Tevfik İzmirli – “Tekrar dünya gücü olabilir miyiz? Bu yoldaki engellerimiz: Enerji.. Enerji.. Enerji..” – II. Bölüm

01/02/2011 (Kategori: Yazılarım)

Enerji konularına en az askeri konular kadar stratejik anlayışla bakmayı öğrenmeliyiz.

Önce tüm olaylara olan bakışımıza yeni bir ayar getireceğiz. Bu, “Büyük Türkiye’nin menfaatleri açısından stratejik bakış” olacak. Bugün bulunduğumuz noktadan dünya gücü bir Türkiye’ye giden çizgi nereden geçiyorsa, tüm politikalarımız o rotayla uyumlu olacak. Enerji dahil her konuya olan bakışımız bu stratejik bakıştan ve rotadan kerteriz alacak.

Enerji Bakanlığı da, MİT de, TİKA da, Dış İşleri de aynı amaca hizmet edecek.

“Güvenlik odaklı devlet çağı kapandı”, “Kazan – kazan mantığı”, “Karşılıklı bağımlılık çağındayız” söylemleri kulağa ne hoş geliyor. “Yunanlı ile sirtaki oynayalım, Rus ile votka içelim, cacık, pilaki, musakka, Moskova geceleri, Ege’nin iki yakası” muhabbeti.. Bunlara temelden itirazım yok ama acaba, “Güvenlik odaklı devlet çağı kapandı” demek “Şavalak devlet çağı, saftorik devlet çağı ya da stratejisi olmayan devlet çağı mı açıldı demektir?”

Yine sirtaki oynayalım, yine Ruslarla kadeh kaldıralım ama iş kendi menfaatlerimize geldiğinde gerekiyorsa İngiliz soğukluğunu ya da Rus kabalığını takınmaktan hiç utanmayalım.

Rus Ordusu daha dün Gürcistan’a giriverdi. İki adımda BTC boru hattının dibindeydiler. Gürcistan Başkanı’nı televizyon yayınında ‘kıravatını yerken’ seyrettik.. Görüntüler hala YouTube’de.. Yarın dünya şartları izin verdiğinde aynı müdaheleyi Azerbaycan’a yapmayacağının garantisi var mı? Kendi kravatımızı yemek istemiyorsak, hazır önümüzde vakit varken, gereken tedbirleri almamız lazım. Aksi halde – askeri açıdan değil ama enerji bağımlılığından – kravatımız ağzımıza yakın duruyor..

Dünyanın iki numaralı askeri ve nükleer gücünden bahsediyoruz. Demokrasi geleneği sıfıra yakın bir ülke. Kurt gibi bir dış politika izliyor. Enerjiyi politik baskı aracı olarak kullanabiliyor. Sistemleri gereği başkanlık makamı çar gibi yetkili. Parlamentosu, yargısı göstermelik. İktidar eski KGB kadrolarının elinde. Çevresini karıştırma konusunda hem uzman hem sabıkalı. Bankacılıktan, medyadan spora kadar her alanda şeffaflıktan uzak. Ve bizim enerjimizin vanaları böyle bir gücün elinde. Olacak iş değil.

Türkiye tek bir ülkeyle çıkar çatışması yaşayacaksa bu Rusya olacaktır. Hiç dilemem ama Rusya kadar fazla konuda ters düşme ihtimalimiz olan bir başka ülke daha yok. Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya’daki Türki devletler, Hazar Havzası, bunlar Rusya ile işbirliği alanlarımızı oluşturdukları kadar çıkar çatışması alanlarımızı da oluşturuyorlar.

On yıllarca Amerika’ya bağımlı kalmaktan ders almış olması gereken bir Türkiye’nin kısacık bir süre içinde enerji konusunda kendini Rusya’nın kucağında bulması akıl almaz bir iştir. Bu işin bu kadar kolayından bağlanmasına Ruslar da şaşmış olsalar gerekir.

Bu işi kim becerdiyse ‘On Yılın Operasyonu Ödülü’ ona verilmeli. Belki de ödülünü Ruslardan almıştır bile..

Sonsöz:
Ülkemiz ‘Dünya gücü’ olmayı ‘hoş bir hayal’ olmaktan öteye taşıyarak, gerçek bir hedef olarak benimsiyorsa, bunun en önemli göstergelerinden birisi enerji güvenliği konusunda atacağımız adımlar olacak.


Dünya gücü olma yolunda önümüzdeki engeller neler? Diğer rakiplerimizden farklı olarak, bize mahsus hangi engeller var?

Bu sorulara verilecek ilk cevap şu olmalı: ‘Enerji konusundaki çürük yapılanmamız’.. ‘Enerjiyi sadece enerji olarak görmemiz’.. Halbuki enerji demek hakimiyet demek.. Bunu Rusya biliyor, bizim de anlamamız lazım..

Bugünkü enerji yapımız bir gecekondu.. Güçlü bir rüzgarda yerle bir olabilir.. Büyük Türkiye, ‘Tırsık Türkiye’den kalma bu yapının üzerinde yükselemez. Sadece fiziki imkanlar bakımından değil, genel mantık yapısı, öncelikler sıralaması gibi açılardan da yeni rolümüze göre tasarlanmış bir yapı ihtiyacı kendisini en fazla enerji alanında gösteriyor.

Hem enerji fukarasıyız.. Birincil enerji kaynaklarında aşırı derecede dışa bağımlıyız.. Hem de bugüne kadar her yönden düşünülmüş, akılcı ve dengeli bir enerji politikası oluşturmadığımız için halihazırdaki sistemimiz güvenilmez, riskli, eğreti ve aslında bir numaralı potansiyel tehdit kaynağımız olan Rusya’ya bağlı..

Bu enerji yapılanmasıyla ne dünya gücü ne dünya gücü adayı olunur. Bölgesel güç de olunmaz.. Ancak Rusya’nın oyuncağı olunur.. Gün gelir Tayyip Bey’in kankası Putin telefona çıkmayıverir, randevuyu erteleyiverir. Elimiz böğrümüzde kalırız. “Bizde sana terlik satmayız, portakal yollamayız” mı diyeceğiz?

Genel tablo şöyle:
- Hidrolik enerjide, yapılabilecek büyük barajların sonuna yaklaştık.
Şimdi son hamlemiz sayısı binleri bulacak ufak boy HES’ler. Lisans dağıtımı ve inşaatlar başladı. Bunların tamamını dahi devreye aldığımızda su kaynaklarımızdan üretilecek toplam elektrik yılda 100 – 120 milyar kw/saat civarında olacak. Halbuki biz şimdiden 220 milyar kw/saat tüketime yaklaştık. Hidrolik potansiyelimizin tamamını değerlendirdiğimizde, ihtiyacımız 500 milyar kw/saat civarına çıkmış olacak.. Nehirlerimizin debileri yıllara ve mevsimlere göre çok değişken ve düzensiz. Bu sebeple HES’lerimizin fiili üretimleri yıldan yıla dalgalanıyor. Bir Kanada ya da Rusya değiliz. ‘Coğrafyanız kaderinizdir’ lafı tam buraya oturuyor.

- Linyitte milyarlarca tonluk rezervlerimiz var.. MTA’nın yeni aramaları bu rezervleri arttırmakta ama ortada ciddi bir yatırım görünmüyor.
70′li yılların Polonya teknolojisi ile yapılmış Yatağan gibi santralların yarattığı kötü çağrışımları silmemiz şart. Yeni yakma ve baca teknolojileri artık en yüksek kükürtlü linyitleri bile çevre dostu santrallarda kullanma imkanı veriyor.. O kadar ki, Almanya’da şehir içinde çalışan ve bacasından sadece buhar tüten kömür santralları var. Milyarlarca tonluk linyit rezervlerimiz olduğu halde biz bir türlü bunlardan gerektiği gibi faydalanamıyoruz.. Yüzde yüz yerli yakıta dayalı oldukları için linyit santrallarının stratejik önceliği olmalı. Yerli kömürden üretilen elektriğe alım garantisi mi verilir, fiyat farkı mı ödenir, bunun yolunu Enerji Bakanlığı bilir. Ne yapmak gerekiyorsa yapılmalı, elektirik üretiminde yerli kömürün payı mutlaka arttırılmalı. Şu anda bu pay %20′nin altına inmiş durumda ve her geçen yıl azalıyor. Aynı oranın AB’deki 2010 ortalaması  %26′nın üzerindedir.

Almanya’dan, ABD’den Çin’e kadar kömür santrallarına o kadar büyük bir talep var ki, tesis maliyetlerinde ve bekleme sürelerinde büyük artışlar yaşanıyor. Bizde ise yerli kömürlerimiz üvey evlat muamelesi görmekte. ‘Milli kömür politikası’ oluşturulmalı ve bu politika devletin en üst katlarında özel olarak takip edilmeli. Şu anda kömürcülüğümüz suikaste uğramış halde. Bunu tersine çevirmekte ciddi menfaatimiz var. Dünya gücü olacaksak bu konuya da ‘Dünya gücü adayı’ gözüyle bakmamız lazım. Doğalgaz ya da ithal kömür lobilerinin gözüyle değil.

- Asıl sıkıntı petrol ve doğalgazdaki dışa bağımlı halimizde.
Dışa bağımlı olmanın sakıncası iki yönlü. Birincisi parasal. Sürekli olarak dışarıya döviz ödemek zorundasınız. Ama verimli bir ekonomi bunu aşabiliyor. Almanya ve Japonya’nın da petrolleri yok. TPAO’nun 2023 yılına kadar dış ülkelerdeki üretimle Türkiye’nin tüm tüketimini karşılıyor olma hedefi var. Şu anda bile yurtdışı üretimi yurtiçi üretimini yakalamış durumda. Bu hedef gerçekleşse dahi, sıkıntının sadece parasal yönünü çözecek. Halbuki asıl büyük sakınca ‘Arz güvenliği’ kısmında. Ortalık karıştığında enerjiye ulaşımınızı kesebilecek güçler varsa, paranız da fayda etmiyor. Yani kritik anlarda TPAO’nun Azerbaycan’da, Libya’da, Kolombiya’da ürettiği petrolün bize yararı dokunamaz. Lazım olduğunda ve lazım olduğu kadar petrol ya fiziken deponuzdadır ya değildir. Sanayi ya da motorlu araçlar mülkiyeti size ait olan ama o anda fiziken uzak bir diyarda olan petrolle çalışmaz. Bu yüzdendir ki ne Japonya’nın, ne de Almanya’nın ekonomik boyutlarıyla orantılı bir siyasi güçleri yok. İkisinin de tasmaları enerjiye ve enerji yollarına hakim olan güçlerin elinde. Bu iki ülkenin II. Dünya Savaşı’ndaki akibetleri bile petrolü kontrol edenlerle petrolden mahrum olanların haline delildir.

- Petrolde yerli üretim tüketimin %12′si civarında.
En az korkutucu olanı bu çünkü petrol deniz yoluyla da gelebilen, depolanması kolay, istendiğinde büyük miktarlarda stratejik rezerv oluşturabileceğimiz bir mal. Böyle bir rezerv mutlaka oluşturulmalı. Nitekim ABD’nin 750 milyon varile yakın bir rezerv tuttuğu biliniyor. Bizim şu andaki yıllık tüketimimiz 200 milyon varil. Petrolde, OPEC ambargosu gibi dünya çapında bir sıkıntı, ya da ülkemize yönelik bir ambargo denemesi gibi senaryoları bile hesaba katan, yere sağlam basan bir stratejimiz olmalı. Kerkük ve BTC boru hatları bu açıdan kıymetli varlıklar. Ama kötü gün planında bunların dahi devre dışı kalabileceği düşünülmeli. Kuzey Irak ve Suriye’nin Türkiye’ye en azından ekonomik olarak entegre edilmiş olmaları önemli rol oynayabilir.

- Asıl sıkıntı doğalgazda. Yerli üretim, tüketimin %2′sini karşılıyor.
Doğalgaz, boru hatları dışında, özel gemilerle de gelebiliyor ancak bu halde (LNG) gelebilmesi için sıvılaştırılması gerekiyor. Sıvılaştırma işlemi gazın hacmini 1/600′e indiriyor ama bunun için doğal gazın önce temizlenmesi, ardından – 162 C derecelere kadar soğutulması ve nakliye ve depolama esnasında sürekli bu düşük ısıda tutulması gerekiyor. Boru hatlarıyla alınmasına göre bunun maliyet farkı var. Türkiye sanki bu alternatifin de elinde olduğunu göstermek ister gibi bu yolla da doğalgaz ithal ediyor. Cezayir, Katar ve Nijerya’dan gelen LNG kargoları BOTAŞ’ın Marmara Ereğlisi’ndeki ve özel sektörün Aliağada’ki LNG gazlaştırma tesislerinden şebekeye basılıyor. Ama asıl ikmal kaynaklarımız dört tane boru hattı. Birisi Balkanlardan, birisi Karadeniz’in altından, toplam iki hat Rusya’dan. Bakü – Tiflis – Erzurum hattı Azerbaycan’dan. Doğubeyazıt – Erzurum hattı İran’dan. Rusya’nın payı üçte ikinin üzerinde. İşin kritik tarafı şu ki 2009 yılındaki elektrik üretimimizde doğalgazın payı %48,6. Bu kabul edilebilecek bir oran değil. AB’de 2010 ortalaması %24.
Tek mazaretimiz şu ki, doğalgaza dayalı santrallar diğerlerine göre çok kısa sürede hizmete alınabiliyorlar. – Bir hidrolik santral 4 – 8 yılda, bir nükleer santral 8 – 10 yılda devreye alınabilirken, doğalgaz santralı için bu süre 1 yılın altına bile inebiliyor. – Biz de uzun vadeli enerji planlaması yapamadığımız için ne zaman ufukta bir enerji darboğazı görülse hemen kurtarıcı olarak doğalgaz santrallarına sarıldık. Bu hale düştük.

- Uygulanan politikalarla - bilerek ya da bilmeyerek ki ben o kadar iyi niyetli düşünemiyorum - Türkiye tek kelime ile Rusya’nın şantajına açık bir hale düşürülmüş halde..
Rusya’dan para kazanan Şarık Tara’dan başlayarak, büyük bir Rusya lobimiz ve bunların siyasi ortakları var. Bu yüzden bu aşırı bağımlılık gerektiği kadar dile getirilemiyor. ‘Bizim almak zorunda olduğumuz kadar Rusya’nın da satmak zorunda olduğu’ söylemi vurgulanıyor. Evet ama, bu normal zamanlar için geçerli bir söylem. Menfaatler çatışıp taraflar hasmane pozisyonlar aldığında karşı taraf sadece para kaybedecek, bizim tarafta ise hayat duracak. Bu nasıl karşılıklı bağımlılıktır? Türkiye şu anda Rusya ile iyi geçinmek zorunda bırakılmış, ‘iyi geçinmeme’ opsiyonu elinden alınmıştır. Bu kartı elimize tekrar alamazsak dünya gücü olma iddiamız havada kalır. Türkiye’nin yumuşak karnı enerji fukaralığı iken buna bir de doğalgazda Rusya’ya aşırı bağımlılık eklenmiştir. Bu kadar tavizin karşılığında iki taraf arasında dengeli bir dış ticaret tablosu oluşsa bu kadar canım yanmaz. Biz Rusya’dan uzun vadeli kontratlarla döviz karşılığında gaz alırken hiç olmazsa aynı miktarda mal ya da hizmet satabilmenin yolunu açabilseymişiz. O da yok. Ne mallarımıza avantajlı bir gümrük tarifesi uygulanıyor, ne inşaat şirketlerimize bir ayrıcalık tanınıyor. Dış ticaret rakamları ortada. Tabi bunlar alımlara başlarken müzakere edilecek konulardı. ‘Kabul edersen almaya başlayacağım, aksi halde düşünürüm’ denebilecek zaman kaçırılmış. Özal’la yaptıkları ilk kontratta gaz bedelinin yüzde yetmişinin inşaat hizmeti ile ödenme şartı vardı. Rusya’yı inşaatçılarımıza açan da bu anlaşma olmuştu. Bu anlaşma yapılırken Şarık Tara’nın ve adamı Şerif Egeli’nin Özal’a ne kadar yakın olduklarını herkes bilir. Ardından ENKA’nın Rusya’da yaşadığı büyüme de malum. Şimdi bakınca, sanki ‘Hele imzalar atılıp, %70′i inşaatla ödensin de, sonrası Allah Kerim’ denmiş, Ruslara da ‘Siz ilk kontratta bu tavizi verin, sonra kaldırırsınız, nasıl olsa kaçacak yerleri yok’ diye de taktik verilmiş gibi.. Bu avantaj sağlam kazığa bağlanmamış. Bir ‘Elma şekeri’ymiş. Biz bir kere gazı almaya başlayınca bu şartı yeni kontrata koydurmadılar. Halbuki o noktada Rus gazına yeni bir pazar açılıyordu. Heyecanlı taraf Rusya’ydı. ‘Takip eden tüm kontratlarda bu dengeleyeci ödeme sistemi aynen korunacaktır’ şartı acaba konamaz mıydı? Belki gerçekten konamazdı. Ama bizim Rus lobisinin düşünce tarzını ve Rusya değerlendirmelerini biraz tanıdığım için bu şüpheden kurtulmam kolay değil. Bizim Rusyacıların gözünde Rusya büyük bir pazardır. Orada kazanılacak çok para vardır. Nokta. Halbuki karşımızda yüzyılların Rus diplomasisi var. Gaz onların kartlarından sadece bir tanesi. Her olaya dünya politikaları açısından bakan bir devlet gelenekleri var. Bu, Kremlin’in Çankaya karşısındaki tecrübe farkını da gösteriyor. Ayrıca, Gasprom Rus devleti, Rus devleti de Rus istihbaratı demektir. Bu durumun tesadüf olmadığını, bu sonuca ulaşmak için rüşvet hatta şantaj dahil akla gelen her türlü yolu kullanmış olabileceklerinden hiç şüphem yok.

- Türkiye bu konuda tuzağa düşürülmüştür.
Bundan sonra atılacak her adım bu bağımlılık tuzağından kurtulma yönünde olmalıdır. Hiç olmazsa Rusya’dan alınan gaz miktarı bu seviyede tutularak, büyüyecek enerji ithalat rakamlarımızın içindeki Rusya payının oransal olarak düşürülmesi sağlanmalıdır.. 2. Mavi Akım hattı kesinlikte yapılmamalıdır. Türkiye’nin – transit hariç – kendi tüketimi için bir metreküplük artışa dahi gidilmemelidir.

- Uzunca bir süre için yetecek miktarda stoklama kapasitesine sahip olmamız şart.
Tuz Gölü’nün altına inşa edilecek büyük kapasiteli yer altı doğalgaz depoları konusu nedense gündemden düştü. Silivri’deki depolama kapasiteleri oyuncak boyutunda. Türkiye yıllık tüketiminin %6′sını depolayabiliyor. AB normlarına göre bu en az %10 olmalı. Avusturya’da yıllık tüketimin %30′u depoda.

- İkinci yakıt çözümü el altında hazır tutulmalı..
Doğal gazlı elektrik santrallarında kullanılan türbinlerin tamamı uçaklardaki türbinlerin türevleri. Dolayısı ile doğal gazla çalışabildikleri gibi akaryakıtla da çalışabiliyorlar. Aynı türbinler mesela harp gemilerinde akaryakıtla çalışıyorlar. Konu maliyet farkı. Akaryakıt fiyatının dörtte üçü vergiden oluşuyor. Bu çift yakıtlı olma halini lafta bırakmamak gerekir. Gaz akışında sıkıntı olur olmaz akaryakıta dönebilmeleri için gereken her türlü teknik, mali ve hukuki hazırlık yapılmış olmalı. Sanayide ve elektrik üretiminde kullanılan gaz yerine anında akaryakıt ikame edilebilmeli, doğalgaz ihtiyacı sadece binalar ve doğalgazı hammadde olarak kullanan sanayiler ile sınırlı hale gelebilmelidir.
- Şu andaki halimiz, bırakın dünya gücünü, vasat bir ülkeye bile yakışmayacak kadar pamuk ipliğine bağlı.
Züğürt Ukrayna’nın Rusya’ya ödeyemediği bir fatura, ya da İran hattındaki bir kapasite düşüşü bizi kış ortasında darboğaza sokuyor. Milletçe günlük alınan doğalgaz miktarını takip etmeye başlıyoruz. Dostumuz Putin devreye girerek Mavi Akım’dan verdikleri gazı arttırıyor, biz de başbakanımızın hatırı Putin’e geçiyor diyerek seviniyoruz. Putin istese bir teknik arıza bahanesiyle gazı keserek Türkiye’de hükümeti bir iki haftada düşürebilecek durumda. Bu halimiz, maskaralık bile değil, resmen üzücü bir acizlik örneği. MGK kaldırılmayacaksa, bari başörtüsü yerine bu tip hayati sorunlara kafa yorsa daha uygun olacak..
Tüm evleri, işyerleri, okulları, hastaneleri doğalgazla ısıtılan bir Türkiye hoş bir manzara. Kimsenin tezek ya da kömür yakarak ısınalım ya da 5 numaralı fuel-oil ile havayı kirletelim dediği yok. Ama havayı temiz tutalım derken bu defa geleceğimizi karartıyoruz.

Nedense bizde fuel-oil dendiğinde akla sadece zift kıvamındaki 5 numara fuel-oil gelirken ABD’de, doğalgazın yanında, ’2 numara’ tabir edilen bizim gazyağı tipindeki fuel-oil de yaygın olarak ısınma amaçlı kullanılır. Hem de ABD dünyanın bir numaralı doğalgaz üreticisi olduğu halde. Ülke çapında ısınmamızı ve sanayimizi tek bir cins yakıta hem de arz güvenliği en kolay bozulabilecek bir yakıta bağlamak ondan sonra da bu yakıtın üçte ikisini tek bir ülkeden almak ne kadar doğru bir tercihtir?

- Kuzey Irak’da büyük gaz keşifleri yapılıyor olması bizim için gayet iyi haber. NABUCCO’nun hayata geçmesi iyi haber olacaktır. Bir de Karadeniz’de TPAO’nun Petrobras, Chevron ve Exxon’la ortak olarak yürüttüğü derin deniz sondajlarına devamlı dua etmekte fayda var..
Sondajın her biri 250 – 300 milyon dolara mal olurken, bu dev şirketlerin riski tamamen üstlenerek bu sondajları yapmaları Karadeniz’den ne kadar ümitli olduklarını gösteriyor. Oradan gelecek bir iyi haber konuyu kökünden halledebilir. Karadeniz’in doğusunda petrol, batısında doğalgaz ümidi var. Veriler, Hazar Bölgesi yataklarının Karadeniz altından Romanya’ya uzandığına işaret ediyor.

- Önce bölgesel, ardından küresel güç olma hedefini ciddiye alıyorsak bunun gerektirdiği enerji yapılanmasını gerçekleştirmek zorundayız.
Geç kalınmış değil. Şu andaki halimiz yakın geçmişimizin ‘hedefsiz ve rüzgar önündeki yaprak’ ülkesinin yapılanması. Artan talebe yetişebilmek telaşıyla selden kütük kapar gibi çalışmışız. ‘Elektrik kesilmesin fabrikalar çalışsın da, tarlalar sürülsün, kamyonlar yürüsün de, nasıl olursa olsun, kaça olursa olsun’ denmiş. Talebin karşılanması açısından şu güne kadar başarılı olmuşuz diyebiliriz. En azından ülkede enerji kısıntısı yaşanmadan bugünlere gelinmiş. Enerji konusu büyümemize set çekmemiş. Zira gerçekten de ‘en pahalı enerji olmayan enerjidir’.

Şimdi oyunun kuralları değişmeye başlıyor. Ülkemiz doğalgaz ve petrolde bir ‘Transit ve terminal ülke’ olmaya gidiyor. Orta vadede Suriye ve Suriye üzerinden Mısır gazı, Irak ve Kuzey Irak gazı, muhtemelen Azerbaycan üzerinden Türkmen gazı da Anadolu’ya ulaştığında, ülkemizin boru hatları haritası bir örümcek ağını andıracak.. Bu başlı başına arz güvenliğine hizmet edecek bir gelişme. Bunu stratejik gücümüze azami hizmet edecek şekilde kullanabilmeliyiz. Anadolu, Avrupa’nın enerji nakil koridorlarından birisi olacaksa, ki öyle görünüyor, bu gelişme bizim enerji arz güvenliğimizi kökünden çözmüş olmalı. NABUCCO’daki Avusturyalıya da, Yunanistan üzerinden gaz alacak olan İtalya’ya da şu iyice anlatılmalı ki; Türkiye, kendi arz güvenliğini her türlü ticari menfaatinin, ya da sevgili AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirme politikalarının önünde görmektedir. Bizim Rusya rotasına tek alternatifi oluşturan coğrafi konumumuz – aynı petrol ya da gaz zengini ülkeler gibi – Allah’ın bize bir lutfudur ve bunu sonuna kadar kullanmak da bizim en doğal hakkımızdır.
Türkiye’nin yetişmiş kadrolarında bunu sağlayacak birikim fazlasıyla mevcut. Yeter ki içten satılmaya karşı en üst düzeyde uyanık olalım.

BOTAŞ’dan bir harita. Sadece sol altdaki mavi kutunun içini ‘Yunanistan – İtalya DGBH’ olarak okumak lazım.

Burada da mülkiyeti BOTAŞ’a ait olmayacağı için Samsun – Ceyhan petrol boru hattı gösterilmemiş.

Enerji konularına en az askeri konular kadar stratejik anlayışla bakmayı öğrenmeliyiz.
Önce tüm olaylara olan bakışımıza yeni bir ayar getireceğiz. Bu, “Büyük Türkiye’nin menfaatleri açısından stratejik bakış” olacak. Bugün bulunduğumuz noktadan dünya gücü bir Türkiye’ye giden çizgi nereden geçiyorsa, tüm politikalarımız o rotayla uyumlu olacak. Enerji dahil her konuya olan bakışımız bu stratejik bakıştan ve rotadan kerteriz alacak.
Enerji Bakanlığı da, MİT de, TİKA da, Dış İşleri de aynı amaca hizmet edecek.
“Güvenlik odaklı devlet çağı kapandı”, “Kazan – kazan mantığı”, “Karşılıklı bağımlılık çağındayız” söylemleri kulağa ne hoş geliyor. “Yunanlı ile sirtaki oynayalım, Rus ile votka içelim, cacık, pilaki, musakka, Moskova geceleri, Ege’nin iki yakası” muhabbeti.. Bunlara temelden itirazım yok ama acaba, “Güvenlik odaklı devlet çağı kapandı” demek “Şavalak devlet çağı, saftorik devlet çağı ya da stratejisi olmayan devlet çağı mı açıldı demektir?”

Yine sirtaki oynayalım, yine Ruslarla kadeh kaldıralım ama iş kendi menfaatlerimize geldiğinde gerekiyorsa İngiliz soğukluğunu ya da Rus kabalığını takınmaktan hiç utanmayalım. Rus Ordusu daha dün Gürcistan’a giriverdi. İki adımda BTC boru hattının dibindeydiler. Ben Gürcistan Başkanı’nı televizyon yayınında ‘kıravatını yerken’ seyrettim.. Yarın dünya şartları izin verdiğinde aynı müdaheleyi Azerbaycan’a yapmayacağının garantisi var mı? Kendi kravatımızı yemek istemiyorsak, hazır önümüzde vakit varken, gereken tedbirleri almamız lazım. Aksi halde – askeri açıdan değil ama enerji bağımlılığından – kravatımız ağzımıza yakın duruyor..

Dünyanın iki numaralı askeri ve nükleer gücünden bahsediyoruz. Demokrasi geleneği sıfıra yakın bir ülke. Kurt gibi bir dış politika izliyor. Enerjiyi politik baskı aracı olarak kullanabiliyor. Sistemleri gereği başkanlık makamı çar gibi yetkili. Parlementosu, yargısı göstermelik. İktidar eski KGB kadrolarının elinde. Çevresini karıştırma konusunda hem uzman hem sabıkalı. Bankacılıktan, medyadan spora kadar her alanda şeffaflıktan uzak. Ve bizim enerjimizin vanaları böyle bir gücün elinde. Olacak iş değil.

Türkiye tek bir ülkeyle çıkar çatışması yaşayacaksa bu Rusya olacaktır. Hiç dilemem ama Rusya kadar fazla konuda ters düşme ihtimalimiz olan bir başka ülke daha yok. Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya’daki Türki devletler, Hazar Havzası, bunlar Rusya ile işbirliği alanlarımızı oluşturdukları kadar çıkar çatışması alanlarımızı da oluşturuyorlar.

On yıllarca Amerika’ya bağımlı kalmaktan ders almış olması gereken bir Türkiye’nin kısacık bir süre içinde enerji konusunda kendini Rusya’nın kucağında bulması akıl almaz bir iştir. Bu işin bu kadar kolayından bağlanmasına Ruslar da şaşmış olsalar gerekir.

Bu işi kim becerdiyse ‘On Yılın Operasyonu Ödülü’ ona verilmeli. Belki de ödülünü Ruslardan almıştır bile..

Sonsöz:
Ülkemiz ‘Dünya gücü’ olmayı ‘hoş bir hayal’ olmaktan öteye taşıyarak, gerçek bir hedef olarak benimsiyorsa, bunun en önemli göstergelerinden birisi enerji güvenliği konusunda atacağımız adımlar olacak.

“Önümüzdeki engeller neler?”devam edecek..