz?

“Ordumuz canımız ciğerimizdir, ama seçimle gelmiş, milletin meclisinden güven oyu almış meşru hükümetimizin yüzde yüz emrinde olması gerekir” diyemez misiniz?

Eğer diyemezseniz, biz iki arada bir derede kalanlar, yani hem askeri vesayete hem cemaatciliğe – tarikatcılığa karşı olanlar, askeri vesayet daha ezici, daha boğucu ve silahlı bir bela olduğundan, mecburen tarikatcıların, Fethullah’cıların yanında yer almaya, TSK’nın imajı bozuldukça, vesayet böyle böyle kırılacak diyerek sevinmeye devam etmek zorunda kalacağız demektir…

“Askerimiz gözümüzün bebeği, canımızın, vatanımızın, ırzımızın muhafızıdır ama “Golf Kuvvetleri Komutanı” gibi, “Karakollara ödenek yok diyen Org. Iğsız” gibi generallere saygı duymak zorunda mıyız? Diğer emekli generallere alınmazken kendisine arsızca özel zırhlı Audi aldırıp, bir de bunu teslim almaya koca bir Korgeneral’i memur eden, bir de sırf bu iş için Almanya’ya askeri nakliye uçağı kaldırtan Org. Büyükanıt’ın e-muhtıra küstahlığını ve “Ben yazdım koydum” derken sergilediği pişkinliği esas duruşta karşılamak zorunda mıyız?

Sınır karakollarının çatıları eternit kaplı iken, KK’lerinin envanterinde yirmibeş yaşından genç tank yok iken, NATO’ya girildiğinden beri envantere bir adet bile kullanılmamış tank alınamamış iken, ülke entegre bir hava savunma sisteminden hala mahrum iken, tanksavar silahı alıyoruz diye yola çıkılıp, askerlerin yaptığı ihale ile Fransız Erynx tanksavar roletlerine ihtiyacın beş misli sipariş verilmiş ve alınan silahların hedefleri vuramadığı görülünce mahkemelik olunmuş ve tahkim mahkemesi neticesinde 200 milyon avro fransız şirketine kaptırılmış ve tek bir adet tanksavar bile alınamamış ve konu kapatılmış iken, mehmetçik hala etkisi tartışmalı ve eskimiş G-3 tüfeklerle göreve çıkarken, kendileri S-500 Mercedes’lere binen, 60 milyon dolarlık Gulfstream jetlerle dolaşan, her Ağustos ayında birbirine sanki zafer kazanmış komutanlarmış gibi Üstün Hizmet Madalyası takan, Mehmetçiği bedava hizmetçi olarak orduevlerinde kullanan, dinlenme tesislerinde askere torun baktıran, gökdelen gibi orduevi, beş yıldızlı otel gibi dinlenme tesisi yaptıran, buraların kral dairelerini aratmaz general dairelerinde konaklayan, “Avrupa bizim savaşma yeteneğimizi kaybetmemizi istiyor” propogandası ile demokrasiye aykırı imtiyazlarını devam ettirmeye çalışan, bunu söylerken, son ikiyüzyılın en büyük askeri gücünün Anglo Sakson ittifakı olduğunu, bu geleneğe mensup orduların tamamen sivil yönetimin savunma bakanına bağlı olduğunu halkından saklayan, aslında en güçlü orduların her zaman en demokratik ülkelerden çıktığını görmezden gelen, daha 60 yılında Güney Amerika orduları gibi üsteğmeni, yüzbaşısı ile darbe yapıp seçilmiş başbakan asmış, 70 yılında kendi orgenerali, kendi tümgeneraline Ziverbey Köşkünde fiilen işkence yapmış, 80 yılında hapishanelerinde kendi vatandaşlarına sistematik işkence uygulamış, 2000′li yıllarda genelkurmay başkanı, diğer komutanlar tarafından zehirlenme korkusuyla evinden karargaha yemek getirmek zorunda kalmış, şöyle dönüp son 60 yılına baktığımda Zaparta geleneğinin yaşadığını gördüğümüz bu ordunun subay ve general sınıfına saygı duymak zorunda mıyız?

Milleti cahil sanıp akıl öğretmeye cüret eden bu son nesil orgeneraller, yaşları itibarıyla üniversite mezunu bile değildir, farkında mısınız? Çünkü Kara Harp Okulu’nun daha önce iki yıl olan eğitim süresi 1948 yılında üç yıl, 1963 yılında iki yıl, 1971 yılında üç yıl ve ancak 1974 yılında dört yıl olarak düzenlenmiştir. Org. Başbuğ Harp Okulu’nu 1962′de bitirmiştir. Düşün oradan askeri dersleri, geriye kaç ay kalır? Bir iki düşünürden üç beş kitap oku, onlardan dört beş alıntı yap, birkaç seminer dinle, kurs gör, kurmay akademisine git, oldu sana entellektüel general. ABD Silahlı kuvvetlerinde zorunlu olarak, her subayın en az bir dalda master, her generalin doktora sahibi olduğunu hatırlatmak isterim. Ama onlar halklarına akıl öğretmek terbiyesizliğinde bulunmuyorlar. Neden acaba? ABD’de cahil, aşırı dinci, tarikatçı seçmen kıtlığı mı var, bizim generallerin zihniyeti mi hastalıklı?

Fikret Bila’nın “Komutanlar Cephesi” kitabını okumuşsunuzdur. Vesayetçi zihniyet, kendi subayını bile cahil bırakmış. Koskoca generaller, “Ben bilmem kaç yaşıma gelene kadar Türkiye’de Kürtlerin de bulunduğunu bilmiyordum” diyor. Diyelim ki, milletten gerçekleri sakladın. İnsan güvenliğini emanet ettiği subayları da cahil bırakır mı? Sovyetler’de bile, rejim
halka dış dünya hakkında her türlü yalanı yutturuyordu ama KGB mensupları bu yalan fırtınasının dışında tutuluyordu. Bizim devletimiz hem baskıcı, hem yalancı hem de üstüne akılsız olagelmiş. Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış koskoca orgeneralsin, “Kürtlerden haberim yoktu” de, sonra emekli olunca, giy pijamaları otur evinde, özür dilerim, biz o zaman yanlış yapmışız de, çık işin içinden. Böyle emekli olunca senin sorumluluğun bitiyorsa, bir bedel ödemiyorsan, sen memursun demektir. Memursan memur gibi davran, siyasete karışma, hükümetin emrine uy. Memur değil de siyasetçi isen, devlet adamı isen o zaman çık bunun siyasi bedelini öde bakalım şimdi. Çık kürsüye, özür dilerim de, ben cahilmişim de, size de baskı yaptım, korkuttum, yanlış yola sevkettim, beni affedin, de. Biz Atatürk’çü Türk subayları, bu Kürtlere Diyarbakır cezaevinde o kadar işkence yapmasaydık, belki dağa çıkanlar bu kadar çok olmazdı, de bakalım. Siz bizim gibi generallere inanmayın, bizim aklımız ermez, desene. Biz aslında ne siyasetten anlarız, ne sosyoloji biliriz ne de tarih, ama meslek icabı silah dolabı bize emanet olduğundan, saygısız bir zihniyetle millete bir de akıl öğretmeye kalkarız, de bakalım. Hele bir de çık oy iste bakalım. Çevik Bir tipik örnektir. Siyaset merakı katıldığı ilk toplantıda bitmişti.

Sayın Zileli, Türk generallerinin gözüme sirk palyaçosu gibi gözükmesi de TSK’ya karşı asimetrik savaş sayılır mı? Benim vatanımı milletimi sevmediğim anlamına çıkar mı?

Geçen programların birinde, kapanışa yakın söz Kazım Karabekir’e geldiğinde, bir iki kısa yorum yaptınız. “İyi bir komutanmış ama dar kafalıymış, Atatürk bütün memleketi kurtarmayı düşünürken o, Doğu’yu kurtarmaya öncelik veriyormuş” gibi bir yorumdu. Sayın Zileli, kendi generalini Kürt realitesi konusunda cahil bırakan bu yamuk devlet zihniyeti, bizim nesillere de pek çok gerçeği, resmi tarih merceğinde kırarak, çarpıtarak aktardı, ya da yok saydı. Eğer Karabekir öyle dar kafalı bir adam olsa, ölümünden 62 yıl sonra genelkurmay, hem de Nutuk’da lanetlenmiş, kitapları yakılmış, Atatürk ölene kadar göz hapsinde yaşatılan bir adamı, dördüncü milli kahraman olarak anma listesine dahil etme zorunluluğunu duyar mıydı? Kendilerine bu konuda teşekkür etmek isterim. Son yıllarda gördüğüm belki de tek doğru hareketleri buydu. Bu, ‘Atatürkçülük Dini’nde yapılmış ilk revizyon. Kutsal kitaptan bir ayetin uyduruk olduğunun itirafı. Hem de kim tarafından? “Kutsal Metinleri Koruma Konseyi” tarafından yapılıyor. Önemi burada. Vatikan, dünyanın düz olmadığını kabul edip, Galileo’den özür diledi ya, neredeyse oransal olarak o önemdedir Türkiye için..

Sizler, “Atatürk’ün her tasfiye ettiği adam kötüydü” derseniz, bizleri Fikri Akyüz gibi zavallılara hak verir duruma düşürürsünüz. Sizin tutumunuza en büyük sitemim bu konuda.. Aslında demokratik hassasiyetleri fazla olmayan, kendi üzerlerindeki baskı kalksa, türban vs. serbest kalsa, ne tutum alacakları şüpheli olan kesimlerin yanında saf tutmak zorunda kalıyoruz. Karabekir’i neden siz savunmuyorsunuz da Fikri Akyüz gibi dinciden bozma çakma demokratlara koz veriyorsunuz?

23 Nisan 1920′de, Atatürk meclisi dini vurgusu fazla bir törenle, Hacı Bayram’da kılınan Cuma namazı sonrasında, müftü ve dualar eşliğinde açıp, vilayetlere de mevlut ve kur’an okunarak tören yapılmasını telgrafla tebliğ ettiğinde, Atatürk’ü gereksiz dini vurgu yapmakla eleştirebilmiş bir insandır Karabekir. Bulunduğu Erzurum’da, sürekli çağdaşlığı aşılamış, o muhafazakar doğu şehrinde kaç göçe karşı eğiterek, örnek olarak savaşmış, aydın bir insandır.
Eğitime inanır, iknanın gücüne inanır. Mustafa Kemal’e karşı hiçbir dedikoduya izin vermemiş, kendi nefsini hep geri planda tutmuştur. Dünyanın belki ilk çocuk köyünü kurmuştur. Ufku ve enerjisi anlatmakla bitmez. Tiyatro yazar, çocuklara sahneletir, halka gösterir, milli davalarda bilinç yaratır. Marş yazar, besteler. Yetimleri sofrasına oturtur, onlara görgü kazandırır. Meslek sahibi yapar. Türk – Ermeni, 6000 yetimi kolordu imkanları ile yetiştirir. Erzurum’da halka açık havada spor yaptırır, vs. Kalkınma sevdalısıdır. O savaş ortamında kurmay subay adaylarını şahsen eğitmek için vakit ayırır. Gerçek bir aydın ve vatanseverdir. Anadolu’ya ilk geçen, Mustafa Kemal dahil, tüm arkadaşlarını da en kısa zamanda Anadolu’ya geçmeye teşvik eden Karabekir’dir. Tüm Anadolu’nun hem Yunan hem Ermeni işgalinden tamamen kurtulacağına, ilk günden itibaren inanan ve tüm arkadaşlarına iyimserlik aşılayan yine Karabekir’dir. Kime ne söyleyecekse, açık söyleyen, katiyen arkadan konuşmayan, bulunduğu ortamlarda kimsenin arkasından konuşulmasına izin vermeyen, üstün karakterli, yüksek ahlaklı, inanılmaz derecede dış politika ustası, efsane komutan, asker ve subaylarının babaları gibi benimsedikleri, dindar fakat gericilik düşmanı, örnek bir insandır. Her aklıma geldiğinde ruhuna dua ettiğim, akrabam olmayan tek insandır. Atatürk de büyük bir Türk kahramanıdır. Karabekir de büyük bir Türk kahramanıdır. Sadece “İstiklal Savaşımız” adlı eserini okusanız, benim az yazdığımı göreceksiniz.. Siz şimdi bu insanı, sadece Atatürk resmi tarihten sildirmiş diye, İzmir suikastı iftirası ile siyasetten tasfiye etmiş diye, Nutuk’da tu kaka etmiş diye defterden silerseniz, hem de genelkurmay bile Atatürk’ün bu haksızlığını sürdürmekten vazgeçmişken, ben de kendimi Fikri Akyüz’ü destekler, size kızarken bulurum.. Kusura bakmayın.. Atatürk varsa, akıl da var.. vicdan da var..

Sayın Zileli, tanışmıyoruz ama, ben de sizin gibi kravatlı, traşlı, okur yazar bir beyaz Türküm. Alevi değil Hanefi, şeriatçı değil laik, belki size göre daha liberal laik ama kesinlikle laik, Kürt değil Türk, Doğulu değil Egeli ve Rumeli’li bir aileden geliyorum. Akraba ve hısımlarım içinde bir mufazzaf ordu komutanı orgeneral, biri genel kurmay başkanı, biri kuvvet komutanı iki emekli Orgeneral, bir emekli rahmetli Tuğgeneral, biri rahmetli biri sağ iki emekli albay var. Dedem de sivillere mahsus olanından İstiklal Madalyası sahibiydi. Yani politik olarak en son sıkıntıya girecek bir azınlığa dahilim, bile denebilir. Ama bu Atatürk’çülük, bu Cumhuriyet, bu rejim, bu TSK, bu yüksek yargı, bu devlet anlayışı; dağlı, cahil ve fakir bir Kürt’le beni ve başıbağlı, cahil ve diyelim ki tarikatçı bir kadınla benim eşimi eşit, ama hak ve hukuk açısından tamamen eşit, tutmayacaksa, ki tutmuyor; onların da, bizimle aynı haklara, ama tam da aynı haklara sahip olduğunu kabul etmeyecekse, ki etmiyor; Kürtlere ve Alevilere kızılderili, dindarlara zenci muamelesi yapacaksa, ki yapıyor, ben bunları en başta vicdanımda kendime karşı nasıl savunayım, ayrıca neden savunayım?

Sayın Zileli, hukuk, demokrasi, seçim, anayasa, laiklik, cumhuriyet, Atatürk Devrimleri, bu rejim, şu rejim, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı… bunların hepsi araç ya da yöntem değil midir? Asıl amaç en geniş anlamıyla adalet değil mi? Eğer adaleti arttıramayacaksan neden iktidara talip olacaksın ki? Eğer daha adaletli bir idareye hizmet etmeyecekse, demokrasiye ne gerek olur ki? Adalete faydası olmasa dinin ne kıymeti kalırdı ki? Amaç adalet.. Bunun yolu evrensel hukuk… Evrensel hukuku yaşatmanın olmazsa olmazı demokrasi.. Demokrasiye uygun çatı da cumhuriyet. Sıralama böyle değil mi?

Amaç adaletse, kendimize ne istiyorsak başkasına da onu isteyeceğiz. Bulgarlar, Jikov zamanında Türk çocuklarına İvan adı koyunca nasıl isyan ettiysek, Kürt vatandaşımızın çocuğuna istediği Kürtçe ismi koyması, Türk mahkemeleri tarafından engellenince de aynı şekilde isyan edeceğiz. Doğru mu? Bu memleket bize ait iken bunlar gökten düşmediler. Bir bölü yetmişiki milyon benim hissem varsa, tam o kadar da onun hissesi var. Cahil olabilir, sosyolojik olarak ilkel bir aşamada olabilir, aşiret düzeninden çıkamamış olabilir, çok eşli olabilir, töre cinayetine yatkın olabilir, geleneksel olarak başta kaçakçılık olmak üzere suça yatkın olabilir, zihniyet olarak geri olduğu için belki parayı verenin düdüğünü çalmaya da müsait olabilir, Allah’ın bir belası da olabilir. Biz özel hayatımızda onunla komşu olmak istemeyebiliriz, Ümit Zileli gibi insanlarla oturup kalkmak istiyor olabiliriz. Ama Tevfik Bey’in keyfine uygun adam aramıyoruz. Vatandaşlık haklarından bahsediyoruz. Haktan hukuktan konuşuyorsak, Haşo ile Tevfik arasında da fark olmayacak. Değilmi ki başbakan oldun, bakan oldun, hakim oldun, savcı oldun, mühür artık senin elinde, kamusal gücü kullanıyorsun, o zaman herkesin hakkı hukuku sana emanet, ayırım yapmayacaksın. Hem ahlaken yapmamalısın, ahlaksızsan da pragmatik nedenlerden yapmayacaksın ki o vatandaş devletine düşman olmasın.

Adam vatandaşsa, vergisini alıyorsak, oğlunu askere yolluyorsa, onun karısını kızını, başını şöyle örtmüş, böyle bağlamış diyerek üniversite kapısından çevirmeyeceğiz. İster şeriat istesin, ister bölücü olsun, ister samimi inancından yapsın, ister birilerine yaranmak için, isterse laiklik ilkesini protesto amacıyla taksın. Niyetini sorgulama yetkimiz bile olamaz. İsterse sırf inadından yapsın. Bizim neden kravat taktığımız nereden belli? Belki ben de birilerinin gözüne girmek için takıyorum. Bana sorabiliyorlar mı? O da vatandaş. Silahlı hareket planı, propogandası yapmadıkça, istediği fikri savunabilir. Yaparsa, ona karşı ceza kanunlarımız var. Neye inanacağını, “Ben Kürt’lerin varlığından haberdar değildim” diyen generalden öğrenecek değil. Ne kadar dindar olacağını da bana sorma zorunluluğu yok. Tam benim inandığım kadar inanmaya da mecbur değil. İsterse taşa tapar. İsterse yirmidört saat zikir yapar. İsterse sapkın bir mezhebe üye olur. Vatandaş mı, vatandaş. İnanç özgürlüğü var mı, var.

Adalet duygusu ve vicdan böyle derken, Atatürk’çülük adı altında dayatılsa da, çağdaşlık diye yutturulsa da, adalet duygumu zedeleyen bir çark dönüyor. Bu adaletsiz tutum yüzünden, ben de bu çarka çomak sokan PKK’lıya da kızamaz hale geldim, Fethullah’cılara da.. Böyle gaddar, böyle ayrımcı, dışlayıcı bir devlete yine iyi sabır gösteriyor bu insanlar, diyorum. Ben de Kürt olsam dilim yasaklansa, köyüm boşaltılıp tazminatsız sokağa atılsam, Diyarbakır cezaevindeki işkenceler Kürt milliyetcisi hatta varsayalım Kürt ayrılıkcısı olduğum için bana yapılmış olsa, ben de dağa çıkardım, çıkamazsam çıkana yardım ederdim, benim de karım ya da kızım türbanlı olsa üniversiteye alınmasa ben de TSK aleyhine asimetrik psikolojik harp yapardım, ben de Alevi olsam, devlet Sünni imamlarının maaşlarını benim vergimden öderken, benim Cem Evi’mi tartışmaya açsaydı, ben de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hakkımı arardım, diyorum.

Kürt değilim, Zaza değilim, Güneydoğu’lu değilim, Alevi değilim, tarikatçı değilim, komünist değilim, hiçbir cemaatle en ufak bir bağım yoktur, hemşericilik hissim bile hiç olmadı, buna rağmen ben bile bizim devletimizin, askeri ve sivil bürokrasinin bu baskıcı ve ayrımcı tutumuna isyan eder hale geldim ya, Allah bu uygulamalara maruz kalanlara sabır versin, diyorum.

Sayın Zileli, zahmet edip buraya kadar okuduysanız, kıymetli vaktiniz ve sabrınız için teşekkür ederim,
Saygı ve selamlarımla,

Tevfik İzmirli