Tevfik İzmirli – Atatürkçü tarih profesörleri, Atatürkçülük yapalım derken belgeleri nasıl çarpıtıyorlar.. “Kurtuluş Savaşı ile İlgili Yunan Belgeleri”..

18/11/2010 (Kategori: Yazılarım, Yorum - Polemik)

“İşte bu gibi “Büyük Oyun’un Temel Denklemi”nden bahsetmeden Kurtuluş Savaşı tarihini yazanlara ‘Atatürkçü Tarihçi’ diyoruz.. Kimisi profesör oluyor, ciddi bir eser verir havasında yazıyor, kimisi düpedüz çocuk kitabı yazarak ‘Çılgın Türk’ lakabı alıyor.. Farketmiyor, ortak yönleri örtmek, saklamak, çarpıtmak ya da görmezden gelmek.
Bunların yerine Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun, çocuklar için yazmış olduğu bir çok tarihi kitap var.. onları tavsiye ederim.. Türk Korsanları, Sencivanoğlu, Kızıl Tuğ, Seyit Ali Reis, Hilal ve Salip, vs.. hem tarihi masal havası vardır, hem ne okuduğunuzu bilir, aldanmazsınız..”

Merhabalar,

“Kurtuluş Savaşı ile İlgili Yunan Belgeleri” adlı eser 2006 yılında Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından, 226 No. ile yayımlanmış. 165 Sayfa. Eserin yazarı Prof. Dr. İzzet Öztoprak.
Prof. Öztoprak, şu kısa paragraftan da görüleceği üzere, su katılmamış Atatürkçü bir bilim adamımız. Anlaşıldığına göre mesleki kariyerini ‘resmi tarihe uygun Atatürkçülük’ yapmak üzerine inşa etmiş:

“1984 yılı Ekiminde Yard. Doç. Dr. oldu. 1985 öğrenim yılı ikinci yarıyılında kendi isteği ile Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde geçici olarak görev aldı. Ankara’da bulunan çeşitli fakülte ve yüksekokullarda Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi dersleri verdi. 1995 yılında Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı’nda Doçent oldu. 20 Mart 2001 tarihinde Profesör oldu.

1987-1990 yılları arasında Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Ayrıca D.T. C. F. Tarih Bölümü Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. Halen aynı bölümde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olup ayrıca Fakülte Kurulu Profesör Temsilcisidir.

Prof. Dr. İzzet ÖZTOPRAK Atatürk Araştırma Merkezi asli üyesidir. Aynı Kurumun Yayın Komisyonu Üyeliği görevini de yürütmektedir. Ayrıca, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Askeri Tarih Komisyonu üyesidir”

Kitabın ‘Önsöz’ bölümünden bir alıntı:

“Kurtuluş Savaşı ile ilgili Yunan Belgeleri” başlığı altında yayınladığımız bu eser başta Venizelos olmak üzere Yunan devlet adamlarının Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve özellikle İngiltere ile yapmış oldukları diplomatik yazışmalardan oluşuyor. Kasım 1918 – Kasım 1922 arasında Türkiye’nin işgali ve paylaşımına ilişkin otuz altı diplomatik belge, Ord. Prof. Enver Ziya Karal tarafından toplanmıştır. Bu belgeler “Türk İstiklal Savaşı ile İlgili Yunan Vesikaları” başlığını taşımakta olup, Cumhurbaşkanlığı Kitaplığı kayıt No: 5794′de bulunmaktadır. “Giriş” ve “Değerlendirme” bölümleri tarafımızdan yazılmış, belgeler bugünkü dile uyarlanarak yayına hazırlanmıştır. Sayfaların alt ve üst taraflarındaki italik cümleler Ord. Prof Enver Ziya Karal’a aittir. Metin içerisinde söz konusu edilen haritalar ekte bulunamamış, araştırmamıza rağmen bu haritalara ulaşılamamıştır.

‘Önsöz’de anlatıldığı gibi, elde Ord. Prof. Enver Ziya Karal tarafından ortaya çıkarılmış 36 adet Yunan belgesi mevcuttur.
Kitapta, önce bu belgeler verilmiş, ardından Prof. Dr. Öztoprak’ın her belge için yazmış olduğu değerlendirmeler sıralanmış..

Bizim dikkatimizi çeken 33 numaralı belge ve bu belgenin yorumu oldu.
Belgedeki bir çok imla hatasını düzeltmek zorunda kaldım.. Aslına sadık kalmak için ‘tatsız’ Türkçesine dokunmadım..

Önce belgenin kendisini veriyorum, lütfen kalın harflerle yazılan dört kısıma dikkat edelim:
Sayfa 127 – 128 – 129
Belge No: 33
Atina, 16-29 Temmuz 1922
No. 7259

14-27 Haziran tarihli mektubundan sonra Kral Hükümeti’nin verdiği kararlara, bu kararların verilmesinde etken olan ve durumun iyiden iyiye incelenmesinin yadsınamayacak bir biçimde ortaya çıkardığı düşünceleri saygın kişiliğinizin görüşlerine sunmakla şeref duyarım.

Türklerle Yunanlılar arasındaki mücadelenin, İtilaf Devletleri’nin Türkiye’ye karşı olan savaş durumlarının devamı ve aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası üstlenimlerini tanımamak ve yenenlerin istek ve istençlerine karşı gelmek konusundaki girişiminin bir sonucu olduğu açıktır.

İtilaf Devletleri tarafından ortaklaşa alınan kararlan zorla kabul ettirmek, güvenliği ve düzeni sürdürmek ve Hıristiyanların yaşamını Kemalist kıyım ve yolsuzluklarına karşı korumak ve böylece Doğu toplumlarının milli yaşamlarının özgür bir biçimde gelişmesini sağlayacak olan barış antlaşmasının zorla uygulanmasını elde etmek amacıyladır ki Küçük Asya’nın manda yönetimi Yunanistan’a verilmiş ve İtilaf Devletleri kuvvetleri Osmanlı Hükümeti’ne bir baskı yapmak için İstanbul’u işgal etmiştir.

Fakat Yunanistan, (1) eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bütün ekonomik ve askeri kuvvetlerin kalıntılarıyla desteklenmiş Kemalist kuvvetlere karşı çarpışırken, coğrafya koşullan, askeri faaliyet alanının sınırlı oluşu çok güç bir duruma soktuğu bir savaşa devam ederken (2) büyük devletler kendilerinin tarafsız olduğunu duyurmakla kalmayarak askerleri tarafından işgal edilmiş toprakların da tarafsız olduğunu söylediler. Bu tarafsızlık açıklaması ile başlangıçta düşünülmüş olan baskı zorunlu olarak niteliğini yitirdiği gibi işgal, imparatorluğun merkezi ve İstanbul Hükümeti için bir çeşit koruma ve güvenlik önlemi durumuna geldi.

Bu durum Yunanistan’ı en etkili ve kesin bir araçtan yoksun bıraktı. Ve onun askeri çabasını ve etkilerini en duyarlı ve zararlı noktalar vermekten alıkoydu. Gerçekten, tarafsızlığın duyurulmasıyla, Yunanistan’ın etkileme alanı kendi zararına olarak sınırlandığı gibi sonuç olarak onun, barışın bir an önce sonuçlanması amacıyla kullanmaya hakkı olduğu için baskı araçlarından en önemli kısmının elinden almış oluyorlardı. Bu ise tarafsızlık ilkesine ve uluslararası hukuk kurallarına tarafsızların savaşanlara karşı takınmaları gereken duruma aykırıdır.

Yunan Hükümeti kendisini buraya kadar büyük devletlerin tarafsızlık kararına bağlı olmak zorunluluğunda sandı. Ve ortak düşman karşısında daha güçsüz bir duruma sokulmuş olmasına karşın ne çocuklarının ne de Yunan milletinin kaynaklarını esirgemedi ve maddi ve manevi kuvvetlerinin son sınırına kadar gergin bir duruma soktu. (3) Bu uzun mücadele döneminde büyük savaştaki müttefikleri kendilerini ona yardım etmek zorunluluğunda sanmalıdır. Ve öyle bir takım barış önerilerine giriştiler ki sonuçlanamadığı gibi bu bölgelerde barış ve güvenliğin kurulması gittikçe bilinmeyen bir sorun oldu. Ve durum gittikçe zorlaşarak Yakındoğu’da anarşiyi sonsuzluğa dek sürdürme tehlikesini göstermektedir.

Ben burada bu durumun soykırım ve sürgünlerle Küçük Asya’daki Hıristiyan toplumları yok etmek konusunda uzun süredir Kemalistler tarafından uygulanan ve İstanbul Hükümeti tarafından kendisine karşı manevi bir reaksiyon bile gösterilemeyen programın uygulanmasının olağanüstü kolaylaştırılmış olduğunu söylemeliyim.

(4) Özellikle İstanbul’da hükümet kendisinin güvenlik altına konulduğunu ve gittikçe Kemalist etkinliğin kendi faaliyetinin egemen olduğunu görerek eski imparatorluk subaylarının hemen hepsinin Anadolu’ya geçmesine izin verdikten başka Ankara’ya silah ve cephane göndermeyi de sürdürüyor.

Gerek bu nedenler ve gerekse Doğu’nun içinden çıkılmaz durumuna bir son vermek için Yunan Hükümeti yalnız imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un Yunan Ordusu tarafından işgali, barışın yapılmasını sağlayabileceği sonucuna varmıştır. Yunan Hükümeti bu konuda gereken önlemleri almıştır ve müttefik devletlere ortak çabaların dayanışması ve değişmez hukuk prensiplerinden esinlenerek işgal kuvvetlerine gereken emirler vermesi ricasında bulunmakla şeref duyarım.

Yunanistan kendisine verilen kurtarıcılık görevine hak kazandığını göstermek için elinden geleni esirgemedi ve hiçbir şeyi boşlamadı. Ve bunun için Türk boyunduruğuna girmiş soyların ve Hıristiyanların kurtarıcısı ve o kadar özveriler uğruna soyların elde edilen dünya barışının tamamlayıcısı olacak olan barışa doğru ilerlemesinde kendisine engeller çıkarmayacaklarını umut eder.

Şimdi de aynı belge hakkında Prof. Öztoprak’ın yazdığı açıklamayı veriyorum:
Sayfa 151 – 152
Belge 33)

Türk-Yunan Savaşı’nın, Türkiye’nin yenen devletlerin istek ve iradelerine karşı gelmek konusundaki girişiminin bir sonucu olduğu yer alıyor.

Barış antlaşmasının zorla uygulanmasını sağlamak ile Anadolu mandasının Yunanistan’a verildiğine değiniliyor.

İstanbul’un işgalinin Osmanlı Hükümeti’ne baskı uygulamak amacıyla yapıldığı ekleniyor.

İtilaf Devletleri’nin tarafsız olduklarını açıklamış olmalarının Yunanistan’ın etkili ve kesin bir araçtan yoksun kalmasını sonuçlandırdığı vurgulanıyor.

Yunanistan böylece ortak düşman karşısında daha güçsüz bir duruma sokulmuştu. Fakat o bütün kaynaklarını kullanmayı esirgememişti. Büyük devletlerin Yunanistan’a yardım etmeleri gerektiği belirtiliyor.

İstanbul Hükümeti’nin tutum ve kimi desteğine değinilerek çok önemli bir öneride bulunuyor; barışın yapılabilmesi için Yunan Ordusu tarafından İstanbul işgal edilmelidir ve bunun için müttefik devletler gerekli yerlere emir vermelidirler.

Görüldüğü gibi, Anadolu’daki mücadelelerden ümidini kesen Yunanistan bu kez başkent İstanbul’un işgalini gündeme getirmeye çalışıyor. Yunanistan kendisini “kurtarıcı” olarak niteliyor. Hıristiyanların kurtarıcısı olduğunu açıklıyor. Bütün bu istemler Doğu’da barışın kurucusu sıfatıyla rol oynamak ile eşleştiriliyor.

Bu isteklerin Temmuz 1922 tarihli belgede yer aldığı göz önünde tutulmalıdır.

Şimdi gelelim kendi yorumumuza:

Sayın Öztoprak, Yunan belgesinin en kritik kısımlarını yorum dışı tutuyor. Düz okuma yapan her okuyucunun zaten anladığı hususları tekrarlamakla yetiniyor. Bir tarih profesörü, bu kadar zayıf bir yorumu, bilgi yetersizliğinden dolayı yapamayacağına göre.. işine gelmeyen noktaları görmezden geliyor, saklıyor demektir..
Dikkat edilirse, belgenin aslında kalın harflerle işaretlediğimiz noktalar, Sayın Öztoprak’ın açıklamasında görmezden gelinmiş.. Zira bu noktaların Yunan makamları tarafından bile olsa söylenmiş olması, Atatürkçü tarih yorumunun çürüklüğünü ortaya koyacaktır.

Şimdi, işaretli olan o dört cümleyi ele alalım:

1.)

“….eski Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bütün ekonomik ve askeri kuvvetlerin kalıntılarıyla desteklenmiş Kemalist kuvvetlere karşı çarpışırken….”

Yunan, bu kısacık cümlede mealen diyorki: “Ey İngiltere! Beni kışkırtarak, teşvik ederek, yardım ederek, silahlandırarak Anadolu’ya çıkardın. Bana, “Korkmana gerek yok, ben başkentlerini işgal ediyorum, ordularını dağıtıyorum, silahlarına el koyuyorum, senin karşında sadece bir avuç Kemalist ve etraflarındaki başıbozuk isyancılar bulunacak” dedin. Gel gör ki, 1922 yılının şu Temmuz ayında karşımda Osmanlı imparatorluk ordusunun tüm kurmay heyeti ve müttefiklere teslim etmedikleri tüm silahları kullanan bir ordu var..”
Yani.. Kurtuluş Savaşımızda, Osmanlı ordusunun, yurdumuzun düşman işgali görmeyen kısımlarında bulunan tüm unsurları ve kurmay heyetinin neredeyse tamamı görev almıştır.. Günümüzdeki Atatürkçülerin benimsetmeye çalıştıkları “herşeyi yoktan var ettik..” efsanesi asılsızdır.. Zaten Atatürk de, Nutuk’un en başında, Anadolu’da silah bırakmamış durumdaki Osmanlı birliklerini tek tek sayar..
2.)

…büyük devletler kendilerinin tarafsız olduğunu duyurmakla kalmayarak askerleri tarafından işgal edilmiş toprakların da tarafsız olduğunu söylediler…

Yunan açıkça, başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletleri’nin, Türk – Yunan savaşında hem kendilerini hem de başta İstanbul olmak üzere, işgal altında bulundurdukları bölgeleri ‘tarafsız’ olarak ilan ettiklerini vurguluyor.
Yani.. Yunan ordusunu üzerimize saldırtan İngiltere, çeşitli – acaba hangi – sebeplerle, savaşın tam kader anları yaklaşırken Yunanlıları ortada bırakıvermiştir..
Atatürkçü tarihçilik, bu ufak detayı nedense görmezden gelir, okullarda okutmaz.. İçinizde bu tarafsızlık kararının tarihine bir ders kitabında rastlamış olan var mı?
Tarafsızlık ilanının tarihi 1921 yılının Nisan ayında.. II. İnönü Savaşı’ndan hemen sonra..  yani daha ortada doğru dürüst bir askeri zaferimiz dahi  yokken, Sakarya Zaferi’ne daha altı ay varken.. İngilizler birden bire tarafsızlıklarını ilan ediyorlar.. İlginç değil mi? Hani biz kurtuluş savaşında yedi düveli yenmiştik?
Küçük bir detay: Kızılordu Doğu hududumuza 1920 yılının Aralık ayında ulaşmış ve Sovyetler ile Moskova Antlaşması 16 Mart, 1921′de imzalanmıştır.
3.)

…Bu uzun mücadele döneminde büyük savaştaki müttefikleri kendilerini ona yardım etmek zorunluluğunda sanmalıdır…

Yunan burada “bana yardımcı olmak zorundasınız, beni böyle Türk ordusunun önünde, Anadolu’nun göbeğinde, yardımsız – desteksiz bırakamazsınız” diye ağlaşıyor..
4.)

..Özellikle İstanbul’da hükümet kendisinin güvenlik altına konulduğunu ve gittikçe Kemalist etkinliğin kendi faaliyetinin egemen olduğunu görerek eski imparatorluk subaylarının hemen hepsinin Anadolu’ya geçmesine izin verdikten başka Ankara’ya silah ve cephane göndermeyi de sürdürüyor…

Yunan, büyük abisi ve hamisi olan İngiltere’ye karşı mecburen en diplomatik dili kullanıyor. Aslında söylediklerinin günlük dildeki karşılığı şöyle: “İstanbul Hükümeti sizin işgaliniz altında, istemeseniz oradan kuş uçmaz. Ankara’ya hem subay, hem silah yollanmasına asıl göz yuman sizsiniz.. Ben de bunu sizin yüzünüze karşı söyleyemediğim için mecburen İstanbul Hükümeti’ni suçluyorum. İstanbul Hükümeti zaten, sizin tarafsızlık kararınız sonucunda, kendisini benim olası bir müdahaleme karşı garantide hissettiği için göz yumuyor. Siz de buna ses çıkartmıyorsunuz. Bu bir danışıklı dövüş. Bu nasıl işgaldir? Bu nasıl müttefikliktir? Beni, kendi siyasi çıkarlarınız değişince satıverdiniz!. Siz resmen saf değiştirdiniz..!”

Evet, I. Dünya Savaşın’dan galip çıkan çağının süper gücü İngiltere’nin – onu bugünkü ABD gibi alabilirsiniz -, 1919 – 20 yıllarındaki politikaları, çıkar hesapları, “Büyük Oyun” daki pozisyonu, 1921 – 22 yıllarına gelindiğinde değişmiş, köprülerin altından epey su akmıştı..

Nasıl mı? Buyrun:

1.
1919 – 20 yıllarında, Rusya’daki Beyaz Ordu ile Kızıl Ordu’nun iç savaşı üç cephede devam ediyordu. Bir ümit Beyaz Ordu galip gelecek, Sovyet Devrimi söndürülecekti.
2.
Batum – Bakü hattında İngiliz birlikleri vardı. Bu hatta ‘İngiliz Seddi’ deniyordu. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbeycan’ın İngiliz kontrolünde kalması hedefleniyordu. Bakü petrolleri Rusya’ya değil, İngiltere’ye hizmet edecekti. Bu hat aynı zamanda Türkiye – Rusya bağlantısını kesiyor, kendimizi doğuda sağlama alıp tüm gücümüzü batıda toplama stratejimizi zayıflatıyordu. Türkiye tam bir kıskaca alınıyordu. Bu senaryo gerçekleşseydi, mücadelemiz zora düşecekti.
3.
Bakü – Musul arasında dost Ermenistan ve Kürdistan kurdurulacak, Kafkasya’dan hem Basra Körfezine, hem İskenderun Körfezine iniş yolları Rusya’ya kapatılmış olacaktı.
4.
Ama tarih öyle akmadı.. Kızıl Ordu ezici bir zafer kazanarak, Kafkasya’ya büyük kuvvetler ayırabilecek hale geldi ve neredeyse önünde engel görmeden 1920 yılının Aralık ayında bizim sınırımıza kadar dayandı. İngilizler askerlerini çoktan, Batum üzerinden tahliye etmişlerdi.
Burada Kazım Karabekir’in müthiş zamanlamasını görüyoruz. Ankara’nın telkinlerine rağmen, onları sayısız telgraflar ile ikna ederek, erken müdahale etmedi. – Ankara harekatı bir an önce tamamlayarak kaydırabildiği kadar birliği Batı Cephemize yollamasını istiyordu – etmedi, çünkü Kızıl Ordu’nun zaferi garanti değildi. Kızılların olası bir mağlubiyetinde İngiliz Ordusu ile karşı karşıya kalmak vardı. Geç de müdahale etmedi, çünkü bir kere Kızıl Ordu sınırımıza dayanırsa, onun elinden Ermeni işgalinde kalmış topraklarımızı kurtarmaya imkan olmayabilirdi, zira Ermenistan da bir Sovyet Cumhuriyetine dönüşmüş olacaktı. O bakımdan, Kızılların galibiyeti kesinlik kazanır kazanmaz ama henüz orduları sınırlarımıza dayanmadan önce Doğu Cephesi’ndeki harekata başlamış ve zaferle tamamlamıştı.
Ardından, Kızıl Ordu’nun Kafkaslar’a inişini ve Ermenistan, Gürcistan ve Azerbeycan’ı Sovyetleştirmesine gözümüzü yumduk. “Kusura bakmasınlar, söz konusu olan kendi vatanımızdı, Sovyetler ile sınır komşusu olmamız menfaatimiz icabıydı” diyeceğim ama.. Azeriler, haklı olarak hala bu kusurumuza hala bakarlar..
5.
Birden bire Rusya ile Kafkaslarda sınırdaş olmamız, diğer yandan gereken fedakarlık ve kahramanlığı göstererek, kanımız ile bedelini ödeyerek, Yunan Ordusu karşısında cansiperane bir mücadele vermemiz, İngiltere’yi Büyük Oyun’daki kartlarına yeniden bakmak zorunda bıraktı.
Bu defa manzara bambaşkaydı. Yunanistan’ın, Doğu Anadolu’da kurdurulması düşünülen Ermenistan ve Kürdistan’ın İngiltere açısından önemleri birdenbire azalıverdi.
Anadolu’da kurdurulacak olan bir Ermenistan, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’nin uzantısı haline gelebilirdi.. Bu da Sovyetler ile Musul arasında sadece kurdurulacak olan Kürdistan’ı bırakıyordu.
Bakü’yü alayım derken, neredeyse Musul elden gidebilirdi. Hatta uzun vadede Sovyetler’e Süveyş yolu bile açılabilirdi.
İngiltere birdenbire tutum değişikliğine gitti. Süper güç olmanın verdiği avantajla hem çift taraflı oynabilir, hem istediği an pozisyon değiştirebilirdi.
Yeni pozisyonu şuydu: Yunanistan’a yardımı keserim.. Kemalistler galip gelir.. galip ama yorgun, perişan ve mecalsiz bir halde olacaklar.. Onların bağımsızlığını, Musul ve Hilafeti bırakmaları şartıyla tanırım. Böylece Sovyetler ile Musul ve İskenderun arasında tek bir devlet set görevi yapar. Hilafeti bırakmaları da, benim imparatorluk tacımdaki elmas olan Hindistan’daki büyük Müslüman nüfusun İstanbul’a sırtını dönmesi için şart. Yoksa ciddi problemler yaşayacağım.
Sovyetler bu yeni Türkiye’yi çiğneyecek olurlarsa, o zaman da Türkiye’ye yardım ederim.. – Bu politikayı daha sonra NATO vasıtasıyla da uygulayacaklardır..-

Sonsöz:
İşte bu gibi “Büyük Oyun’un Temel Denklemi”nden bahsetmeden Kurtuluş Savaşı tarihini yazanlara ‘Atatürkçü Tarihçi’ diyoruz.. Kimisi profesör oluyor, ciddi bir eser verir havasında yazıyor, kimisi düpedüz çocuk kitabı yazarak ‘Çılgın Türk’ lakabı alıyor.. Farketmiyor, ortak yönleri örtmek, saklamak, çarpıtmak ya da görmezden gelmek.
Bunların yerine Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun, çocuklar için yazmış olduğu bir çok tarihi kitap var.. onları tavsiye ederim.. Türk Korsanları, Sencivanoğlu, Kızıl Tuğ, vs.. hem tarihi masal havası vardır, hem ne okuduğunuzu bilir, aldanmazsınız..

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli