Tevfik İzmirli – En başarılı çocuklarımızı ve gençlerimizi bedelsiz okutalım.. Toplumca karlı çıkarız..

19/12/2010 (Kategori: Yazılarım)

Merhabalar,

Bir tarlamız olsa, toprağı kazıp eledikçe her karışından, ama ufak ama büyük bir elmas çıksa.. Kazmaktan yorulur muyuz? Kazmayı bırakır mıyız?

Bizim en önemli varlığımız, dayanağımız insan kaynağımız..
Her çocuğumuz, her gencimiz aslında işlenirse birer elmas.. Paha biçilmez..
Elmasın da bulunup işleneni, emek verileni zengin ediyor.. İnsanın da..

Biz, devşirme çocuklardan eğitimle sadrazamlar çıkaran bir gelenekten geliyoruz..
Özel devşirme ekipleri kurmuşuz.. O çağın gereklerine göre elemeler yapmışlar..
Fiziki durumu, sağlığı, soyu sopu, akli melekeleri, hepsi kontrol edilmiş..
Her mıntıkadan, her aileden, her çocuğu almamışlar..
Seçtiklerine devrin en iyi eğitimi verilmiş.. Bunların içinde parlayanlar Enderun’a alınıp oradaki yüksek eğitimle devlet hizmeti için yetiştirilmiş..

Hırvatistan’ın Sokol köyünden Sokollu (Sokoloviç) Mehmet Paşa’yı böyle bulup çıkartmışlar.. Sadrazam yapmışlar.. Don’dan Volga’ya kanal açıp Hazar’a donanma indirmeyi o devirde düşünebilmiş bir kafa Osmanlı’ya hizmet etmiş..

Bugün elimizde bu elemeyi çağdaş kıstaslara göre yapan bir sınav sistemimiz var..
Sınav sonuçları açıklandığında aslında milyonlarca genci belli bir sıralamaya sokmuş oluyoruz..


Neden devlet olarak.. her yıl bu gençlerin en başarılı, en kapasiteli olan bin, belki zamanla onbin, yirmibeş bin gencimizi.. Karşılıksız olarak tam ve doyurucu burslarla destekleyerek okutmuyoruz?

Neden maddi durumu yetersiz olan ailelerin çocukları sınavlara bu güvenle hazırlanamıyorlar?
Neden sadece babasının parası var diye vasat çocuklar rahat rahat okuyabiliyor da, ailelerinin maddi imkanları yetersiz olan ateş parçası gibi çocuklar işlenmemiş elmas gibi kalıyorlar? Ya da okuyabilenleri, sadece parasal sebeplerle, okuyabilecekleri en iyi kurumlarda okuyamıyorlar?
Neden aslanı kediye boğduruyoruz?
Neden sadece aileleri fakir olduğu için, belki ailedeki çocuk sayısı fazla olduğundan hepsine para yetmez korkusu ile bu yarışa girmekten daha işin başında iken çekilsinler?
Ya da azla yetinsinler?
O cevherler sadece ailelerine ait değil.. Onlar hepimizin ortak hazinesi..
İçlerinden yılda bir tane Adnan Kahveci bulabildiğimizi düşünün.. Bir tane Durmuş Yılmaz?

Bunun bir bütçe meselesi olduğunu biliyorum. Her ihtiyacın para beklediğini de.. Adliye de para bekliyor, yoksa davalar yıllarca sürmeye devam edecek.. DSİ de para bekliyor, henüz sulama ile tanışmamış milyonlarca dönüm sulanabilir arazimiz var.. para beklemeyen alan yok.. Hiçbir ihtiyaç da önemsiz değil..

Her başvuran öğrenciye ‘Harç Kredisi’ verildiğinden haberim var.. Pek çok yerde yurt inşaatlarının devam ettiğinden.. Resmi, özel üniversite sayımızın yüzelliye dayandığından, Türkiye Cunhuriyeti’nin soğuk savaş sonrasında artık eğitime savunmadan fazla kaynak ayırabildiğinden de haberdarım.. Her konuda seviyemiz yükseliyor.. İmkanlarımız artıyor..

Ama bu dediğim, ambulansa, itfaiyeye yol verir gibi, en hayati kaynağımıza öncelik vermek.. Ülkemiz o noktaya gelene kadar beklemeyelim.. Başka yerlerden biraz kısalım bu gençlere öncelik verelim, diyorum..

Pek çok üstün yetenekli çocuğumuzun, gencimizin ya imkansızlıktan ya da ailelerine yük olmamak düşüncesi ile seçeneklerinin sınırlı kaldığı da bir gerçek.. “Ailemin bulunduğu şehirde okuyuvereyim.. Uzak bir şehire gidecek olursam ailemin beni orada destekleyecek gücü yok”, “Orası özel okul, bizim paramız yetmez..” gibi haklı endişeleri var..

Bu endişeler, bu güvensizlik pek çok toprağı elenmeden bırakıyor. Halbuki o elenmemiş toprak yığınlarında kimbilir ne elmaslarımız var? Ne kadar elersek o kadar bulacağız. Onun için, biraz pırıltı gösteren hiçbir çocuk, hiçbir genç o şanstan mahrum kalmamalı.. Hem onlara yazık, hem onlardan mahrum kalacak memlekete yazık..

Sovyetler Olimpiyatlar’da madalyaları süpürürken kimbilir kaç püf noktası bulmuşlardı.. Ama bunların bir tanesi de okula giden her çocuğun – ki gitmeyeni yoktu – her sporun uzmanları tarafından bir kere olsun gözden geçirilmesi, ümit vaad edenlerin o spora başlatılmasıydı.. Milyonlarca çocuğun içinde fiziği hangi spora yatkın olanlarını arasan, her spor için binlercesini bulursun.. bir de bunları erken yaşta işin erbabına teslim edersen tabi her sporda yağmur gibi madalya yağar..

Geç bile kaldık ama biz de aynı yöntemi beyin gücünde uygulayalım.. Pırıltı gösteren hiçbir gencimiz şu ya da bu sebepten kenarda kalmasın..

Onlara açık çek verelim.. Daha erken yaşlarda bu çekten haberleri olsun.. Aileleri de, kendileri de, “sonunu getiremeyiz” diyerek, baştan caymasınlar.. Cesaretle yarışa dahil olsunlar..

Türkiye Cumhuriyeti şöyle diyemez mi?

“Kıymetli genç kardeşim, ister yetim ol, isterse baban asgari ücretle çalışan bir vatandaş olsun..

Sınavlarda en yukarıdaki yüzde şu kadar kişi arasına girdiğin anda, kazandığın fakülte, bölüm ya da özel okul hangisi ise, hangi şehirde ise, bitirinceye kadar sana ayrıcalıklı burs vereceğiz..

Özel okul mu kazandın, okula ödenecek parayı sen düşünme.. Uzak bir şehirde fakülteye gidemem diye mi düşünüyorsun? Düşünme..

Öyle simit – çaya zor yetecek cinsinden değil.. Ailesinin yanında kalarak okuyan orta – üst sınıfa mensup bir gencin sahip olduğu her türlü imkanı, hatta belki fazlasını sana sağlayacağız..

Barınma, beslenme, ulaşım, giyim gibi temel ihtiyaçlarını düşünmek zorunda kalmayacaksın.. Ailene hiç yük olmayacaksın.. Bunlara ilaveten, kitap, sinema, tiyatro, konser gibi kültürel faaliyetlerine yetecek cep harçlığın da olacak. Sen yeter ki iyi oku, çok çalış, yetiş.. adam ol!

Üniversite boyunca da, kendi sınıfının yüzde ilk şu kadarına girdiğin, ya da not ortalaman belli bir seviyenin üzerinde kaldığı müddetçe.. her yılın yaz aylarında değişik bir ülkenin bilinen bir üniversitesinde ‘Yaz okuluna’ göndereceğiz.. Görgün artsın, ufkun açılsın, kendine güvenin artsın, diye..

Seni başımızın üzerinde taşıyacağız, yetiştiğinde hangi dalda olursa olsun, iyi yetişmiş bir insan olarak bu memlekete hesapsız katkı yapacağını bildiğimiz için..

Sen bizim elmasımızsın!”

Yoksuluna yeşil kart veren, yüzmilyonlarca dolarlık yakıt ve gıda yardımı yapan, SGK’ye her yıl 25 – 30 milyar dolar aktarabilen ‘Yeni Türkiye’ bu konuyu bir proje olarak ele alsa altından kalkamaz mı?
En azından bunu hedef alamaz mı?
Başlangıçta sayıyı az tutsa da bu yolu açamaz mı?
Bin genç nedir? Bunlar beş büyük şehrimizde okuyacak olsalar, şehir başına iki yüz öğrenci düşer.. İstanbul’daki vali muavini sayısı yirmiye yakın.. İlk başlarda beş ilin her birinde bir vali muavini bu çocukların takibini koordine etse?

Böyle bir çıtayı devlet ortaya koyunca özel üniversitelerin de talip olduğu bu seçkin gençler için imkanlar artacaktır.
Devletin çıtası destekleme alımı görevi görür.
Diyelim ki bir genç, ülke çapında ilk yüze, beşyüze ya da bine girdi. Bir özel üniversite burs teklif ediyor.. Ne güzel.. Gencimiz iki imkanı karşılaştırır.. Diyelim ki üniversitenin teklifi daha cazip.. Hiç mesele yok.. Bizde genç kıtlığı mı var? Devlet bir arka sıradaki genci listesine alıverir.. Bilgisayar çağındayız, sınavlarda yerleştirme yapan programlar bu yerleştirmeleri de yapabilir..

Böyle bir projeye ‘cuk oturacak’ bir de sloganımsı isim bulunsa, başlatan hükümete az mı oy getirir?
Az mı ‘Helal olsun size” dedirtir?

İslamköylü Yahya Çavuş’un oğlu Süleyman Demirel bir örnek.. Muğla ve Afyon Liseleri’ni parasız yatılı olarak okudu. Ardından İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni burslu olarak.

Süleyman Demirel’in müsteşarı Turgut Özal da, İTÜ Elektrik Mühendisliğini burslu okumuştu.
Bu yetişmiş insanların tek bir yerinde icraatı acaba kendilerine yapılan yatırımı kaç milyon kere geri ödemiştir?
Siyaset hayatlarına gerek yok, Demirel’in, DP devrinin efsanevi Su İşleri Genel Müdürü olarak verdiği hizmetlerle yaptığı katkının binde biri kaç Demirel’i amorti etmiştir acaba?

Bunlar herkesin bildiği iki örnek.. Cumhuriyetimizin ilk yıllarından beri var olan “Parasız Yatılı” sisteminden kimler yetişti, memlekete ne hizmetlerde bulundular? Bir dökümü yapılsa da insanımız tabloyu görebilse..

Osmanlı Mustafa Kemal’i Manastır Askeri İdadisi’nde parasız okutmasaydı acaba o nasıl bir hayat sürmüş olurdu, biz nerede olurduk?

Sadece vicdanen ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışacağı için değil, ekonomik olarak da çok verimli olacağı için.. düşünmeye değmez mi?