Tevfik İzmirli – Rejim bizden ikiyüzlü olmamızı bekliyor.. Her işin başında kendimize yalan söylemek zorundayız.. Bu “ruh hastalığı” zihinlerimize pranga vuruyor..

22/12/2010 (Kategori: Yazılarım)

Merhabalar,

Kamuya açık ortamlarda konuşanlar lafı eğip bükmek zorundalar.. Sadece kanunlar değil, şartlandırılmış halkın / okuyucunun / izleyicinin tepkisinden de korkuyorlar.. Atatürk tabusu hepimizi yalancı yapmış.. Vatikan “Dünya düzdür” dediği için, inanmasa da korkusundan “Dünya düzdür” diyen zavallı Katoliklere döndük..

Bir tarafta yaşananlar var bunlar gerçek.. Diğer tarafta Ata’nın mirası, vasiyeti var.. ‘Böyle olun, şöyle yapın’ diyen emirleri var.. Gerçekliklerle bu emirler çeliştiğinde basiretimiz bağlanıyor.. Donup kalıyoruz.. Bu iki taraf arasında bir çelişki yoksa, o konuda sıkıntı çekmiyoruz..

Misal, Atatürk toplu ulaşım konusunda bir görüş beyan etmemiş olduğundan belediyelerimiz rahat rahat metro inşa edip otobüs işletebiliyorlar.. Ama kaza eseri Atatürk, “Toplu ulaşımın tercihe şayan olanı asfalt zeminde yapılanıdır” demiş olsaydı biz bugün tramvay veya metro işletemeyebilirdik.. Böyle bir akıl ipoteği altındayız.. Bunu farkedenimiz kadar etmeyenimiz de bol..

Dürüst olalım, cesur olalım.. Önce her olayın, her kavramın adını cesaretle koyalım. Her işin çözümü böyle başlar.. Kimden korkuyoruz, Allah aşkına?
Bakın bu utanmaz yalancılık nerelere gelmiş.. Bir iki örnek:


1.
Geçen gün TV’lerde, Atatürk’e ait bir ses kaydı dinletildi. Sofrada arkadaşları ile otururken ortaya bir ses kayıt cihazı konmuş, deneme yapıyorlar, kayıt alıyorlar. Atatürk, hatta ‘Celal Bey’ diyerek bahsettiği Celal Bayar’ın başarılı iktisat uygulamalarını övüyor.. Konuşmasından belli ki Atatürk alkollü.. Olabilir.. Benim içki içme hakkım var da onun mu olmayacaktı? Konu o değil.. Konuşurken hafif peltek, alkollü olduğu belli olacak şekilde konuşmuş.. Dinlerken, içimden ‘Bakalım’ dedim, ‘Kim söyleyebilecek alkollü olduğunu’.. Bir iki gün geçti.. İki profesör ekrandalar.. Ciddi söylüyorum.. Profesörlerden birisi dedi ki: ‘Ortamda alkol olduğu konuşmadan belli.. Ama bir bakın Allahaşkına Atatürk’ün konuşmasında hiç gramer kayması var mı?” Pes dedim.. ‘Sarhoş’ demek için bile ‘Gramer kayması yok’ övgüsünü dile getirme mecburiyeti var.. Bu kadar riyakarlık krallıklarda olmaz.. Vurgu kaymış, hece uzunlukları şaşmış.. bunları söyleyemiyor.. halbuki olayın gözü burası.. ‘Bakın hiç gramer kayması var mı?’ demek zorunda. Bu ne zavallılıktır.. Ne aşağılık bir haldir? Sus madem, hiçbirşey söyleme.. Koskoca profesör olmuşsun..

2.
Aynı riyakarlık Dersim’e ‘Sadistçe katliam’ dememize mani oluyor. Ben romantik Zaza / Kürt / Ermeni dostu değilim.. devlet düşmanı hiç değilim. Dersim’in sicilini biliyorum.. Tarihi olayların ve sarp coğrafyanın sonucunda burada adeta devlet içinde bir devlet oluşmuş. Pamukoğlu Paşa’nın dile getirdiği ‘Kürtler Çanakkale’de savaşmadı’ lafının arkasındaki yarım yamalak bilgi buradan geliyor.. Bu Dersim havalisi Osmanlı seferberliğini tanımamış olan tek bölge. Gerçekten I. Dünya Savaşı’nda Dersimliler yok.. Asker vermiyorlar. O günün şartlarında devlet bunların üzerine gidemiyor.. Pamukoğlu, ‘Kürtler yoktu’ derken yanlış yapıyor.. Hangi kitaba dayandığı bile belli. Olmayanlar Dersimlilerdi..

Bu Dersimliler, zaman içinde gerçekten ilkel, yarı vahşi, kanun nizam tanımaz bir yaşam tarzı geliştirmişler.. Vergi vermiyorlar, askere gitmiyorlar.. Bu kadarla kalsa iyi.. Bir de organize eşkiyalık yapıyorlar.. Ağır geçen kışlarda, kış mevsiminin sonları yaklaşıp erzakları tükenir gibi olunca, resmen atlı müfrezeler halinde, çevredeki şehirlere, kasabalara baskın düzenleyip, yağma ve talan yapıyorlar. En azından I. Dünya Savaşı’na giden yıllarda ve savaş esnasında böyle olduğu kayıtlarda var.. Mesela Palu bunların elinden az çekmemiş.. Bunlar biliniyor.. Ama İstiklal Savaşımıza destek verdikleri.. I. Meclis’de temsil edildikleri de biliniyor.. En meşhurları, ‘Meclis Kayseri’ye taşınsın mı?’ tartışmaları yapılırken kürsüye çıkıp, “Biz buraya kaçmaya gelmedik, düşmanla savaşıp gerekirse ölmeye geldik” demesi ile tanınan Diyap Ağa..

Cumhuriyet kurulmuş, aradan ondört yıl geçmiş.. O dağlık coğrafya Türkiye haritasında bir ‘kara delik’ gibi kalmış.. Bunlar hala eski başına buyruk düzeni devam ettirme ümidindeler.. Bu kadar yanlış bir değerlendirme olabilir mi? Devlet buna ne kadar göz yumabilir? Sonunda bunların aklını başına getirip bir ders vermek, bölgeye devlet otoritesini sokmak için bir askeri harekat planlıyor.. zaten harekata ‘tedip hareketi’ diyorlar.. Terbiye etme, yola getirme.. Buraya kadar sıkıntı yok.. Çünkü Dersimliler Alevi olmasına Aleviydiler ama ortada öyle saz çalıp samah dönen masum Alevi yurttaşlara karşı yapılan bir harekat söz konusu değil.. Devletle bir arada var olması mümkün olmayan bir başına buyrukluğun yola getirilme isteği var.. Buna kimsenin diyeceği olamaz..

Amaç sadece bölgede devlet otoritesini tesis etmekse, normal olarak ne yapılır? Geniş çapta aramalar yapılır.. Silahlar toplanır.. Direnenlere karşı güç kullanılır.. Tutuklamalar, yargılamalar.. Hapis, belki askere silah çekenlere idam cezaları.. Haydi diyelim ki elebaşlarını sürersin.. vs..

Halbuki Atatürk’ün tek hakim güç olarak başında bulunduğu – askeri planlar Atatürk’e Trabzon’da iken kendisine arz edilmişti – Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapmış? Büyük bir gaddarlık ve sadistlikle kimine göre 11,000, kimine göre 50,000 Dersimliyi kadın, çocuk, bebek, yaşlı demeden, odalara doldurup yakarak, hendeklere atıp tarayarak, sığındıkları mağaralarda zehirli gaz ile fare gibi zehirleyerek katletmiş.. Bunları ‘tedip’ amacıyla açıklayabilir miyiz? Yoksa, fırsat ele geçmişken ‘kökünü kazıyalım’ gayreti mi var?

Bunları nereden biliyoruz? Allahın yabani(!) Dersimlisine mi inanacağız, yani? Yoo.. Hiç gerek yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin unutulmaz Dışişleri Bakanlarından rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’in kendi sesinden, YouTube’da dinleyebilirsiniz.. Sene 1986 veya 87.. Kemal Kılıçdaroğlu soruyor, Dersim Katliamı esnasında Malatya Emniyet Müdürü olan Çağlayangil anlatıyor.. “Fareler gibi..”, “yediden yetmişe” lafları Çağlayangil’in ağzından…
Bir tarafta eski Dışişleri Bakanı’nın ifadeleri, bir tarafta eski Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı CHP’li Onur Öymen’in duruşu.. Karar sizin..

Lazımsa, bir de katliama uğrayanlar tarafından aktarılan versiyonunu okuyayım, derseniz.. Bu defa anlatan, gazeteci Yavuz Semerci.. O da bir Dersim mağdurunun oğlu olarak iki yazı yazmıştı.. Birinci yazıyı buradan, ikinci yazıyı şuradan okuyabilirsiniz..

Sonrasını merak edenler de, sürgünlerin çektiklerini kitaplardan okuyabilirler..

Sonuç nedir?
Atatürkçülük tabusu yüzünden, belki Atatürk’ün en iğrenç, en utanılacak icraatlarından biri olan Dersim Katliamı’na bile ya sahip çıkmamız, ya görmezden gelmemiz, bu da mümkün değilse Atatürk’ü temize çıkaracak şekilde kınamamız bekleniyor..
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.. Kürt sorununda da onun istediği gibi düşünüyoruz, laiklik konusunda da.. Papağanlara dönmüşüz..

Bizi devlet zoruyla ikiyüzlü yapıyorlar, yalancı yapıyorlar.. Çocuklarımız, gençlerimiz resmi müfredat eliyle ‘eğriye doğru demenin’ tahsilini görüyorlar.. Ondan sonra milletçe ‘dürüstlük konusunda eksik olduğumuzdan’ şikayet ediyoruz.. Şikayetçi olduğumuz ‘kaypak – şarklı – ilkesiz’ tavırların temelleri nerede atılıyor? Kendi elimizle gençlerimize ‘gerçeği görmezden gelme / fazla kurcalamama / cemaate sorgusuz sualsiz uyma / kendisine ezberletileni tekrarlama’ eğitimi verip, ondan sonra kendilerinden ‘hür vicdanlı, hür fikirli’ bireyler olmalarını bekliyoruz.. Ve bunu bile bile, bir de gurur duyarak yapıyoruz.. Başımızda, hayatta olan bir diktatör bulunsa, ‘insanlık halidir, korkudandır’ diyeceğim.. Bu da değil.. Bizi korkutan, esir eden kendi milli şartlanmalarımız.. Milletçe doktorluk vaziyetteyiz.. Belki de hastanelik..

Neden benim vicdanım Mustafa Kemal Atatürk efsanesine kurban olsun da, ben kendime yalan söylemekten ruh hastası olayım?
Böyle bir borcum mu var?
Neden Onur Öymen’ın vicdan seviyesine düşmek zorunda kalayım?
Neticede, Mustafa Kemal de bir kul, ben de bir kulum.. Neden onun günahına ortak olayım?

Epeydir kendimi bu hastalıklı ruh halinden kurtardım..
Mustafa Kemal Atatürk’ü temize çıkartmak için kendi vicdanımı eğmeyi, bükmeyi, kirletmeyi ret edeli rahat ettim..
Size de tavsiye ederim.. Ruh sağlığına yararlı bir duruş bu..
Sarhoşluğuna sarhoşluk diyeceğiz, kahramanlığına kahramanlık, gaddarlığına gaddarlık, ırkçılığına ırkçılık..
Müthiş zevkli giyinirdi ama tarih tezleri zırvaydı.. diyeceğiz..
Gördüğümüzü söyleyeceğiz.. bize dayatılanı değil..
O zaman – 90 yıllık gecikmeyle de olsa – milletçe yetişkinlik çağına girmiş olacağız.. o güne kadar çocukluk çağında kalmaya devam..
Rejimin istediği de başka birşey değil zaten..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli