Tevfik İzmirli – Libya’da fena çuvalladık.. Küçük düştük..

Merhabalar,

Ne kadar üstünü örtmeye çalışsalar da, maalesef hükümetin Libya politikası en azından şu an itibarı ile karaya oturmuş bulunuyor..

Hatta, sadece Libya politikası değil, genel olarak dış politikada yaratmak istedikleri ‘bölgesinde oyun kurucu aktör’ imajı bile yara almış olabilir. Zamanla anlayacağız..

İşe başarılı tahliye operasyonları ile başladılar ama bu operasyonel başarıyı uluslararası stratejik düzlemde sürdüremediler.

Hükümetin uyguladığı Libya politikasının tahliyeler sonrasında yürütülen kısmını en sıradan – aptal dememek için sıradan diyorum – bir insan bile uygulayabilirdi. Çünkü ortada içi boş bir kardeşlik söyleminden başka elle tutulur bir eylem bir yana, bir politika, söylem, girişim, duruş, görüş bile yok..

Bir yerde büyük bir körlük / değerlendirme hatası / boş bulunma veya basiretsizlik yaşanmış olduğu belli. Ama ne yaşandı, neden yaşandı? Bunu şimdilik bilemiyoruz.

İki gündür hem Başbakanımızın, hem Dış İşleri Bakanımızın ağzından Libya hakkında çıkan her sözü dikkatle izliyorum.

Özet olarak şunu söyleyebilirim: Her ikisi de boş konuşuyorlar.. Hem de bomboş..
Continue reading

Tevfik İzmirli – Prof. İlber Ortaylı’nın CNN Türk’deki sohbetinden notlar.. Ortaylı sanki Atatürk’e de ‘Kutsal Emanetler’ muamelesi yapıyor..

Merhabalar,

İlber Ortaylı Hocamız, 20 Şubat, 2011’de CNN’de Taha Akyol’un ‘Eğrisi Doğrusu’ programına konuk oldu.

Sohbetin genel başlığı “Türkiye, Arap ülkelerinden ve İran’dan neden farklı? Tanzimat emperyalizmin oyunu mu, yararlı bir reform mu? Osmanlı’da modernleşme süreci… Cumhuriyet’in Osmanlı’daki kökleri nelerdir?” idi.

Son derece keyifli ve öğretici bir programdı. Zaten İlber Ortaylı Hoca’nın en kuvvetli olduğu devir ve konular bunlar. Bu konuda eserleri var. Programı kayda alarak seyrettim. Daha sonra bazı kısımlarını kayıttan yazıya döktüm. Bu kısa notları sizlerle paylaşmak istiyorum. Dileyen programın tamamını CNN Türk WEB sitesindeki videodan izleyebilir. Tavsiye ederim. Toplamı 90 dakika.

İlber Hoca’nın sohbetinin benim açımdan iki önemli noktası vardı:

Continue reading

Tevfik İzmirli – Lozan.. Tarihimizdeki en kalın İngiliz kalemi.. Bütün telgraflarımızı okumuşlar.. – VII. Bölüm –

Merhabalar,

Kurtuluş Savaşı’mızın belli bir aşamasından, yaklaşık olarak 1921 başlarından itibaren, Sovyetler Birliği’nin ‘Batı’nın emperyalist güçlerine, özellikle İngiltere’ye dönük en büyük tehdit’ olarak dünya sahnesine çıkması bir dönüm noktası.

Bu küresel tehdit değişimine paralel olarak, dış dinamiklerin bizim üzerimizdeki etkilerinin olumluya döndüğünü söylüyordum.

Aynı etkinin Lozan sürecinde, yeni devletimizin şekillenmesinde ve Atatürk İnkilapları olarak bilinen uygulamalarda tüm ağırlığıyla kendisini gösterdiği açık.

Biz çocuklarımıza “Bütün bu yapılanlar bir dahinin eseri, onun fikirlerinin hayata yansımasıdır” diye öğretsek de, tarafsız bakıldığında pek böyle gözükmüyor.

Bu değerlendirme pek çoğumuzu rahatsız edecektir ama neredeyse büyük bir ‘İngiliz Projesi’nin bize kendi irademiz olarak uygulatıldığını düşünüyorum.

Continue reading

Tevfik İzmirli – Bu da Fransız kalemi.. Ordumuz Büyük Taarruz’a hazırlanırken, Ankara Antlaşması ile hızır gibi yetişen Fransız yardımı.. VI. Bölüm

Merhabalar,

Soru IV
Büyük Taarruza hazırlandığımız sırada, Ankara Antlaşması ile gelen Fransız yardımını nasıl yorumlamak lazım?

Ankara Antlaşması’nın tarihi 20 Ekim, 1921..

Kazım Karabekir Doğu Cephesi’nde Ermenistan’a karşı harekete geçiyor. 29 Eylül, 1920.
Zamanlama müthiş. Kızıl Ordu’nun galibiyetini gören İngilizler Kafkasya’dan çekilmiş ama Kızıl Ordu henüz sınırımıza dayanmamış. Ne erken ne de geç. Karabekir’in bu zamanlamayı Ankara’ya kabul ettirebilmek için neler çektiğini tüm detayları ile biliyoruz.

Karabekir’in 15. Kolordu’su arka arkaya yaptığı muharebeleri kazanarak Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı kurtarıyor.
Son olarak da Gümrü’ye kadar ilerleyip Gümrü Savaşı’nı da kazanınca Ermenistan barış istiyor.
Ermenistan ile barış görüşmeleri başlıyor. 22 Kasım, 1920.

Gümrü Anlaşmasını imzalıyoruz. 3 Aralık, 1920.
İmzadan bir gün sonra, henüz Gümrü Antlaşması onaylanmadan Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal ediyor.

Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması’nı imzalıyoruz. 16 Mart, 1921.
Bu antlaşmayla Batum’u ve Azerbaycan’ı Sovyetler’e bırakıyoruz. Bugünkü doğu sınırımız tanınıyor.
Sovyetler’in Milli Mücadelemiz’e nakit ve silah yardımı başlıyor. Aslında biz savaşı stratejik olarak bugün kazanmış oluyoruz. Bundan sonraya kalan, gereken gayreti gösterip Yunan’ı denize dökmek.

Continue reading

Tevfik İzmirli – İstanbul’un işgal yılları.. Yakın tarihimizde Batı’nın fırça darbeleri… – V. Bölüm –

Merhabalar,

Bugün, yakın tarihimizde Batı’nın fırça ve kalem izleri konusuna yeni bir soruyla devam ediyorum.:

III. Soru
Mondros Mütarekesi’nin (ateşkes anlaşması) ertesinde İstanbul’un Müttefiklerce işgali nasıl bir işgaldir?

I. Dünya Harbi bitmiş. Yenilmişiz. Ateşkes anlaşması yapılacak. Anlaşmanın yeri Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli bulunan İngilizlerin Agamemnon zırhlısı. – Agamemnon 18 Mart, 1915’de Çanakkale’ye saldıran ama ağır kayıplar sonucunda perişan olup çekilen müttefik donanmasında görev almış ve 18 Mart gününü aldığı ağır yaralarla hizmet dışı kalarak kapatmış bir zırhlı. Seçiminde sembolik bir intikam işareti de var. – Tarih 30 Ekim 1918. Müttefik heyetinin başında Müttefik Kuvvetler Akdeniz Donanması Komutanı Amiral Calthorp, Osmanlı heyetinin başında ise Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) var.. Detaya girmeye gerek yok. Rauf Bey sonradan pişman olacağı bu anlaşmayı, Amiral Calthorp’un sözlü garantilerini de dikkate alarak imzalıyor. – Burada Kenan Evren’in, NATO Avrupa Başkomutanı olduğu yıllarda tanıdığı General Alexandr Haig’in sözlü garantisine inanarak Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüş vetomuzu kaldırmasını hatırlamamak elde değil. Askerlerimizin dünyayı anlama konusundaki sıkıntıları nesilden nesile geçmiş –

İlk Müttefik askerleri Mondros’un imzasından bir hafta sonra, 6 – 7 Kasım 1918’de İstanbul’a çıkarlar.
Asıl işgal gücü 55 gemilik büyük bir donanma ve 3,500 asker ile 13 Kasım günü Çanakkale yoluyla İstanbul’a vararak Boğaz’a demir atar. Tam o günlerde Suriye Cephesi’ndeki görevinden İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa’nın gördüğünde “Geldikleri gibi giderler” dediği bu donanmadır.

Fiilen 1918 yılının Kasım ayında işgal altına düşen İstanbul’un bir de resmen işgal tarihi vardır: 16 Mart, 1920.
Yani resmi işgal, fiili işgalden onaltı ay sonra başlamıştır. İngiliz kuvvetlerinin Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak askerlerimizi şehit ettikleri kara gün bugündür.

İstanbul ancak 6 Ekim, 1923’de, Lozan’da kabul edilen şarta uygun olarak, yani Lozan antlaşmasının Meclis’de onaylanmasından altı hafta sonra, bu işgalden kurtulur. İşgal dönemi yaklaşık beş yıl sürmüştür.

İşgalin başladığı tarihde Rusya’da Kızıllarla Beyazlar arasındaki iç savaş, tüm cephelerde bütün şiddeti ile sürüyordu. İngilizler’in Beyaz Ordu’nun komünist ihtilali söndüreceği yönündeki ümitleri hala canlıydı. İngiliz politikasında, önceki yazılarımda değindiğim, Sovyetler Birliği korkusuna bağlı olarak ortaya çıkan Türkiye lehine kırılma henüz yaşanmamıştı. Kızıl Ordu henüz ülkeye hakim değildi. Kendi derdindeydi. Henüz Kafkasya’da Rus kuvveti yoktu.

Dolayısı ile bu dönemde İngiliz işgal kuvvetlerinin Türkiye yanlısı bir tutum izlemesi gerektiren bir sebep mevcut değildi. Zaten böyle bir icraatlarını da görmüyoruz. Ne zamana kadar? Ta ki, General Vrangel Ordusu’nun Kızıl Ordu önünde perişan olarak 1920 sonlarında Kırım üzerinden İstanbul’a sığınmasına kadar. Zaten Beyaz Ordu’nun bu büyük çöküşü, Kızıl Ordu’nun çığ gibi Kafkaslar’a inmesi İngiliz politikasını değiştirecektir. Buna değinmiştim.

Buna rağmen Müttefik işgali hakkındaki sorularım olacak:

Continue reading

Tevfik İzmirli – Zihinsel sınırlarımıza devam. Kısa bir değerlendirme… – IV. Bölüm –

“Atatürk’ün öncülüğünde kurduğumuz Cumhuriyetimizin batılı güçlere rağmen değil, aksine onların gizli ya da açık destek ve onaylarıyla kurulduğunu söylüyorum. O yıllarda değişen dünya dengeleri, Anadolu’da Türk varlığının devamını Batı açısından tekrar gerekli hala getirmişti. Bu yüzden dolaylı dolaysız bizi desteklediler.”

“Kurtuluş döneminden sonra da, Atatürk idaresinin kendi milletine karşı izlediği politikaları da kıs kıs gülerek ve ellerini ovuşturarak izlediklerini düşünüyorum. ‘Köre lazım bir göz, Allah verdi iki göz’ demiş olmalılar..”

“Açık söylüyorum: Atatürk’ün İngiliz menfaatlerine ters düşen tek bir icraatı yoktur. Olmamıştır. ‘İnkilap’ adı altında yaptıkları da İngilizlerin başka hiç bir yoldan elde edemiyecekleri kadar İngiliz amaçlarına uygun icraatlardır.”

“Bunları Atatürk’e İngilizler yaptırdı” demiyorum. Ama, “Kalem İngilizlerin elinde olsaydı daha başka ne yapabilirlerdi ki?” diye düşünmeden edemiyorum..”

‘Kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ Allah’ın Türk milletine bir hediyesi ise, ‘İnkilapçı Atatürk’ de Allah’ın İngilizlere bir hediyesi olmuştur..”

“Atatürkçülerin kutsal kitabı Nutuk, belki de dilimizde yazılmış olan tüm kitaplar içinde en fazla çarpıtma içeren eserdir. Bunu ciddi Atatürkçüler de itiraf ederler.. ‘Yalan söylüyor’ diyemeyecekleri için, ‘O yılların politik havası vs.’ gibi gevelemelerle geçiştirirler..”

Continue reading

Tevfik İzmirli – İngiliz kalemi bu defa İstanbul’un silah depolarında.. Bir soru daha.. – III. Bölüm –

Merhabalar,

Konuya devam ediyoruz. Bugün de bir sorumuz olacak.

II. Soru
Kurtuluş Savaşı esnasında gizli teşkilatımız Müttefiklerin İstanbul’daki silah depolarından, Anadolu’ya silah kaçırıyordu.. Neredeyse Ankara’nın verdiği sipariş listesine göre sevkiyat yapılıyordu. Bu nasıl mümkün oldu?

Doğru. Gerçekten kaçırmışlardı.. Bize anlatılan nasıldı? Gizlice kaçırmışlardı.. Geceleri, sandık sandık cephaneler, tüfekler.. Kayıkçılar, motorcular.. Fransız işgal bölgesinde kalmış Bakıköy’deki depolardan, İngiliz işgal bölgesindeki Haliç depolarından..

Hatıraları ve belgeleri okudukça ne öğreniyoruz? Meğer bizim teşkilat bu silahları – en azından bir kısmını – para (rüşvet) ödeyerek İngiliz ve Fransız subaylarından satın alıyormuş. Koskoca toplar dahil.. Toplar da mı motorlara sırtta taşınarak gizlice yükleniyordu?
Continue reading

Tevfik İzmirli – Arapların siyasi sınırları, bizim zihinsel sınırlarımız… Cetvel aynı cetvel… Bizdeki adı Atatürkçülük olmuş… İlk sorumuz… – II. Bölüm –

Merhabalar,

İlk yazıyı bitirirken “Toplum olarak bu sorulara cevap bulmak bir yana daha bu soruları sorma aşamasına bile gelemedik. Halbuki tarihimizin ve dolayısı ile bugünkü halimizin ‘büyük şifresi’ bu sorularda ve cevaplarında yatıyor” demiştim.

İlk sorumuzla başlayalım..
Bugünkü sorumuz ‘Kurtuluş Dönemi’ne ait..

I. Soru
Kurtuluş Savaşı’mız devam ederken, 1921 yılının Nisan ayından başlayarak, İngiltere’nin menfaati hangi tarafın galip gelmesini gerektiriyordu? Bizim mi, Yunanlıların mı?

Resmi tarihe göre bu soruyu soran ya delidir, ya hain. Cevap bellidir: Tabi ki Yunanlıların.
Bence öyle değil.

Dünya konjektürü, Kızıl Ordu’nun 1920 yılının Aralık ayında Kafkasya’ya girmesi ile allak bullak olmuş, bu stratejik değişiklik İngiliz politikasında büyük bir kırılma yaratmıştı.

Bu konuya, “Atatürkçü tarih profesörleri, Atatürkçülük yapalım derken belgeleri nasıl çarpıtıyorlar.. “Kurtuluş Savaşı ile İlgili Yunan Belgeleri”.. başlıklı yazımda değinmiştim.

O belgelerde, Yunanistan’ın, İngiltere’nin tavrında beliren bu ikiyüzlülüğe, dönekliğe nasıl sitem ettiği apaçık görülüyordu:
“İstanbul’u işgal ettiniz, ama ne kadar Osmanlı subayı varsa Anadolu’ya geçmelerine göz yumuyorsunuz”,
“İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane akışına mani olmuyorsunuz”,
“Biz işgal edelim diyoruz, izin vermiyorsunuz”,
“Bizi getirip Anadolu’nun ortasında tek başımıza bıraktınız” gibi.
Yani bizim Atatürkçü tarihçilerin bizlerden gizlediklerini Yunan belgeleri apaçık anlatıyordu.
Belgeleri derlemiş olan Atatürkçü profesörümüz ne kadar örtmeye çalışsa da mektupların kendileri konuşuyordu.

Sevr’e göre Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti, onun güneyinde bir Kürt Devleti kurdurma planı Kızıl Ordu’nun Kafkaslar’a hakim olmasıyla anlamını kaybetmişti hatta zararlı bir fantazi haline dönüşmüştü. Zaten Lozan’da İngilizlerin Ermenilere toprak verilmesi konusunda hiç israr etmediklerini göreceğiz.

Batum – Bakü arasında, Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar kurulmuş olan ‘İngiliz Seddi’ apar topar gündemden kaldırılmış, İngiliz kuvvetleri Batum üzerinden hızla tahliye edilmişlerdi.

İngiltere, “Türk’ü Yunan’a boğdurayım” derken; Rusya’yı, Musul’a, hatta oradan da Basra ve Süveyş’e indireceğini farkedince, politikasını değiştirmişti.

Nasıl Çanakkale Zaferi ile Rus Çarlığı’nın çöküş yolunu biz açıp, niyetimizden bağımsız olarak komünist ihtilaline kolaylık sağlamış olduysak, şimdi de Kızıl Ordu Sovyetleri bizimle sınırdaş kılarak bizim kurtuluş yolumuzu açıyordu.

Artık Rusya ile arasında engel kalmamış bir Türkiye’yi köşeye sıkışmış kedi durumuna düşürmek akıl karı iş değildi. Böyle bir Türkiye, İngiliz – Yunan baskısı ile baş edebilmek ve hayatta kalmak amacıyla Sovyetlere ideolojik olarak yaklaşsa başka beladır, Kızıl Ordu ile işbirliğine gitse başka bela.

Zaten Doğu Cephesi’nde Ermenileri yenip, Sovyetlerle sınır ve yardım anlaşması imzaladıktan sonra Kurtuluş Savaşı’nın stratejik olarak kazanıldığı belli olmuştu. Bundan sonrası Batı Cephesi’nde gereken fedakarlığı yapıp Yunan kuvvetlerini atmaya kalmıştı. Bunu kendi Paşalarımızın birbirleriyle yazışmalarında okuyoruz. En azından arkamız sağlama dayanmıştı ve yenilme ihtimalimiz ortadan kalkmıştı. Belki zaferimiz bu kadar kesin olmaz, belki ne bileyim Edirne ya da İzmir düşman elinde kalabilirdi ama en azından Anadolu’nun hakimi olarak kalacağımız belli olmuştu.
Bunu Türk Paşaları görüyordu da İngiliz Genel Kurmayı mı görmeyecekti?

İşte İngilizlerin 1921 yılının Nisan ayında, II. İnönü Zaferi’nin hemen ardından tarafsızlık ilan edip Yunanlıları kızdırmasının altında bu politika değişikliği vardı. Venizelos’un gözünü açan da, Lozan’da İsmet Paşa’ya dert yandıran da, ardından Atatürk devrindeki Türk – Yunan dostluğunu başlatmasına yol açan da, İngiltere’nin bu çark hareketiydi. Venizelos’u, “Büyük güçler bizi sizin üzerinize saldılar, ondan sonra Anadolu’nun ortasında tek başımıza ortada bıraktılar, oyuncakları olduk” mealinde konuşturan işte bu, büyük devletlere özgü, sadece kendi menfaatini düşünme refleksi ve hatta hakkıydı..

Tabi ki bu politikayı alenen ilan etmeyeceklerdi. Bizim elimizi fazla güçlendirdikleri takdirde Musul tehlikeye girerdi. İngiliz’in işine gelen Türkiye, kendisinden Musul’u alamayacak kadar zayıf ama Rusya’ya karşı kendi topraklarını savunma azmine sahip bir Türkiye’ydi. Zaten kendi topraklarını savunan Türkiye Musul’u da savunmuş olacaktı.

Hem XIX., hem de XX. Asrın tamamında bizi hayatta tutan, zaten Rusların sıcak denizlere inmesinin önünde duvar oluşturan bu coğrafi konumumuz ve buna dayanarak güttüğümüz denge politikası değil midir?
Temelde var mıdır bunun II. Abdülhamid’in denge politikasından bir farkı?

Kafkasya’da Kızıl Ordu beklerken ortaya çıkabilecek bir Yunan zaferinin İngiltere’nin başına ne büyük ve küresel bir bela açacağını, ne muazzam kayıplara sebep olacağını düşünebiliyor musunuz?

Kimbilir bizim zaferimiz için Londra kliselerinde gizli gizli ne dualar etmişlerdir.

Atatürkçü masal yazarlarına bakarsak zafer; bir dahi komutan, kahraman Mehmetçikler ve sırtında mermi taşıyan kadınlarımız üçlemesi ile yedi düvele karşı kazanılmıştır ve bu savaş her türlü dış dinamikden azadedir.. Bu izah tarzını zihinlerimize yazdırdıran kimin kalemiydi, peki?

İngiltere Lozan öncesinde bizim coğrafyamız ile ilgili tüm stratejik isteklerini gerçekleştirmiştir. Lozan’dan sonra bunun artarak devam ettiğini de görüyoruz…

Bu İngiliz – sonradan NATO ve ABD – cetveli değil de nedir?

Saygılarımla,

Tevfik İzmirli

– d e v a m e d e c e k –

Tevfik İzmirli – Arapların siyasi sınırlarını cetvelle çizen güçler bizim de zihinsel sınırlarımızı cetvelle çizdiler… O cetvel Atatürkçülük… Bu hipnozun bilincine vardıkça kurtulacağız… – I. Bölüm –

Arap ülkelerinin son yüz yıllık serüvenini, kaba hatlarla da olsa az çok hepimiz biliyoruz. Büyük güçlerin Arapların kaderi üzerindeki rolü o kadar açık.

Olayları, aynı kaderi biz de paylaşmamışız gibi, dışarıdan bakan bir gözle izliyoruz.

“Arapları batılılar dizayn etti, halbuki biz kendimizi kendimiz dizayn ettik” tarzında bir bakışımız var. Halbuki, bizim şu an içinde bulunduğuz halde de Arapların kaderini çizen o güçlerin rolü yok mu?

Yakın tarihimizdeki, 1946’da çok partili rejime geri dönmemizden, darbelere kadar her gelişimi ‘dış konjektür’ ile açıklamaya yatkın zihinlerimiz neden 1946 öncesini anlamaya çalışırken bu dış dinamikleri yok sayar?

Bizi ilgilendiren asıl soru şu olmalı: Peki aynı kalem bize ne yazmıştı?

Neden bu soruyu yeteri kadar irdelemiyoruz? Halbuki asıl soru bu…

Bize çizilecek sınır ile Kuveyt’e çizilecek sınırın niteliği tabi ki aynı olmayacaktı.

Kuveyt, Osmanlı’nın Irak Eyaleti’nin Basra Vilayeti’ne bağlı bir Sancak’dı. Biz İngiliz Başbakanı olsak bu iki ülke hakkında düşüneceğimiz çözüm aynı düzlemde mi olurdu?

Çöle bastonla bir çizgi çek, oldu sana Kuveyt sınırı. Halbuki tarihi ‘Doğu Roma’ gücüne sınır çizmek istiyorsan… Onlara beyin ameliyatı yapman lazım… Operasyonun zihinlerde yapılması lazım…

Bu yapıldı mı yapılmadı mı? Bence yapıldı. Atatürk eliyle ve önce ‘Atatürk Devrimleri’, Atatürk’ün ölümünden sonra da ‘Atatürkçülük’ adı altında yapılan bundan başka birşey değildi…

Toplum olarak bu sorulara cevap bulmak bir yana daha bu soruları sorma aşamasına bile gelemedik.

Halbuki tarihimizin ve dolayısı ile bugünkü halimizin ‘büyük şifresi’ bu sorularda ve cevaplarında yatıyor.

Continue reading

Tevfik İzmirli – “Gelecek 100 Yıl”ın Yazarı George Friedman’ın Yeni Kitabı: “Gelecek 10 yıl”..

Doubleday Yayınevi. Ocak, 2011. 443 Sayfa.

Merhabalar,

George Friedman’ın Türkçeye çevrilmiş olan “Gelecek 100 Yıl” – The Next 100 Years – kitabı ilgiyle karşılanmıştı. Bir çok basın organı kitaptan alıntılar yaparak okuyucuları ile paylaştı. Kitapta Türkiye’ye biçilen rol milli gururumuzu okşadığından olsa gerek kitaba duyulan ilgi hala devam ediyor. Biz de sitemizde bir yazıyı bu kitaba ayırmıştık.

Bu defa George Friedman’ın geçtiğimiz Ocak ayında yayımlanan son kitabını tanıtıyoruz. Muhtemelen bu kitap da yakında Türkçeye çevrilecektir.

Kitaptan seçtiğim alıntıları, araya yorum katmadan, Friedman’ın ağzından ve serbest tercüme ile vermeye çalışacağım:

Continue reading