Tevfik İzmirli – “Klişeleşmiş çağdaş geyikler yağmuru” altında yaşıyoruz.. – Yakında yüzsüze yüzsüz demek yasak mı olacak?”

02/12/2010 (Kategori: Yazılarım)

Merhabalar,

Malum, ‘klişeleşmiş çağdaş geyikler yağmuru’ altında yaşıyoruz.

“Çince’de ‘kriz’, aynı zamanda ‘fırsat’ anlamına gelir..”,

“Markalaşmak şart..”,

“Eğitim şart..”,

“Sıkıntılar paylaştıkça azalır, mutluluk paylaştıkça artar..”,

“Esas olan sevgi, saygı, karşılıklı anlayış ve paylaşım..”,

“Sevgi kazanacak..”..

Bir de bunlara ilave olarak, “Pozitif elektirikler, olumlu düşünme teknikleri..” yağmuru var..

Biraz daha düşünsek kaç tane daha buluruz, kimbilir..

Diğer yandan, dünyadaki ‘politik doğruculuk‘ gereği, epeydir; sakata engelli, siyahi Amerikalıya Afro – Amerikalı, çingenelere roman deniyor. Bu insancıl ve saygılı yaklaşıma en ufak bir itirazım yok. Ancak, bu gidişle işin sonunda, ırkçılık veya ayrımcılık içermeyen diğer olumsuz sıfatları kullanmak da yasak olacağa benzer.

Bir zaman sonra, sanki bütün insanlar güzel, akıllı, yetenekli, iyi huylu, iyi ahlaklıymış gibi rol yapmamız istenecek, gibi gözüküyor..

Gerçek hayatta ne hepimiz güzeliz, ne hepimiz akıllıyız, ne de hepimiz yetenekliyiz. Maalesef gerçek böyle değil.

‘Uygarlığın gereğine uygun davranalım’ derken, bir ‘aşırı eşitlik çukuru’ na mı sürükleniyoruz, acaba?

Belki de, dünyada ‘solun gerilemesi’ nin vicdanlarda bıraktığı boşluğu bu tip ‘ideoloji içermeyen humanist yaklaşımlar’ la doldurmaya çalışıyoruz..

Her neyse, zamanın getirdiği anlayışlar her ülkeyi, her toplumu etkiliyor.. Böyle eğilimlerin önünde duramayız..

Yalnız, tembele tembel demek yasak olursa, çalışkana aferin de diyemezsiniz..
Bunun sonuçlarını Sovyetler yüksek öğrenimde gördüler, Amerikalılar da özellikle ilk öğrenim sisteminde hala görüyorlar..

Çirkine çirkin denemediğinde güzel eser vermenin anlamı kalmaz..
Yanlışa yanlış denemezse doğrunun ne kıymeti kalır?
İşi ilerletelim.. arsıza arsız demeyelim, ayıba ayıp demeyelim.. Bunun sonu kimsenin yüzünün kızarmasına gerek kalmayan bir dünya olur.. Olmuyor da değil zaten..

O bakımdan, bu aşırı iyimser ve humanist yaklaşımı aynen benimsemeye yatkın değilim.. Bunu entellektüel özentisi ‘entel’lere bırakmayı tercih ediyorum.. Dolayısı ile, kelli felli, yaşını başını almış insanlar, bu klişeleşmiş geyiklere göre davrandıkları, bizim de bunları saygı ile karşılamamızı bekledikleri zaman.. yadırgıyorum.. Hatta bazen tüylerim diken diken oluyor..

Her gördüğümde aklıma bu ‘çağdaş geyik’leri getiren insanların çoğu nedense solcu rolü yapan CHP’lilerin içinden çıkıyor..

Kılıçdaroğlu, partinin kurultaya gideceğini açıkladıktan sonra, bugün Bursa’da mealen şöyle konuşuyordu: “Tabi ki hem eski genel başkanımıza gideceğiz, kendisine danışacağız.. hem de eski genel sekreterimiz Önder Sav’a.. Fikirlerini alacağız.. Katkılarını talep edeceğiz..”
Anlaşılan Kılıçdaroğlu, çağdaşlık özentisini, rakibe rakip dememeye kadar vardırmış.. Neredeyse fikir ayrılığı içinde olmayı ve bunu açıkça ifade etmeyi bile kendisine yakıştıramıyor.. İnsan fikirlerini yanlış bulduğu, partiyi neredeyse batırdıklarını düşündüğü, “onlar yönetim dışına itilmedikçe CHP’den ne köy ne kasaba olmaz” dediği insanlara neden “hodri meydan, çıkın kurultayda karşıma” demez?
Sırf taktik icabı mı, yoksa bu ‘çağdaş geyikler’i neredeyse bir deri gibi giyinmiş olduğu için mi?

Ortalıktan yok oluncaya kadar Sarıgül’ün ‘Sevgi kazanacak’ sloganı da bendeki ‘çağdaş geyik alerjisi’ni depreştiriyordu.
Bayağı rahatsız oluyordum.. Ama bakıyordum ki basında olsun sokakta olsun, kendisini ciddiye alan pek çok insan vardı.. İçi boş, hiç bir temeli olmayan, tek bir fikir içermeyen bir söylem, tek bir sloganla almış yürümüştü.
- Bütçe politikanız nasıl olacak? – Sevgi kazanacak..
- AB’ye tam üyelik hakkında..? – Sevgi kazansın..
Ya sabır, diyordum.. neyse göz önünden çekildi de ben rahat ettim..
Sarıgül’ün imajından sloganına kadar herşeyi ‘çağdaş geyikler’ ile aşırı bir uyum içinde değil miydi?
İticiliği de oradan gelmiyor muydu?

Baykal’a gelince.. başına “Allah kimsenin başına vermesin” denecek bir iş geldi. Tamam, ana muhalefet liderinin politik hayattan bu şekilde tasfiye edilmesi tehlikelidir.. Ahlaksızcadır.. Zaten ben de oh olsun demiyorum..

Ama, sonraki hali tavrı, bana şunları dedirtmişti: “Sus otur bari.. Siyasi rakiplerin bile üzerine gelip seni daha beter rezil etmemek için dikkatli davranıyorlar.. Konuya değinmiyorlar.. Sen ortaya çıkıp başlıyorsun “Bu bir komplodur.. bu bir komplodur” demeye..”
En sonunda Bülent Arınç dayanamadı ağzını açtı: “Kardeşim, komplo, komplo deyip duruyorsun ama daha ağzından “o görüntülerdeki ben değilim” diye bir laf duyamadık, tamam görüntülerinin kayıt edilip dağıtılması komplo olabilir ama seni o odaya da mı komplocular soktu?”..

Baykal’a bu pişkinliği veren neydi? Yine ‘klişeleşmiş çağdaş geyikler’ demetinden bir iki geyik: “Komplo ile, ya da yasadışı bir şekilde elde edilen kayıtlara, görüntülere itibar edilmez”, “Özel hayat sadece kişinin kendisini ilgilendirir..”
Konu hassas olduğu için kimse üzerine gitmedi, “Bu senin ilk dediğin, mahkeme karşısında, ikinci dediğin de, sade vatandaşlar için geçerli.. her ikisi de mekan vatandaşın vicdanı ve söz konusu olan bir siyasi lider ise, iş değişir” demedi..

Baykal, çağdaşlıkla pişkinliği karıştırdığını olayın hemen ertesinde, eşi, çocukları, onların eşleri ve torunları ile kahvaltı ederek de gösterdi.. “Ailesi Baykal’ı böyle zor bir gününde yalnız bırakmamıştı..”, “Baykal ailesinden destek alıyordu..”. CHP jargonu ile söylersek “ailesi Baykal’ın çözüm arayışlarına katkı sunuyordu” demek gerekir..

Halbuki buna dilimizde “Tüy dikmek” denirdi. Kaçımız kendi aramızda konuşurken, “Olayın diğer kahramanı hatun ile onun eşini de davet etseydiniz bari!”, “İnsan öyle bir günde yanında torunu olsun ister mi?” demedik mi?

Hala Baykal’ın, hiç olmazsa kendi partililerine dönüp, “Sizlerden özür diliyorum.. Çok mahcubum.. Kendi astım olan bir kadın görevli ile ilişkiye girerek büyük bir etik kuralını çiğnedim. Hele daha sonra kendisini milletvekili yapmış olmam affedilecek gibi değil.. Bu olaydan büyük dersler çıkarttım.. Beni affetmenizi rica ederim” dediğini duymadık.. Bunu talep eden bir yazar çizer ya da partili de varsa onları da ben duymadım..

Hayat bu.. herşey olabilir.. ölümden öteye köy yok.. en son göreceğin bir cenaze namazı.. Niye kişiliğini ezdiriyorsun, hem de bu yaştan sonra?
Olmuş bir kere.. de ki araba çarptı.. sakat kaldın.. sağlam rolü mü yapacaksın? Nedir bu “herşey normal, değişen birşey yok, bu bir komploydu..” pişkinlikleri? Neden zerafetini kaybediyorsun? Neden bir şövalye tavrı takınamadın? Ya o kadını sahiplenip savunacaktın.. ya da gelip geçici bir ilişki idiyse, herkesden özür dileyip köşene çekilecektin.. Uygarlıksa, çağdaşlıksa, edepse, adamlıksa.. buydu..

En başa dönüyorum.. Bence uygarlık başka meslek, ‘çağdaş geyikler’i benimsemek bambaşka..
Benim tercihim geleneksel tavırdan yana.. Her bir insanın tüm hakkına, hukukuna saygılı olalım, kimseyi renginden, ırkından, dininden, milliyetinden, dilinden, siyasi görüşünden, doğuşla gelen herhangi bir özelliğinden dolayı kendimizden ayrı görmeyelim, kendimize yapılmasını istemediğimiz hiç bir muameleyi karşımızdakine de reva görmeyelim.. bir kuşun bile hakkını gözetelim..
Bunun adına zaten insanlık denir.. Ama buraya kadar..
Biz yine adama adam, yüzsüze yüzsüz demeye devam edelim..
Şövalyeye şövalye, pişkine pişkin demeye devam edelim..
Varsın ‘klişeleşmiş çağdaş geyikler’e aykırı olsun..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli