Tevfik İzmirli – “Üç gemi, bir mektup, bir ambargo..” – “TCG – Heybeliada neden bu kadar önemli?” – “Milletçe ikiyüz yıllık bir utançtan kurtuluyoruz..”

14/11/2010 (Kategori: Seçtiğim Haberler, Yazılarım)


Ağustos, 1914 – Londra – Winston Churchill, Donanma I. Lordu, Kraliyet Dış İşleri Bakanlığına:
- “Gemilere el koyuyoruz, işin diplomatik ve hukuki kılıfını hazırlamaya başlayın! Hiçbir hukuk kuralı Büyük Britanya’nın yüksek menfaatlerinin üzerinde olamaz!”

Kasım, 2010 – İstanbul – Tevfik İzmirli, Türk Vatandaşı:
- “Siz o hukuk masallarınızı, yüksek menfaat vecizelerinizi, ancak silah alabilmek için kapınıza gelenlere anlatırsınız!”


1 Ağustos, 1914′de ‘El konulan’ Sultan Osman dretnotu 1918′de İngiliz bayrağı altında.
(HMS Agincourt)

Devrinin en büyük ve en güçlü harp gemisi sınıfına mensuptu.
Deplasman: 27,500 ton / Boy: 204 mt. / Güç: 34,000 HP. / 4 Uskur. / Personel toplamı: 1,268
Silahlar: 14 x 30 cm. çapında top, yedi adet çiftli tarette. / 20 x15 cm. çapında top.
10 x 76 mm. uçaksavar topu. / 3 x 533 mm.lik torpido kovanı.
Hız: 22 Deniz mili (41 km/saat). Fiyatı: 2,900,000.- sterlin.



1 Ağustos, 1914′de ‘El konulan’ Sultan Reşat dretnotu 1918′de İngiliz bayrağı altında.
(HMS Erin)

Devrinin en büyük ve en güçlü harp gemisi sınıfına mensuptu.
Deplasman: 27,500 ton / Boy: 170 mt. / Güç: 26,500 HP. / 4 Uskur. / Personel toplamı: 1,070
Silahlar: 10 x 34 cm. çapında top, beş adet çiftli tarette. / 16 x 15 cm. çapında top.
6 x 57 mm. top / 6x 76 mm. uçaksavar topu. / 4 x 533 mm.lik torpido kovanı.
Hız: 21 Deniz mili (39 km/saat).

Gün gelir paran geçmez.. 1914 yılında geçmedi.. 2014 yılında da geçmeyebilir..
Parasını peşin ödediğin ‘dretnotları’ sana teslim etmediler.. Yarın da etmeyiverirler..
Ellerin böğründe, öylece kalakalırsın..
İngiltere’nin, New Castle şehrindeki ‘Armstrong – Vickers’ tezgahlarında, birisi teslime hazır, diğerinin bir kaç aylık işi kalmış iki dretnotumuza el koyduklarında, ‘Hamidiye Kahramanı’ Rauf Bey’in kalakaldığı gibi..
Ne zaman? 1 Ağustos, 1914 gününde.

Yani? Son taksit olan yediyüzbin sterlinin İngiltere’deki büyükelçiliğimizin hesabına geçmesinin ertesi günü. Gemiye Türk bayrağı çekilmesine yarım saat, fiilen teslim alınmasına yirmi saat kala.. Geminin adı ‘Sultan Osman’dı. Devrinin en büyük savaş gemisi sınıfı olan ‘dretnot’ tipinde bir zırhlı muharebe kruvazörüydü. Bugünün ‘uçak gemisi hükmündeydi’ desek abartı olmaz.. Geminin deneme seyirlerini tamamlamış mürettabatı indirilir..
Başlarında komutanları ‘Hamidiye Kahramanı’ Rauf Orbay, bin kişilik mürettabatı New Castle’a getirmiş olan Reşit Paşa vapuruna doluşup kös kös İstanbul’un yolunu tutarlar..
El konulan sadece Sultan Osman mıydı? Hayır.. Sultan Reşat dretnotuna ve iki adet muhribe de el koyarlar.

Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmışsındır.. Ordularının darmadağan olduğunu, Balkan hududunun Çatalca’ya dayandığını görmüşsündür.. Denizler Yunan’ın, Selimiye Camii Bulgarların elindedir..
Yunanistan’ın elindeki bir Averof zırhlısı dünyayı sana dar etmiştir.. Deniz hakimiyeti ellerinde olunca ister açıktan kara birliklerini bombalar, ister uygun gördüğü sahiline asker çıkarırlar.. Fakir halkının kuruş kuruş toplayarak Donanma Cemiyeti’ne bağışladığı paralar milyonlarca altın halinde İngiliz Maliye Bakanlığı’nın kasalarına akar.. gelecek gemilere ümit bağlarsın.. Birkaç gemi gelir. Henüz yeni bir harp çıkmasa da, Balkan topraklarını paylaşan komşuların, başta Yunanistan, deniz kuvvetlerini takviye etmektedir. Geride kalırsan artık elden çıkacak yerler İstanbul’dur, İzmir’dir. Hükümet olarak para arar bulamazsın. Sonunda fahiş bir faizle borç vermeyi kabul eden bir Fransız Bankası’ndan bulduğun krediyi İngiliz tersanelerine aktarır, ciddi boyutta siparişler verirsin. Aslında elinden geleni yapıyorsundur.. Ama vakit çoktan gelmiş de geçmiştir.

Gemilerine el koyduktan yedi ay sonra, hakimi oldukları denizlerden güven içinde geçerek Çanakkale’ye gelip dayanırlar.
Sen onların İskenderiye’deki toplanma ve eğitim merkezlerinden Ege adalarına, oradan Gelibolu’ya yaptıkları asker ve malzeme nakliyesine mani olmayı bırak, taciz dahi edemezsin..
Onlar deniz gücü olduklarından, senin iç denizin olan Marmara’da bile, İstanbul’dan Gelibolu’ya yaptığın nakliyeyi baltalarlar. Boğazlardan gizlice geçirdikleri denizaltılarının torpillediği gemilerde binlerce askerin denizde boğularak şehit olur. Sen utancından bunları gençlerine okutmazsın. Devamlı ‘karada’ ne kadar kahramanca dövüştüğünden bahsedersin..
İstanbul limanının içinde bile denizaltıları ile asker nakliye gemini batırırlar. Çanakkale’deki askerin kısıtlı karavana yiyerek dövüşmek zorunda kalır. Bunun sebebi memlekette fasulye kıtlığı olması değildir. Marmara’ya bile hakim olamadığın için kara nakliyesine mecbur kalmışsındır ve Gelibolu’ya tren hattın da yoktur.
Denizci İngilizler denizaltıları ile Şarköy yakınına o zamanın komandosu sayılan askerlerini çıkartıp karayoluna sabotaj bile yaptırırlar. Derince – Hereke yakınlarına sabotaj ekibi çıkarıp Anadolu – Haydarpaşa hattındaki bir demiryolu köprüsünü bombalarlar. Sen düşmanını denizde durduramadığın için bu defa demiryolu boyunca nöbetçiler dikmeye başlarsın. Kendi iç denizindeki bu harekat tarihe denizaltı çıkışlı ilk komando operasyonu olarak geçer. Aslında müttefikin Almanlar Tuna üzerinden denizaltı yollamasalar, İngiliz ve Fransız denizaltıları neredeyse Haliç’e girecektir.

Denizden rahat rahat geldikleri ve bol asker ve malzeme çıkarabildikleri için  savaş karada o kadar kanlı cereyan eder. Genç neslinin zaten sayısı az olan okumuşlarını kanlı piyade savaşlarında kırdırmak zorunda kalırsın.

Ey benim karacı Türküm! Çanakkale’den sonraki on yıllarda memlekette her konuda yetişmiş adam kıtlığı çekerken, bu kıtlıkla Çanakkale bağlantısını hep kurdun. Acaba Çanakkale kırımı ile donanma sahibi olmamak arasındaki ilişkinin aklına ne kadar geldi?


Devrin ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Jonson’un, Türk Başbakanı İsmet İnönü’ye, 5 Haziran, 1964′de yazdığı mektup ‘Jonson Mektubu’ olarak anılır.

ABD Cumhurbaşkanı, Kıbrıs’da yaşanan katliamlara mani olmak amacıyla müdahale kararı alan İnönü hükümetini bu mektubu ile uyarmış, hükümet bunun üzerine müdahale kararından geri adım atmak zorunda kalmıştı. Başkan Jonson, mektubunda, diğer hususların yanısıra, “ABD yardımından sağlanmış olan silah ve teçhizatı, ABD’nin izin vermediği harekatlarda kullanamayacağımızı” vurguluyordu.
‘El tersanesi ile donanma kuranın’, ‘Çeliğe hükmetmeyenin’ onurlu olmaya hakkı mı var? Yaladık yuttuk, oturduk yerimize.. Milletçe içimizde yaradır..


5 Şubat, 1975′de başlayan ABD’nin ‘Genişletilmiş silah ambargosu’, 26 Eylül, 1978 tarihine kadar sürdü.

Silahı verenlerin, hele bunlar yardım ya da hibe olarak veriliyorsa, bu silahların kullanımı üzerinde söz sahibi olabileceğini bu ambargoda gördük. Parça yokluğundan uçaklarımızı kaldıramaz, tanklarımızı yürütemez duruma düştük. Bu aşağılanma, bir yandan de halkımızın gözünü açan bir ders oldu. 1960′larda çıkarma gemisi yokluğundan, Kıbrıs’da Türk kanı döküldüğünde müdahale edememiştik. O ders ‘Kendi Gemini Kendin Yap’ kampanyalarına yol açmıştı. O açılan yolun TCG – Heybeliada’ya çıktığını görüyoruz.
Bugünkü savunma sanayimizi yaratan motivasyonumuzu bu ambargoya da borçluyuz.
Türk milletinin gözünü açtı. Sam Amca’nın dişlerini görmüş olduk..


(F – 511) TCG – Heybeliada, Türk bayrağı altında, 2 Kasım, 2010′da çıktığı ilk  deneme seyrinde görülüyor.

TCG – Heybeliada’ya ve onu takip edecek gemilerimize ‘El konulamaz, şart koşulamaz, ambargo uygulanamaz’.
Çünkü tasarımından ‘Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi’ne kadar kendi ürünümüz. ‘Fikri mülkiyet hakları’nın tamamı bize ait.
TCG – Heybeliada, kendi sınıfında çağının en ileri gemisi.
Zihnimizdeki anlamı ve gönlümüzdeki yeri ise boyunun çok ötesinde..
O, bizim iki yüzyıl aradan sonra ilk göz ağrımız..
Pruvası neta olsun! Allah’a emanet olsun! Sancağına layık olsun!

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın, resmi web sitesinde, TCG – Heybeliada’nın ilk deneme seyrine ait bir bilgi notu ve üç dakikalık bir video bulabilirsiniz.

(F-511) TCG – Heybeliada, MİLGEM (Milli Gemi) projemiz altında inşa edilecek ‘ADA’ Sınıfı Korvetlerimizin birincisi. Bu projenin hazırlık  çalışmaları 1996 gibi başladı. Geminin omurgasına ilk kaynak 22 Ocak, 2007′de yapıldı. İnşa yeri, Deniz Kuvvetleri’nin İstanbul Tersanesi. 27 Eylül, 2008′de denize indirildi.
Şimdi (F-512) TCG Büyükada aynı kızakta.. Toplamda oniki kız kardeş olacaklar.. Şimdiden ilk altı kardeşin isimleri ve borda numaraları bile belli. İkinci gemiden sonrası, harp gemisi üretimi için sertifikalanmış ve ön seçimi kazanmış sivil tersanelerimizde inşa edilecek. Bu sınıfın inşa faaliyeti 2020′li yıllara kadar uzanacak.. İlk sekizi bu boyda, ADA sınıfı olarak, diğer dördü biraz daha büyük boyda, F – 100 sınıfı olarak inşa edilecek.. F-100 Sınıfının inşasına başlamak için ADA sınıfının tamamlanması beklenmeyecek.

ADA Sınıfı korvetlere, şu ana kadar Kanada, Ukrayna, Pakistan, Bengaldeş ve iki Güney Amerika donanmasının ilgi gösterdiği ifade ediliyor. Pakistan’ın on yıllık bir program ile dört gemilik bir sipariş vermek istediği, bunun ilk gemisinin Türkiye’de, kalan üç tanesinin de yapılacak know-how transferi ile Pakistan’da üretileceği konuşuluyor.
(Pakistan donanması zaten Yonca – Onuk inşası hücümbotların kullanıcısı. Bu gemiler de yüksek teknoloji ürünü, kompozit malzemeden mamuller ve kendi sınıflarında dünyanın en iyileri. Şimdiden altı yabancı donanmada görev yapıyorlar.)

Ardından TF-2000 (Türk Fırkateyni – 2000) Projesi geliyor. Bunlar tam boy 3,000 – 3,500 tonluk fırkateynler. 4 gemilik bir paket düşünülüyor. Bizim mühendislerimizin, bilgisayarcılarımızın geliştirdiği, bizim işçimizin bizim kızaklarımızda inşa edecekleri bu fırkateynlerin de dünya denizcilik çevrelerinde ses getireceğine şüphe yok. Elliden fazla firmamız, üniversitelerimiz ve TÜBİTAK katkı yapıyorlar. Savunma sanayi ürünlerinde olağanüstü başarılıyız. SSM Müşteşarı Murad bayar’in ifadesine göre; “Fikri mülkiyeti kendimize ait olup, TSK’nin envaterine aldığı sistemlerin hiç birisinde yurt dışına pazarlama sıkıntısı çekmiyoruz.” Bir NATO ordusu olan TSK’nin kendi envanterine kabul ediyor olması, bilgi birikimi ve geri beslemesi de fark yaratıyor.

Okuyanı teknik detaya boğmadan bir özet yaparsak, TCG – Heybeliada’nın özellikleri şöyle:
Boy : 99 mt. / Deplasman: 2,000 ton. / Hız: 29+ Deniz Mili (55 km./saat)
Güç: 2 Dizel (Alman MTU) + 1 Gaz türbini (GE’den LM-2500) toplam 30,000 KW / İki uskur.
STEALTH özelliğine sahip gövde dizaynı.. Zor tesbit edilebilme, düşük ısı izi, düşük ses izi özelliği.. ve modern bir harp gemisinde bulunması gereken tüm modern sistemler.
Silahlar:
Başta 1 adet 76 mm. çok maksatlı top. – İtalyan Oto Malera – STEALTH kupola yerli..
2 x 12,7 mm. Aselsan STAMP – Stabilize – uzaktan kumandalı makineli tüfek platformu.
8 x Harpoon güdümlü füze. / 21 x RAM Uçak ve güdümlü mermi savar füze. 2 x 3′lü torpido.
GENESİS – Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi) – Havelsan.
Helikopter: S-70 Sea Hawk ASW (Denizaltı Savunma Harbi) ve bu araca uygun hangar ve güvenli iniş sistemi.

‘Korvet sınıfı gemi’ ne anlama gelir?
Profesyonel bir siteden aldığım tanıma göre; “Korvetler, hızlı (25 knot veya üstü), iyi silahlandırılmış, 700 ilâ 2000 ton deplasmanlı ve en çok bölgesel harekâtlara uygun olan gemilerdir. Korvetler genellikle orta tehdit düzeyinde harekât yapmak için gereken sensör, silah ve muharebe sistemlerinin yerleştirilebileceği en küçük platformlardır.”
Korvetler, yakın denizlerde, devriye, refakat, keşif, DSH (denizaltı savunma harbi) icra edebilecek gemiler. Türk Donanması’nın belkemiğini oluşturacak platformlar değil. Daha kapsamlı görevler için elimizde 17 tane fırkateynimiz mevcut. Bunlar 3,000 – 4,000 tonluk platformlar.

O zaman TCG – Heybeliada’nın önemi nereden geliyor?

Şuradan geliyor ki; 1970′lerden beri, başta Gölcük askeri tersanesi olmak üzere, kendi tersanelerinde fırkateyn gibi daha büyük su üstü platformlarını ve hatta denizaltılarını, Alman tersanelerinin teknik desteği ile üreten Türkiye, bu gemi ile ilk defa ‘kendi harp gemisini tasarlayabilen, tüm sistemlerini entegre edebilen ve kendisi inşa edebilen’ bir ülke statüsüne yükseliyor. Bir başka deyişle fasonculuktan, tasarım ve Ar-Ge yapan sanayiciliğe çıkıyoruz. Burada nitelikten daha önemli bir ‘nicelik farkı’ söz konusu. 2,000 Tonluk korveti, kendi deniz kuvvetlerinin seçici kriterlerine uygun şekilde tasarlayıp üretebilen bir ülke, 3,000.- tonluk bir fırkateyn projesine cesaret edebilir demektir. Zaten TF-2000 de başka birşey değil.
TCG – Heybeliada’da Alman malı dizel motor, Amerikan malı türbin, İtalyan malı top kulanılmasını hiç yadırgamayalım. Burada yapılan bir gemi. Hiçbir tersane top ya da motor üretmiyor. Bu ekipmanlar ülke içinde yapılmalı mı? Bu da ayrı bir soru? Belli fizibilite sınırları içinde yapılmalı. Ancak, kullanılan dizel motorlar, türbin ya da top olsun.. Hepsi de dünyada en yaygın olarak kullanılan ürünler.. Uzun dönemde bakım, parça, ambargo sıkıntısı söz konusu değil. Örneğin kullanılan GE türbini, hem uçaklarda, hem doğalgazlı elektrik santrallarında kullanılan bir ürün. Dünyada binlercesi, yıllardır hizmette. Dizel motorlar, donanmamızın Alman teknolojisi taşıyan neredeyse tüm gemilerinde kullanılan MTU’nün deniz tipi dizelleri.. bunlara da hakimiz. Oto Melera topta da sıkıntı yok. Yenilemesini kendimiz yapıyoruz. Bütün bu elemanların fabrika seviyesindeki bakım kapasitesine sahibiz. Savaş idare sistemine entegre eden biziz. Burada önemli olan, son derece karmaşık bir sistemin yaratıcı sahibi olmamız.. Yarın başka bir gemi yaparken gerekirse İtalyan topunun yerine kendi yaptığımız topu koyarız. Kalem bizim elimizde.. Mahkum değiliz. Şu andaki teknik imkanlarımızla, kırk yaşındaki demode bir harp gemisini, tamamen yenileyerek, 2010 model haline getirebiliriz. Önemli olan bu.
TCG – Heybeliada, bir proto tip gemi.. TCG – Büyükada ise bir cins ön seri üretim gemisi olacak. Örneğin, TCG – Heybeliada’daki Fransız radarının yerini TCG – Büyükada’da Aselsan’ın radarı alacak.. Geliştirme durmayacak..

Sonsöz:
Maalesef silahlardan arınmış, savaş tehlikesinin ortadan kalktığı bir dünya hala bir ütopyadan ibaret.
Tüm devletleri ‘silahını diğer devletlerden alanlar’ ve ‘silahını kendi üretip diğerlerine de satanlar’ şeklinde ikiye ayırabiliriz.
‘Silaha para harcamayan, silah almayan ülke’ kategorisi mevcut değil. Belki arzu edilmeyen bir durum ama gerçek bu.
Türkiye, son yıllarda, birinci guruptan ikinci guruba doğru yükselmeye başladı.. Ben bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.
Bunun ‘militarist’ bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı.. dünyadaki en barış yanlısı bir iki devletden biri olan İsveç, aynı zamanda Belçika ile birlikte ‘savunma sanayiinin sanayi üretimi içindeki payı’ sıralamasında birinciliğe oturmazdı. Bu sadece ‘milli güç ve milli menfaat’ ile ilgili bir konu. Paramızı ya dışarıya verip müşteri halinde kalacağız. Ya da kendimiz üretici – ihracatcı olup başkasının parasını kazanacağız. İşin politik güç ve arz güvenliği tarafını tartışmaya dahi gerek yok.
Harp gemisi inşa sanayinin bu açıdan apayrı bir yeri var. Bir kere istihdam kapasitesi ve kalitesi yüksek bir sanayi.
Ayrıca yüksek teknolojiye açık. Öncülük ettiği teknoloji alanları var. Girdi sağlayan sektörlere bakıldığında, inşaat gibi lokomotif bir sektör.
Harp gemileri, sağlam bir temelden mahrum ülkelerin, paraları çok da olsa dışarıdan kısa sürede temin ebilecekleri ürünler değil. Projeler yılları kapsıyor.. İşin içinde olan önde gidiyor.. Bizim açımızdan hem ekonomik olarak karlı, hem güvenlik açısından gerekli.. Olmazsa olmaz bir sektör.. Bu açıdan son derece önemsiyorum.

1800′lü yılların başında, ileri ülkelerin donanmaları yelken ve kürek devrini geride bırakarak buharlı gemilere geçmeye başlayınca, Osmanlı havlu atarak, ‘donanma yapan devletler ligi’nden düşmüştü..
1900′lerin başında ne halde olduğumuzdan, yazının en başında biraz bahsettim.
Gerçi fason da olsa son 40 yıldır denizaltı ve son 20 – 25 yıldır harp gemisi inşa ediyorduk. Ama, ikiyüzyıl aradan sonra bizi tekrar ‘donanma yapan devletler ligi’ne çıkartan TCG – Heybeliada oldu.
Bu ligde oynayan sadece 15 devlet var dünya üzerinde..
Bu gemi, tarihimizde bir milat olarak anılacaktır.
Bu gemi, Türkiyemiz için yeni bir devrin giriş kapısı, müjdecisi adeta..
Kendi donanmasını kendi yapan ülkeler sınıfına yeniden katıldık.. Az iş midir?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli