Tevfik İzmirli – “Kafalarımızı saçma şablonlardan arındıralım – dört örnek..”

02/11/2010 (Kategori: Yazılarım, Yorum - Polemik)

Baskıcı devlet tarafından devamlı korunup kollanarak çocukluk çağında bırakılmış, büyümesine izin verilmemiş, hemen her konuda şartlandırılmış bir halkız.
Neyi okuyup okumayacağımızı, neyi seyredip edemiyeceğimizi, neye inanıp neye inanmayacağımızı hep yukarıdakiler belirlemeye çalışmış.
Pek çok konuda kafamız karışık.
Buna derece derece hepimiz dahiliz.
O bakımdan, Türkiye’de yetişmiş insanlar olarak sık sık kafamızdaki doğruları sorgulamak zorundayız.
Çoğumuzun zihnine sokuşturulmuş saçma ezberlerden dört örnek:

1. Yürüyen bir dava hakkında konuşmak ve yayın yapmak yasaktır!

Bu yasak da batıdan kopya ettiğimiz bir hukuk kuralı.
Adamlar, jüri üyelerini bile, duruşmaların başından sonuna kadar, başlarında gözetmenleri ile, dünyadan izole ederek otellerde misafir ediyorlar.
Jüri üyelerinin, duruşmalar devam ettiği müddetçe, TV seyretmeleri, gazete okumaları bile yasak..
Amaç belli: Suçun işlenip işlenmediğine kanaat getirecek olan jüri üyeleri etki altında kalmasın.
Ne kadar yerinde bir kural.
Ama batıda yirmibeş sene süren bir dava yok..
Ardı ardına hergün duruşma yaparak, en karmaşık davayı bile soruşturması dahil, bir kaç ay içinde sonuca bağlıyorlar.
Ülkemizde, hele çok sanıklı ise, bir davanın beş on sene sürmesi hiçbirimizi şaşırtmıyor.
Devlet, davayı zamanında sonuçlandırma sorumluluğunu üstlenmemiş, ama vatandaşına konuşma yasağını koyuvermiş.
Bu durumda, bu kuralı çöpe atmak için başka sebep aramaya gerek var mı?

2. Her fikre saygı duymak zorundayız!

Burada basit bir kelime oyununa kurban gidiyoruz.
TV Programlarında herkes tartıştığı insana karşı aynı sablonu tekrarlıyor: “Saygı duyuyorum”, “Saygı duyuyorum”.
Halbuki, kimse kendisine saçma sapan, ilkel, tutarsız gelen fikirlere saygı duymak zorunda değil.
Zorunlu olarak takınmamız gereken tek tavır ‘saygı göstermek’.
Yoksa saygıyı ister duyarız, ister duymayız, buna kimse karışamaz.
Hukuk bizim sadece fiillerimize karışabilir. Duygularımızda – hiç olmazsa – serbestiz.
İçimizden saygının kırıntısı bile gelmese de, saygı göstereceğiz.
Medeniyet biraz da böyle bir kavram.. Bazen riyakarlık ister..
Ama ‘duymak’ ile ‘göstermek’ karışmasın, lütfen..

3. İsimsiz – imzasız ihbar mektupları işleme konmaz!

Buna kargalar bile güler.
En son cevabını ‘Münevver – Valiz Cinayeti’ni aydınlatan ekibin amiri verdi.
Röportajında, ‘en akla ziyan ihbarları bile ciddiye aldık.. bakmadığımız adres kalmadı’ diye anlatıyordu..
‘At çöpe gitsin’ kıymetinde bir laf..
Acaba bunu ilk uydurup millete pazarlayan kimdi?

4. Terör örgütü ile pazarlık yapılmaz!

Bal gibi yapılır.
Bu prensibi herhalde, ‘Kuzey Irak’daki aşiret reisleri muhatap alınamaz’ kırmızı çizgisini çizen, uzak görüşlü komutanlarımızdan birisi uydurmuştur..
Çünkü mantık ve uslup aynı..
Başbakanımız da aynı şablonu benimsemiş gibi konuşmak zorunda hissediyor kendisini.
Millet bu şartlanmış haliyle “sen terör örgütüyle nasıl görüşürsün” diye köpürüverir diye, “hükümet olarak görüşmüyoruz” diyordu.
Zaten, Somali’deki korsanlarla da herhalde hükümet üyeleri mücadele etmiyor.
O işi yapacak devlet organı deniz kuvvetleri olduğu için, onlar gemi yolluyorlar.
Bu durumda hükümet olarak siz o mücadelenin içinde yok mu sayılacaksınız?
Bu, baştan aşağıya saçma ve zararlı bir şartlanma.
Devletlerin hele de güvenlikle ilgili işlerinde, ne utanma duygusu, ne sadakat, ne pişmanlık, ne intikam, ne kin, ne de bu tip başka bir insani duygu olmaz. Hatta olmamalıdır da.
Hele akıllı bir devlet bunların yanından bile geçmez.
Güvenlik ve dış politikada tek bir prensip vardır.. o da devletin, milletin, ülkenin çıkarı..
Dürüst hareket etmekte çıkarı varsa dürüst davranacaktır.
Fakat sadece çıkarı öyle gerektirdiği için.. dürüstlük ahlaki olduğu için değil.
Apo ile de görüşülür, Karayılan ile de.. hem de herşey görüşülebilir..
Ama gizli görüşülür ama dolaylı görüşülür..
Gün gelir, Apo’yu milletvekili olarak bile görebiliriz..
Yeterki bu, ülkemizin çıkarına hizmet etsin..
Büyük devletler kendi problemlerine nasıl yaklaşıyorlarsa, biz de öyle yaklaşmalıyız..
Sloganlarla değil..